Bir yandan kapitalizmin küresel kötülüğü, öte yandan şairi tek kişilik devlete indirgeyen, şiirin vaadini devletulus’un vaadine indirgeyen muvazzaf şairler ortasında, “insan” kalmak için mücadeleden başka şansımız yok.
Sivas katliamı ve Hrant’ın katli kimi şairleri, yazarları, “suçüstü” yapma işlevi de gördü. Bu mesele, Sivas’ta kardeşlerimizin yakılması ve Hrant Dink’in taammüden öldürülmesi olayına makaleleriyle kavram, imgeleriyle, hınç, kötülük taşıyan aydın, şair, entelektüel kişilerle de ilişkilerimizi nasıl düzenleyeceğimiz meselesidir… Bu mesele, kapitalizme kötülük taşıyan şairlerin “şiirleri üzerinden” aklanıp aklanamayacakları meselesidir. Şairi şiirlerine mutlak hariç kılan bu zihniyet dünyası, bu kişileri dergilerde, ödüllerde, idare etmekte, festivallerde oturulup kalkılmakta, yüzlerine karşı konuşulup suçları yüzlerine vurulmamakta, sonuçta kötülük, yapanın yanına kâr kalmaktadır. Başka deyişle şiirin arkasındaki şair, ırkçı-milliyetçi veya şeriatçı kötülükler görülmemektedir. Bu noktada, İsmet Özel’in Sivas olaylarından sonra söylediklerini hatırlatmakta yarar var:
“Aklıma takılan şu: Aziz Nesin gibilerin kendilerini güvenlikte hissedebilmeleri için, Sırp (veya Grek, Ermeni Rus veya Amerikan) uçaklarını Sivas semalarında görmeleri mi gerekiyor?(…) Giderek olayların, Türkiye’de yaşayan insanları bir tercih karşısında bırakma ihtimali kuvvet kazanıyor: Ya Müslüman Türkiye veya hiç!” (İsmet Özel, Milli Gazete, 8 Temmuz 1993)
“İslâm kuvveden fiile geçiyor.(…) İslâmi dönüşümün, Türkiye için ideal bir toplum tasarımı olmaktan ziyade bir zaruret haline geldiği günden güne daha belirginleşiyor” (İsmet Özel/ Nokta, Sayı 11, 17 Temmuz 1993)
İsmet Özel’in yıllar sonra ırkçı-faşistlerce katledilen Hrant Dink için söylediği, “H. Dink, kendini feda etti mi, etmedi mi? Ya da zaten üzerine düşen bir yük müydü bu onun, görevi miydi? Bu işleri ben böyle değerlendiririm.” cümlesini ve cenazesine katılanlar on binler için söylediği; “Türkiye’nin devamına ilişkin kaygıları olmaması bir tarafa, Türkiye’nin devam etmemesi konusundaki planların da destekleyicisi olduklarını düşündüğünü” cümlelerini okuyarak, şiirleri üzerinden şairi idare eden, aklayan mekanizmanın sorgulaması şart. Devlet ve din dersinde öldürülenlerin acısına bakmaksızın, başkalarının varlıklarını, dillerini tanımaksızın nasıl bir şair, insan olunduğunu “şair idare mekanizmaları” oluşturanlar anlatmalıdır! Irkçı-dini kötülükle Hrant Dink’in öldürülmesiyle, dini-ırkçı bir kötülükle Sivas katliamın özü aynıdır. Dinin ve dini zorun, ırkçı ve faşist zorun tarihteki rolünün edebiyata dâhil bir yüzleşme alanı olduğu atlanarak bu muhabbeti ilerletemeyiz. Ece Ayhan’ın, “Devlet ve şairleri, iki kara kaşık gibi iç içe uyurlarken” dizelerini anımsatmak isterim.
