Martin Eden zaman kaymaları ile kahramanın önceki hayatına sıçramalar yaparak geçmişinden geleceğine uzanıyor ve çok etkileyici bir şekilde sonlanıyor.
Siz hala Martin Eden’i okumadınız mı? Yok yok eminim çoğunuz okumuştur. Bunu bu kadar geç okuduğum için pişmanlığımdan kendime yazdım. Ancak kızımın benden çok önce okumuş olduğunu öğrendiğimde de acayip gururlandım. Böyle karışık duygular işte.
Martin Eden 1909’da Jack London tarafından yazılmış. Oysa yeni yazılmış bir kitap gibi okuyorsunuz. İnsan ruhunun derinlikleri tabii ki asırlar geçse bile değişmiyor. Hırs, tutku, aşk, nefret. Hiç değişmeden dünyayı ve insanlığı sürükleyen o içimizdeki gizil mecralar. Kitabın ana izleği bütün bu duygularla harmanlanmış yazma tutkusu üzerine. Yazma tutkusu ve eylemi de kadim bir varoluş şekli. Kitap bu tutku ile yazın dünyasına girmek için inatla verilen mücadeleyi ve bu mücadelede karşısına çıkan engelleri oldukça duygusal ve sürükleyici bir şekilde anlatıyor. Yazma tutkusu ile verdiği bu mücadelede karşısına çıkan en önemli engel toplumsal sınıf farklarının oluşturduğu o acımasız yüksek duvarlar. İşte ve aşkta o duvarlara çoğu kere çarpılıp parçalanır insanlar. Hatta aşar gibi olur belki de aşar ama yine de parçalanır. Aynen Martin Eden’in sonu gibi.
Martin kitap boyunca inatla sebat ettiği bu yazma serüveninde yoluna engel çıkaranlara duyduğu öfke ile daha da çok bileniyor. Masatla bilenen pırıl pırıl keskin bir bıçak gibi. Açlıkla bilenen doyumsuz iştahlar gibi. Bu kıyasıya bilenmişlik ile gittikçe kabaran hırsı ve öfkesi sayesinde bir zaman sonra istediği gibi edebiyat dünyasına girmeyi başarıyor. Ama vardığı yere yığılacak kadar çok yorgun, her şeyden ve kendinden vazgeçmiş vaziyette. Bu yorucu serüven sadece yazma sürecinde değil ölümsüz hissettiği aşkında da böyle. Âşık olduğu kız (Ruth) ile arasındaki uçurumvari bir sınıf farkı ona hep bu uçurumun kenarında olma tedirginliğini yaşatıyor ve çoğunlukla da mutsuz. Ben Martin’in aşkını okurken bu anlattığının aşktan ziyade, kendi ifadesiyle yukarıdaki diye tanımladığı güzel bir kadına erişme hırsı olarak düşündüm. Hayatından bu kadar çok kadın geçmiş üstüne üstlük şiir ve sanat düşkünü bu kadar romantik bir karakterin ilk olarak Ruth’a âşık olması garip geldi. Tabii ki bu benim düşüncem. Tartışılabilir. Ama tartışılmayacak bir şey varsa günümüzde de olduğu üzere Martin gibi hiçbir çevresi olmayan genç yetenekli bir yazarın kendini kıdemli yayınevlerine kabul ettirmesi zor neredeyse olanaksız. 1900lü yıllarda da öyleymiş. Sayfa 219 da çeşitli dergilere defalarca yazdığı makalesine en nihayetinde olumlu cevap gelince vallahi ben Martin Eden’den daha çok heyecanlandım. Yazar okura o duyguyu o kadar iyi geçiriyor yani.
Bakın dergi ve kitap editörleri ve hatta kitap tanıtımı yapanlar için Martin Eden oldukça sert şeyler söylüyor. “Düşündüklerini sanan bu düşünce yoksunu yaratıklar, gerçekten düşünebilen birkaç kişi hakkında hükme varıyorlar. Edebiyatta başarıya açılan her kapıyı bu bekçi köpekleri, başarısız yazarlar tutmuş durumda. Özgün bir şey ortaya koyamamış bu adamlar özgünlük ve deha ile ilgili karar verme yetkisine sahip olmuş. Onları kitap tanıtımı yazanlar izliyor ki, onlar da aynı şekilde başarısızlık örnekleri” (syf. 272) Kendine sonuna kadar inanmış tutkulu bir yazar adayının haksızlık duygusuyla törpülenmiş bu öfkesi ve hırsı, bu zorlu yoldaki ruh halini ne kadar açıklıkla anlatıyor.
Kitap zaman kaymaları ile kahramanın önceki hayatına sıçramalar yaparak geçmişinden geleceğine uzanıyor ve çok etkileyici bir şekilde sonlanıyor.
Bu dünyadan Martin Eden geçmiş oluyor sonuçta. Tutkusu ile. Mücadelesi ile. Aşkları ile. Kaderine meydan okuması ile. Zaferleri ve yenilgileri ile.
Yoksa siz hala Martin Eden’i okumadınız mı?
- Martin Eden
- Yazar: Jack London
- Türü: Roman
- Baskı Yılı: 7. baskı – Kasım 2017
- Sayfa Sayısı: 435 Sayfa
- Yayınevi: İletişim Yayınları
- YOKSULLUĞUN DERİN HALİ: AÇLIK - 18 Mart 2021
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020
FACEBOOK YORUMLARI