Öykülerinde yalnızca tek bir konuya odaklanmıyor yazar. Aile yapısı, toplumsal duruş, kültür, görgü, iyilik, kötülük, nezaket, ahlâk gibi kavramlar ince ince işleniyor satırlarda. Üstelik bütün gençlerin anlayacağı modern, keyifli, kusursuz bir dille başarıyor bunu.
Lokumlu Masa, Gürsen Özen’in Günışığı Kitaplığı’ndan çıkan ikinci kitabıdır.
İlk kitabı Seke Seke Uçtu Öyküler gibi başarılı bir yapıttır. Kitaplarını tanıdığı, tanımadığı bütün çocuklara ithaf eden yazar; tüm zamanların, gönüllerin öğretmenidir.
Çarpıcı kurgularıyla dikkat çeken öyküler; yaşamın ta kendisi, gerçek kesitleridir ve okuyanı derinden etkiler. Çocukların zengin ve pırıltılı dünyasından ödünç aldığı izlenimleri yine onlara armağan ediyor yazar.
Kitapta dokuz uzun öykü var. Hepsi birbirinden zengin gençlik öyküleri.
Rolün Küçüğü Büyüğü Yoktur, dese de ilk öyküde; geçen yılki oyunda kapıcı karısı olan Ayça, bu yıl da pazarcı köylü kadın olur. Yazmalar, yelekler, neler giyer köylü bacı, bir bilseniz. Kim kaymakamın süslü hanımı olmayı istemez ki… Ama köylü kadın rolüne de şükretmek lazım. Oyun boyu kıpırdamadan duran ağaçların halini düşünün, onlar ne yapsın? Repliklerini unutan, doğaçlamanın sınırlarını zorlayan çocukların halleri evlere şenliktir öyküde. Rol beğenmeyenlere teselli yine öğretmenden gelir: Hepiniz kendi hayatlarınızın başrolünde olacaksınız hep. Neşeli öykü bol alkışı hak ediyor.
Göbeğimin Pembe Pisisi, yine kendi gibi ismi de güzel bir öykü. Kıvrak bir zekâ ürünü. Gezmeye gidilecek, ne giyilecek, eşek kafalı timsah (annesi kızdığında kardeşine böyle diyormuş) yaramazlığa ara verecek mi? Bu hengâmede ablanın için için kıskançlığı ne olacak? Helva çok yenirse tişörtteki kedinin karnını şişer mi? Hıçk hıçk hop hop! Giydirilmeyen o tüllü etek. Ah! Dert çok.
Anneler sohbetin koyusundayken, Sulu köfteyle yayla çorbanın tarifi karışmasın diye, dönüp dönüp tekrarlıyorlar, diyor çocuk gözü. Küçük kardeşle bazen barış yapılabilirmiş. Ne zaman mı dediniz? Elbette, ablasının tişörtündeki kediye başını yasladığında.
Dilek Ağacı, bu öyküde Demir, büyük bir soruna parmak basıyor. Öğretmenler, yoğun ders günlerinde çocuklara kendinize zaman ayırın önerisinde bulunuyor. Ancak ödev üstüne ödev vermekten de geri durmuyorlar. Ama bunca ödev, onların çocukluğundan, oyun zamanlarından çalınan saatlerle yapılıyor ne yazık ki. Her çocuğun her şeyini paylaştığı bir teyzesi olsa keşke. Demir çok şanslı! Neden mi? Öyküde sayfalarca…
Saklıkent On İki Kilometre, öyküde bir yandan küçük bir evde yatılı misafir ağırlamanın zorluğu utanarak dile geliyor. Diğer yandan misafirin evlerini şenlendireceğine olan inanç, hele de gelecek yabancı gelin, son derece gerçekçi anlatılır. Herkes hazırlanır konuklar için, örneğin abla öyle hazırlanır ki ayna yorulur. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir hayatta. Açıyı değiştiriyor yazarımız ve konukların ışıltılı renklerini de göstermeye başlıyor bize. Bunu aynı öyküde, üstelik mükemmel yapıyor. Bence bu öykü, tek başına kitap olmayı fazlasıyla hak ediyor. Çünkü öyküde Mukadder Teyze, karakter olmayı başarmış. Olay zincirleri var. Defalarca okunacak incelikte, geniş açılı bir öykü.
Kitaba ismini verir Lokumlu Masa öyküsü. Eylül gelirken yaz sıcağı da gitmeye koyulurmuş dağlara sırtını yaslayan bu kasabada.
Birkaç gün içinde okullar açılacak, evli evine köylü köyüne, okullu okuluna dönecek…
Bu cümlenin etkisiyle sayfanın üzerine bir not düşmüşüm. Ne zaman bu kadar etkiledi bu salgın bizi… Sanki çok eski zamanların rüyasını okur gibiyim, okullar kapalı, çok üzücü!
Bir an önce eski sağlıklı günlerimize kavuşmak dileğiyle, öyküdeki Şerife’nin yanına yaklaşalım. Şerife hem yaramaz hem de okulda çok başarılı bir çocuk. Artık ilçede, iyi bir okulda okuyacaktır. Hüzün ve sevinç; vedaların içine yerleşir satırlar boyu.
Bahçede derin derin düşünür, yanında Mırmır. Avcılıktan vazgeçtiği çok olmuş Mırmır’ın, jüri üyesi gibi köşede oturup farelerin önünden geçit yapmasını izlermiş gün boyu. Gel pisi, ye pisi, olacağı bu elbette. Babasının hülyasıdır karayolları mühendisi olmak. Peki, Şerife mühendis olmak ister mi?
