
Osman Balcıgil bu kez de ilk kadın gazetecilerimiz ve yazarlarımızdan biri olan Suat Derviş’in biyografik romanını kaleme alıyor. Bizler de Kitap Eki okurları için yazarın İpek Sabahlık: Bir Suat Derviş Romanı ismiyle yayımlanan son kitabı ve genel olarak yazın hayatı üzerine konuştuk.
Osman Balcıgil’i öncelikle işinde oldukça başarılı bir gazeteci olarak tanıdık. Ulusal gazete ve televizyonlarda yıllarca muhabirlik yaparak Latin Amerika hakkında yaptığı “İnkaların Torunları Şaşkın” başlıklı çalışma, Gazeteciler Cemiyeti tarafından yılın röportajı seçildi. Gazetecilik alanındaki başarılarını Latin Amerika, Anayasa ve daha bir çok konuda çalıştığı araştırma kitapları ile de gösteren Balcıgil, sonradan karşımıza edebiyatçı yönü ve romanları ile çıktı.
Sabahattin Ali’den Nazım Hikmet’in annesi Celile’ye, hayatımıza dokunan, hayranlık duyduğumuz birçok ismin ve coğrafyanın romanını yazan yazar, kısa sürede edebi yönüyle de tanındı ve sevildi. Yazarın geçtiğimiz günlerde Destek Yayınları etiketiyle bir kitabı daha raflarda yerini aldı.
Yazar bu kez de ilk kadın gazetecilerimiz ve yazarlarımızdan biri olan Suat Derviş’in biyografik romanını kaleme alıyor. Bizler de Kitap Eki okurları için yazarın İpek Sabahlık: Bir Suat Derviş Romanı ismiyle yayınlanan son kitabı ve genel olarak yazın hayatı üzerine konuştuk.
- Öncelikle röportajımıza klasik bir soruyla başlayalım. Osman Balcıgil nasıl biridir ve edebiyatla olan ilişkisi nasıl başladı?
Nasıl biri olduğum aslında biraz zamana ve zemine göre değişir. Her duruma uygun bir davranışım yok. Bulunduğum ortam, konuşulan konu, havanın durumu, fonda çalan müzik… Her şeyden etkilenirim. Nasıl biri olacağım “durum”a bağlıdır. İyi, daha iyi, çok iyi olabilirim. Kızdığım, çok kızdığım, kızmaktan deliye döndüğüm durumlar vardır. Sakin, sevecen, anlayışlı olduğum zamanlar da olur.
Edebiyat olduğunu bilmeden darmadağın bir biçimde, ortaokulda başladı edebiyata merakım. İlkokulda başladığım çizgi romanların yerini kısa zamanda önce polisiyeler ve aşk romanları aldı. Sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın klasikleri geldi. Liseye başlamadan roman okuma hastalığına yakalanmıştım, diye hatırlıyorum. Ardından Tolstoy, Dostoyevski, Balzac ve Dickens damarlarımda dolanmaya başlayınca iflah olmaz bir edebiyat sever halini aldım. Biraz benim çocukluk ve gençlik dönemimin de etkisi var bunda. Dünya sinemasının on yıl geriden izlendiği bir dönemde, televizyonun tek kanallı olduğu, internetin hayalinin bile kurulamadığı, radyo ile yatılıp kalkıldığı günlerde, kitap ve özellikle de roman, kaçabileceğim en güzel alan olarak görünmüş olmalı. Sonraki yıllarda yayın dünyasına girince bu sefer bilinçli okumaya başladım. Ülkelerin edebiyatları, aynı sanatçının değişik yaşlarda yazdıkları, dönemlere göre edebiyat, Nobel kazananlar… Böylelikle daha iyi bir okur olma dönemim geldi. Bu esnada ben de yirmili yaşlarımı ortalamaya başlamıştım.
- Birçok romanınız var. Aynı zamanda gazetecilik ve televizyonculuk alanında da önemli çalışmalar yaptınız. Bu iki alan birbirini nasıl etkiliyor? Farklı disiplinlerde çalışmanın olumlu etkisi oluyor mu yazın üzerinde?
Bu iki alan birbirinden çok kopuk değil. Ben gazeteciliğe röportajlar yaparak başladım. Röportajın içinde kuşkusuz haber de yorum da olur ama daha önemlisi, edebiyata yaklaşan bir yazın türü olmasıdır. Bir konuşmamızda, Yaşar (Kemal) Ağabey röportajın bir edebiyat türü olduğunu söylemişti. Bu düşünceye derinden katılıyorum. Okuduğunuz iyi bir röportaj ise edebi bir haz alırsınız. Ben tüm röportajlarımda bunu yapmaya çalıştım. Sonraki yıllarda gazete, dergi ve televizyonlarda yöneticilik yaparken de işe göndereceğim arkadaşlarımdan hep bunu istedim. Bu nedenle olsa gerek, romana geçmem zor olmadı. Sade suya tirit yangın, cinayet, siyaset haberlerine takılıp kalmış olsaydım her halde roman yazmaya cesaret edemezdim.
