İstanbul Kimin Şehri?
Düşüncelerin bu kitaptaki gibi geliştirilmesi, aslında dile getirilen görüşlerden de önemli.
İstanbul’dasınız. Belki yaşadığınız şehirdir orası; geçim derdiyle işe gittiğiniz sokaklar, çalıştığınız şirket, dostlarınızla buluştuğunuz evler oradadır. Belki de bir akrabanızı ziyarete gitmişsinizdir; daha çok televizyondan bildiğiniz bir kentte konuksunuzdur. Evde uyku hazırlıkları başlamış, siz pencerenin önünde oturmuş kitap okuyorsunuz.
Sevinçle ilerliyorsunuz sayfalarda. Uğruna ömrünüzden bir parça vermekten çekinmeyeceğiniz bir kitap okumanın, dolayısıyla, anlamlı bir zaman dilimi geçirmenin sevinciyle. On dokuz yazarın makalelerinin “İstanbul Kimin Şehri” adı altında toplanmasıyla oluşan önemli bir kitap bu. Araştırmalardan elde edilen bilgilerin işlenmesiyle geliştirilen düşünceler bilincinizde bir ferahlık yaratıyor.
Düşüncelerin böyle geliştirilmesini, dile getirilen görüşlerden daha önemli buluyorsunuz. Konuya böyle yaklaşılması, konunun kendisinden daha çok ilgilendiriyor sizi. Çeşitli ortamlarda ve çeşitli yayınlarda sürekli kanaat bildiren, her şeyi küçümseyerek eleştiren ama neyi savunduğu anlaşılamayan, bilgilerini hiç sorgulama gereği duymayan insanlardan nasıl da bıkmışsınız! “Düşünce açıklamak” için değil de “düşünmek” için edilen sözleri, böyle kitapları, böyle incelemeleri nasıl da özlemişsiniz!
Birçok konu kafanızda daha derli tolu hale geliyor. İstanbul’un dünyadaki diğer büyük şehirlerle ortak yönlerini, farklarını, bunların tarihsel süreç içindeki oluşumunu en azından kısmen anlıyorsunuz. Aynı şekilde, ülkedeki diğer şehirlerle benzerliklerini, bambaşka yönlerini, etkileşimlerini de.
GECEKONDUDAN KAPALI SİTEYE
Hemen her bölümü okurken, kitaptaki en önemli sayfaların onlar olduğunu düşünüyorsunuz. Ama galiba, gecekondu meselesiyle ilgili kısım algınızda kalıcı bir etki bırakacak. Artık geçmişte kalmaya başlasa da gecekondu olgusunun bugünkü İstanbul’u anlamak için belirleyici olduğunu görüyorsunuz. “Bir zamanlar İstanbul’da gecekondular vardı.” diyorsunuz.
4 Haziran 1948’de, Hürriyet gazetesinde, Cemil Topuzlu’nun “İstanbul giderek büyük bir Anadolu köyüne benzemekte” diye yazdığını okuyorsunuz. Bu, köylerden gelen göç ile ilişkili olarak insanların kentlileşmeden kentlerde yaşamaya başlaması üzerine kayıtlara geçmiş ilk söz. Belki o günlerde pek önemsenmemişti ama sonraki yıllarda İstanbul’un ve dolayısıyla ülkenin en önemli meselelerinden birini işaret ediyor: 50’lerde devam eden, 60’larda hızlanan, 70’lerde sosyal ve siyasal hayatı ciddi biçimde etkileyen ve 80’lerde, Cumhuriyet tarihinin en şiddetli, en etkili, en yasakçı askeri darbesinin bile durdurmaya gücünün yetmediği gecekondulaşma süreci.
Bütün siyasetçiler, bütün seçimlerde, gecekonduda yaşayan insanların sorunlarının çözüleceğini, imar aflarının çıkarılacağını vaat ediyorlar, ama yeni gecekonduların yapılmasına izin verilmeyeceğini açıklıyorlar. Ahmet İsvan gibi sosyal demokrat belediye başkanları da sorunun kökten çözümü için çeşitli girişimlerde bulunuyor. Bazen merkezi hükümetle uyumsuzluk bazen başka nedenler işin içine giriyor, sorun hiçbir şekilde çözülemiyor. Ve 80’li yılların ilk yarısında, gecekonduda yaşayanlar, İstanbul nüfusunun yarısını aşıyor.
Doğrusu, kitaptaki bu en zengin ve en önemli bölümün daha da ayrıntılı irdelenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Bazı aydınların sahte halkçılığı, yoksul insanların barınması meselesinden konunun bir ölçüde yağmacılığa kayması, kapışma tarzının yayılması, hatta 90’ların belediye başkanı, 2000’lerin başbakanı, 2010’ların cumhurbaşkanı olan kişinin de, aynı “önlenemezlik” durumuyla, bu gecekondu kesiminden çıkması gibi gelişmeler üzerine kapsamlı analizler bekliyorsunuz.