Tarihin bizlere bıraktığı ipucu, soruların ölümsüzlüğü, cevapların ölümlülüğü, olarak okunabilir. Maddenin ve mananın bilgisinin ve bilincinin bizi kuşattığı zamanın aklı, maddenin öldüğü, mananın ezel ve ebet olarak tahta kurulduğu doğrultusunda bir metafizik vaaz olarak günümüz şiir arastasında da yürürlüktedir. Hâl böyle olunca, bir yandan kapitalizmin küresel kötülüğü, öte yandan şairi tek kişilik devlete indirgeyen, şiirin vaadini devletulus’un vaadine indirgeyen muvazzaf şairler ortasında, “insan” kalmak için mücadeleden başka şansımız yok. İktidarlardan ve devletlerden uzun süren dilleri zorla iskân, asimilasyon kazığına, bağlayıp devletleri tarihin çayırına salmak, mağdurları travmaya sokan tarihsel bilgileri zorla resmi tarih kazığına bağlamak, resmi tarihçilere dönüşmüş resmi şairleri huzura salmak geleneği içinde bir şair için en kötü/yanlış ölüm milliyetçi-ırkçı olarak daha yaşarken ölmesidir.
Sivas katliamı sonrasındaki edebi-siyasi konumlanışlar farklı kavrayışları da su yüzüne çıkardı. Ayhan Songar, 6 Temmuz 1993 tarihli Türkiye Gazetesi’nde “Pir Sultan Abdal muannit (inatçı) bir Türk ve Osmanlı düşmanı. İşi gücü, zamanında İran ve Osmanlı devleti arasındaki ihtilafı körüklemek ve Anadolu halkını tahrik etmekti. Onu, kalkıyor ‘halk ozanı’, ‘mutasavvıf şair’ diye gösterip, adına şenlikler düzenliyoruz. Sonra, her yanı ile ne olduğu belli Aziz Nesin’i getirip orada konuşturuyoruz” cümleleriyle, Pir Sultan Abdal’ı imgeleminde nasıl canlandırdığını itiraf etti. İktidar karşıtı Ece Ayhan’ın imgeleminde ise Pir Sultan Abdal bir başka değere/müjdeye denk gelir:
“Bektaşi menakıpnamelerinde Pir Sultan Abdal’ın kız kardeşi ‘Ecemi Sivas’ta astılar’ der. 1993 Temmuz’unda Pir Sultan Abdal bir daha asıldı. Tarihte önemli şairler iki kere asılırmış.” (Ludingirra, Sayı 1)
Sonuç olarak Sivas katliamından söz eden her yazının, büyük insanlık ve adalet adına bir “suç duyurusu” olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak ve bir alıntıyla bitirmek isterim:
“Suçları unutmamalı, kayıtlarını muhafaza etmeliyiz. Suçluların ilk işi bunları yok etmektir zaten. Bu efendiler yalnızca masum katletmezler, hafızayı da maktul ederler. (…) Bu aşırı silahlanmış tiranlar askeri ya da iktisadi her savaşı kazanabilirler. Ama kaybettikleri bir savaş var ki, ismine kendileri ‘İletişim Savaşı’ diyorlar. (…) Gitgide daha çok insan ‘hayır!” diyor. Sonuçta bu, yenilgileri, tiranlıklarının sonu olacak. (…) İşte kayıt tutmanın, muhafaza etmenin, hatırlamanın aciliyeti bundandır. İşledikleri suçlar unutulmayacak, her kıtada ağızdan ağza dolaşacak. Her geçen gün daha çok insan ‘hayır’ diyecek. Çünkü bu gün korumaya niyetli olduğumuz ve sevdiğimiz her şeye ‘evet!’ demenin tek önkoşulu bu…”
(John Berger’in Irak Dünya Mahkemesi’ne gönderdiği metin)
- Evinin duvarına gömülen şair - 28 Temmuz 2018
- Çağın dedikodusu; şiir siyasetin, siyaset şiirin nesi olur? - 26 Haziran 2018
- Gitmek Ama Varamamak, Uçmak Ama Konamamak - 8 Nisan 2018
FACEBOOK YORUMLARI