Gazetecilik de romancılık da disiplin gerektirir. Kısa yazmak aslında daha zordur. Üç ya da beş sayfayla sınırlı bir alanda, insanlara bütün bilgiyi verirken oradaymış gibi de hissettirmeniz gerekir. Röportaj ancak böyle yapılırsa iyi olur. Öte yandan beş yüz sayfalık roman için de geçerlidir bu söylediğim. Sayfa sayınızın fazla olması, yayılmanızı gerektirmez. Disiplinse eğer söz konusu olan, burada da aynı özeni göstermelisinizdir.
Gazetecilikten romancılığa geçmiş olmamın bana sağladığı en büyük avantaj, nerede olduğumu unutarak masa başında uzun saatler oturabilmemdir. Sonra, neyi nerede bulabileceğimi iyi bilirim. Önemsiz gibi görünmekle birlikte bence önemli bir özelliğim, klavyeyi çok hızlı kullanmamdır. Düşünce hızında yazabilirim ve kırk yıl gazetecilik yaptığım için en baştan düzgün cümlelerle yazarım. Dönüp tekrar okuduğumda çok fazla düzeltilecek bir şey olmaz. Durmadan kağıt buruşturup çöp sepetine fırlatmam. Çünkü önceden bir plan hazırlarım. Bütün bunları, rahatlıkla gazetecilikten devraldığımı söyleyebilirim.
- İpek Sabahlık romanı, bir Suat Derviş romanı. İçinde Nazım Hikmet, Halide Edip ve daha birçok tanıdığımız sima mevcut. Onlar hakkında bir kurgu yazmak nasıl bir his?
Yazarken tıpkı sizin sorduğunuz gibi düşündüm. Aslında onların çok uzağında değildim. Benimle, benden otuz, kırk, bilemediniz elli yıl önce aynı sokaklarda, aynı caddelerde bulunmuş insanlardan söz ediyordum. Çok da uzun bir süre geçmeden onlarla aynı havayı teneffüs etme, aynı binalara girip çıkma şansını edinmiştim. Çok uzağımda değillerdi. Cümleleri, kelimeleri benim bulunduğum, nefes aldığım atmosferde asılı gibiydi. Nazım’la Suat Hanım’ın Filibe Köftecisi’nde yemek yediği masada ya da Suat Hanım’la Seyfi Bey’in Pandeli’de oturdukları cam kenarında onlardan yarım yüz yıl kadar sonra ben oturmuş, bir başka gazeteci arkadaşımla yarenlik etmiştim. Bu, kuşkusuz hem büyük kolaylık sağladı kitaplarımı yazarken hem de kendimi onlardan sorumlu hissetmeme yol açtı.
Öte yandan Celile’de, Yeşil Mürekkep’te ve İpek Sabahlık’ta adı geçen karakterler benim meslek büyüklerim, ağabey ve ablalarımdı. Bir gazeteci ve ilerleyen zamanlarda bir romancı olarak nöbeti onlardan devralmış gibi hissettim kitaplarımı yazarken kendimi. Bu sorumluluğumu tabii ki çok artırıyordu.
Kurgu olunca, bunu birkaç kez fazla hissediyorsunuz.
Böyleydi onlarla ilgili kurgu kitaplar yazmak.
- Bizim ülkemizde yaygın bir yanlış düşünce var. Okurlar, biyografik ya da otobiyografik romanların kelimesi kelimesine gerçekleri yazdığını düşünüyor. Halbuki bu romanlar yeniden kurgulanıyor. İpek Sabahlık için de bunu söyleyebilir miyiz? Romanın ne kadarı kurgu ve ne kadarı gerçek?
Bu, çok önemli bir soru. Eğer bir romanda gerçek kişiler ve kurgu varsa, bence okurlar öncelikle bunun tam olarak biyografi sayılmaması gerektiğini peşinen kabul etmeliler. Roman sözcüğü, yazara serbest davranma hakkı verir. Öte yandan romancı açısından da bir gerçek kişiden söz ederken onun hayatına girdiğini bilip bir beyin cerrahı gibi hareket etmesi beklenir. Beyin cerrahı yanlış bir davranışta bulunursa hastası ölür. Bir romancı da eğer kurguladığı gerçek bir karakter hakkında yanlış bir laf eder, imaj uyandırır ya da bilgi verirse karakteri öldürmüş olur. Bu kadar hassas bir iştir biyografik roman yazmak. Ben yazdığım her konuda dikkatliyim ama eğer yaşamış birilerinden bahsediyorsam bunu “hastalık” düzeyine çekerim. Bir insandan, önemli bir insandan, iz bırakmış bir insandan söz etmek hafife alınacak bir iş değildir.