Yolda Tek Başına, bu öyküde de tam bir gençlik sorunu anlatılıyor. Ah! Bu dağınık odalar. Annelerin de büyük derdi. Bakalım Mustafa yıllardır, ödevler, sınavlar, projeler için çalıştığı odasını toplamayı başarabilecek mi, eşyalarından bazılarını atmaya kıyabilecek mi? Baktıkça anıları canlanır, onlara söylediği veda sözcükleri dokunaklıdır. Zaman tüneline girmiş gibi hisseder kendisini. Herkesin kaybolduğunu sandığı o küçüklük günleri bile gelir aklına. Alıp başını gittiği o gün: Balıklar, pelikanlar, bisikletler, karıncalar, deniz kokusu, martılar derken…
Sadece “Ba”, sınıfta en ilgisizlerin bile dikkatini çekecek şiir yarışması için hazırlıklar başlar. Aslında seçilen şiirin kendimize uyup uymadığı çok önemli. Önce, C.Sıtkı Tarancı, Âşık Veysel, Ataol Behramoğlu, Cahit Külebi, A.Nihat Asya, F.Hüsnü Dağlarca ve nice değerli şairden şiirler seçilir. Jüriye kendini beğendirme yarışı için hazırlıklar başlar. Gençler: Şiirin, rüzgârgülü gibi, insanı nasıl serinlettiğini keşfetmişti… Cep telefonlarının hâkimi başparmaklar, şiirin yollarına düştü, diye seslenir yazarımız dizelerden.
Bazı çocuklar çok duyarlı öyküde. Anne-baba ayrılar. Nisan, evdeki yalnızlığın daha fazla büyümesini istemediğinden erken büyümüş. Ne kadar sevgiye doysa da, dedesinin köşe yastığı, anneannesinin sütlaç tabağı, annesinin menekşesi olsa da, o başka…
Nisan, yarışmanın ortasında Can Yücel’in Hayatta ben en çok babamı sevdim şiirini dinlerken ne hissetti, ne yaşadı? İnsan derdini kimseye söyleyemezse ne yapar, okunmalı!
Şık Makas Dikimevi, bence bu öykü tek başına bir çocuk romanı olmalı. Çünkü içinde birbirinden çarpıcı pek çok öykü barındırıyor… Detaylar, karakterler, sahici diyaloglarıyla çok nitelikli bir çalışma.
Çocukların düş kırıklıkları bazen bir ömür sürer. Tahir’in damat olma hayali öyle midir? Oysa o kurt olsa, Tahir koyun olmaya razıdır. Ama Burcu, Gelin olacağım, dedi. Acaba gülüşünden öpülecek bir çocuk olduğunda, bakanlara içinden neler söyler Tahir?
Peki, içinde kıpır kıpır edenler nedir? Yoksa çocuk olduğu için çocuk tırtıllar mıdır onlar? Öfke, kanatların gölgesinden çıkarılınca, insan rahatlar mı? Hepsi güzel kitabımızda…
“Sonda E Topluluğu” Sunar, sanki o dayanılmaz sıcakları onlar boca ediyormuş gibi. Balkonlar, bahçeler sıcaktan yandıkça, büyükler kızıyor. Kime olacak, tabii ağustos böceklerine. Ee, haksız sayılmazlar. Onlar daha ağustosu beklemeden sazlarını alıp başlamışlar şarkıya. Neymiş, çocukların neşesini kıskanmışlarmış.
Firdevs Hanım, bir gün ağustos böceklerine öyle bir bağırmış ki çocuklar bile cıvıltılarını alıp evlere kaçışmış. Onun o dikenli sesi, mahallenin sokaklarına gölge düşürmüş.
Çocuklar evde boş durur mu hiç, piyesler, oyunlar onları bekler elbet. Evler ne hâle gelir bilinmez. Piyes bitmiştir. Perde kapanırken, alkışlar salona sığmaz. Oyuncular, seyirciler kucaklaşır. Birlikte mutluluklarını alkışlarlar.
Alkışlar, arkadaki çam ormanlarına uzandı. Daldan dala atlayan bir sincap, Bana mı bu alkışlar? diye bakındı. Yavru bir kuş ilk uçuşunu yapıyordu yuvada. Alkışlıyorlar beni, diye sevindi. Kanatlarını daha bir güçlü çırptı. Körfezde, oltanın yemine kanmayıp yoluna devam eden balıklar da aldı payını alkışlardan. Sokak satıcısının arabasında turfanda kirazlar kıpırdadı mı ne? Bu alkışa madalya, çocuklara küpe olmak için…
Elbette yine çıkacaklardı sokaklara, bahçelere. Yine oynayacaklardı oyunlarını. Sesler seslere karışırken, Firdevs Hanım’ın da hanımeli kokulu bir sesle kendilerini izlemesini düşleyeceklerdi…
Öykülerinde yalnızca tek bir konuya odaklanmıyor yazar. Aile yapısı, toplumsal duruş, kültür, görgü, iyilik, kötülük, nezaket, ahlâk gibi kavramlar ince ince işleniyor satırlarda. Üstelik bütün gençlerin anlayacağı modern, keyifli, kusursuz bir dille başarıyor bunu.
Elleriniz dert görmesin sevgili Gürsen Özen.
- Lokumlu Masa
- Yazar: Gürsen Özen
- Türü: Çocuk Öykü
- Baskı Yılı: 2020
- Sayfa Sayısı: 144 Sayfa
- Yayınevi: Günışığı Kitaplığı
- LOKUMLU MASA - 1 Temmuz 2021
- SEKE SEKE UÇTU ÖYKÜLER - 8 Mayıs 2021
- BÜCÜRÜK’LE BÜYÜCÜ ABLASI - 6 Ekim 2020
FACEBOOK YORUMLARI