İşin tuhafı, onca sosyal girişimin ve onca yasağın başa çıkamadığı gecekondulaşma, “içeriden yöneticiler” döneminde sona eriyor. Aslında 12 Eylül darbesinin ve 80’lerde yerleşmeye başlayan liberalizmin bir tür devamıdır yaşanan. Dinci yöneticiler eliyle “piyasa”nın kontrolsüz egemenliği tamamen yerleşiyor. Zaten kent merkezlerinde yapılaşmaya uygun yer kalmamış ve çeperlerin de yağmalanması tamamlanmış durumda. Kitapta dikkat çekildiği gibi, “Şehrin gürültüsünden kaçmak ve kendine ‘güvenlikli’ bir alan inşa etmek isteyeler” piyasa çarklarını harekete geçiriyor, “kentin yakınlarında ama dışında çok sayıda küçük yerleşim adacıkları” ortaya çıkıyor.
Yani gecekondu sorunu, yoksul halk adına veya kültürel yozlaşmayı önlemeye yönelik estetik kaygılarla değil, rant fırsatı nedeniyle “aşılıyor”.
BİLGİLER, ÇAĞRIŞIMLAR, DÜŞÜNCELER
Dikkatinizi yoğunlaştırmayı gerektiren böyle bir kitabı okumanın elbette biraz zorluğu da oluyor. Gözleriniz kadar zihninizin de yorulduğunu hissedince, kısa bir ara vermek için başınızı kitaptan kaldırıyorsunuz. Pencereden dışarıya bakıyorsunuz. Serilip giden gecenin içinde ışıklar. Elinizde tuttuğunuz onlarca, hatta yüzlerce yılın İstanbul’u ile dışarıdaki İstanbul, birbirlerine öylesine yakın. Öylesine uzak.
Aşağıdaki sokak lambaları, insanların evlerine gitmek için koşuşturduğu kaldırımları aydınlatıyor. Aynı esnada, aynı sokaklarda, evine dönmek istemeyen genç kız, ekmek alamamış adam, nişanlısının evine koşar adım ilerleyen delikanlı birbirlerinin yanından geçiyorlar. Birbirlerini görmüyorlar.
Karanlık gecenin içindeki pencere ışıklarına da bakıyorsunuz. Perdeleri çekilmiş, açık bırakılmış, içinde gülünen, ağlanan, ulaşılmak istenen, kurtulmak istenen, sessiz, gürültülü odalardan dışarıya taşıyor o ışıklar.
O odalardan birinde, bir kadın, çocuğunu hırpalıyor. Çocuk bilemiyor asıl nedeni. O saate kadar eve gelmemiş olan babasından dolayı, annesinin öfkeli olduğunu.
O odalardan birinde, bir adam karısına bağırıyor. Şiddetle atışıyorlar. İkisi de değmeyecek bir konu olduğunu hissediyor ama devam ediyor. Biraz önce, kadının, ertesi gün alışveriş yapmak gerektiğini söylediğini hatırlamıyorlar. Sonra adamın, başka bir vesileyle patlamasını açıklayamıyorlar.
O odalardan birinde, bir kız çocuğu, öksürüğünü tutmaya çalışıyor. Öksürünce babası kızıyor diye.
O odalardan birinde, bir adam, evlerinde bulunan annesine hissettirmeden, karısından özür diliyor, sabahki sözleri için. Kayınvalide anlıyor.
O odalardan birinde, bir genç kız, televizyonun sesini daha da açıyor. Üst kattaki aile kavgasının gürültüsünü bastırmak için ekrandan gelen silah seslerini yükseltiyor.
O odalardan birinde, bir çocuk, odanın kapısı aralanınca, uyuyormuş gibi gözlerini kapıyor. Kandırıkçılık yapıyor annesine.
Sonra, romancıların konusu olan penceredeki bu dünyadan tekrar bilime dönüyorsunuz; elinizdeki kitabı okumaya devam ediyorsunuz. Birçok hikayeye, birçok düşünceye çağrışım yapan güçlü makalelere dalıyorsunuz.
- İstanbul Kimin Şehri?
- Metis Yayınları
- Mart 2016
- 405 sayfa
- Hazırlayanlar: Dilek Özhan Koçak, Orhan Kemal Koçak
- Makaleler: Ayşe Akalın, Bahar Aksel, Murat Asker, Şükrü Aslan, Erbatur Çavuşoğlu, Tahire Erman, Emine Onaran İncirlioğlu, Evrim Kavcar, Dilek Özhan Koçak, Orhan Kemal Koçak, İnci Olgun, Ebru Soytemel, Julia Strutz, Besime Şen, Hande Tekdemir, Nilay Ulusoy, Deniz Ünsal, Eylem Yanardağoğlu, Sibel Yardımcı
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017
FACEBOOK YORUMLARI