İpek Sabahlık, Celile ve Yeşil Mürekkep’in büyük kısımlarının gerçek, yine büyük kısımlarının kurgu olduğunu söyleyebilirim. Nerelerinin gerçek, nerelerinin kurgu olduğunu iyi roman, edebiyat okurları ve tabiatıyla tarihçiler anlayacaklardır. Ötekiler için verebileceğim tek yüzde, ayaklarını uzatmaları ve romanın keyfini çıkartmalarıdır.
- Bu romanınız konusunda nasıl eleştiriler aldınız?
Roman henüz çok yeni. Sözlerine itibar edeceğim arkadaşlarımdan ve okurlarımdan kitabı okuyanlar çok az. Gelen eleştirileri sevdim. Neredeyse herkes beğendiğini söyledi. İlerleyen günlerde, bakalım daha neler söylenecek.
- Kitaplarınızda oldukça zor konuları tercih ediyorsunuz. Celile’nin, Suat’ın, Sabahattin Ali’nin hikayeleri, anlatılması oldukça zor hikayeler. Ancak siz kitaplarınızı, oldukça sade bir dille ve rahat okunacak bir tarzda yazıyorsunuz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
En başta konuştuğumuz konu işte tam da bunun cevabı. Ben gazetecilik kökenliyim ve bu mesleğin çok özel iki alanından geliyorum. Birincisi röportaj ve ikincisi de araştırmacı gazetecilik. Kendimde bu önemli isimleri mercek altına alabilme cesaretini, bu mesleki geçmişim nedeniyle bulabiliyorum. Yazma kısmından daha çok araştırma kısmı zamanımı alıyor. Sözünü ettiğiniz kitapların her birinde aylar, aylar, aylar süren araştırmalar var. Bunu yapmamış olsam masaya oturamam. Korkarım.
Öte yandan, yazmaya başladığım günden bugüne, okurlara okunası metinler vermek istiyorum. Benim yazdığım yazıları, türü ne olursa olsun insanlar saçlarını başlarını yolmadan okuyabilmeli. Edebiyat adı altında satılan o tumturaklı, özellikle zorlaştırılmış cümlelerle dolu insanı canından bezdiren metinlere okurken de burun kıvırıyordum, şimdi yazarken de burun kıvırıyorum. Bu demek değil ki fakir metinler yazılmalıdır ya da yazıyorum. Bir metnin zenginliği, onun özellikle anlaşılmaz hale getirilmiş olmasından kaynaklanmaz. Kelime hazineniz, benzetme, tasvir gibi konulardaki yeteneğiniz, ata sözü dağarcığınız, söylencelere olan düşkünlüğünüz ve daha birçok unsur, eğer varsa, yazı yazarken hep yanınızdadır ve zengin metinler ortaya çıkarmanızı sağlayan da asıl budur. Edebiyatmış gibi yapmanız değil. Sorunuzun cevabı da tam bu olsa gerek: Okunası metinler, romanlar…
- Biraz da genel konulardan bahsedelim. Türkiye’deki edebiyat ortamını nasıl değerlendirirsiniz? Tavsiye edebileceğiniz yazarlar var mı?
Bu, zor bir soru. Son on yıldır neredeyse sadece yazacağım konularda okuyorum. Geçen sene Suat Derviş’in, önceki sene Sabahattin Ali’nin eserlerinin dibine vurdum. Bu arada yazacağım tarihi dönemle ilgili tarih, siyaset ve sosyal hayat araştırmaları da yapmam gerekiyor. Bu nedenle, Türkiye’nin edebiyat ortamını değerlendirecek kadar güncel okuma yapamıyorum. Öte yandan, her gün onlarca kitap rafları dolduruyor. İyi bir edebiyat ortamı olmasa bu kadar üretim ve tüketim olur mu?
- İyi roman yazmanın sırrı nedir sizce?
Aslında, baştan beri anlatmaya, dikkat çekmeye çalıştıklarım. İyi roman yazmak için öncelikle iyi bir konu buluyorsunuz. Sonra masaya oturuyorsunuz ve yukarıda anlatmaya çalıştığım noktalara dikkat ederek ilerliyorsunuz.
- Son olarak okurlarımıza bahsetmek isteyeceğiniz yeni bir proje var mı?
Maalesef yok. Çünkü üzerimdeki yük yeni kalktı. Biraz nefes almak. Düşünmek istiyorum.
Güzel sorularınız için size teşekkür ederim.
![]()
|
- Sabahattin Ali’nin kitapları artık telifsiz - 3 Ocak 2019
- Ece Erdoğuş Levi her şeyi baştan anlatıyor - 17 Ekim 2018
- Özlem Özdemir yanıtladı: Ekonomik kriz yazarları nasıl etkileyecek? - 28 Eylül 2018