Coetzee’nin Utanç romanı; her gün yaşadığımız, gördüğümüz ama bir yerden sonra hissetmekten vazgeçtiğimiz insana dair neredeyse tüm kavramları adeta elini beynimize ve yüreğimize sokarak ortaya çıkarıyor.
Coetzee’nin Utanç romanı; her gün yaşadığımız, gördüğümüz ama bir yerden sonra hissetmekten vazgeçtiğimiz insana dair neredeyse tüm kavramları adeta elini beynimize ve yüreğimize sokarak ortaya çıkarıyor. Unuttuğumuz bu hisleri hatırlamalı mıyız yoksa unutmak çağın gereği diyerek kendimizi kutlamalı mıyız? Bu soruyu romanın başkarakteri David Lurie’nin yaşadıklarını ve iç dünyasını okuyarak cevaplayamayız ama romanı okuyarak sorunun canlı kalıp cevap arama serüvenini devam ettirebiliriz.
Evet Utanç, sorular sorduran bir roman olarak karşımıza çıkıyor. 1999 basımı roman değişik tasarımlarla Can Yayınları’ndan çıkmaya devam ediyor. Ben 14. Basımını okuma fırsatı buldum. Coetzee Utanç ile 1999 yılında Man Booker ödülünü almış. Yazar bildiğiniz üzere 2003 Nobel Edebiyat Ödülünün de sahibi.
“Özgürlük” ve “biricik ben”
Utanç romanı; sistem tarafından bizlere dayatılan “özgürlük” ve “biricik ben” kavramlarının Profesör Lurie tarafından içselleştirilmesi ve “utanma” mekanizmasını boşa çıkarmak için giriştiği tepkisiz savunma ile başlıyor. Güçlünün zayıf karşısında takınması gereken etik ve ahlak kuralları Lurie’ye göre gereksiz. Bu tutumunu bir yandan üst insan kavramı sularında gezerek bir yandan da insanın sadece bir hayvan türü olduğunu belirterek rayına oturtmaya çalışsa da olaylar karşısında git gide küçülüyor ve bir çiftlikte yaşayan kızının yanına gidiyor.
Romanın bu diğer katmanında Güney Afrika’nın gerçekleri ile karşılaşıyoruz. Siyahilerin statüleri ve beyazların üstünlük kaygıları Lurie’nin kızı Lucy’nin çiftliğinde ilk karşımıza çıkanlar. Kırsal hayatın kendine özgü kurallarını kabullenmekte zorlanan Lurie yeni bir mekanda, farklı insanların olduğu bu ortamda düşüncelerini savunmaya ve temellendirmeye çalışmaya bir hayvan barınağında Lucy’nin arkadaşına yardım ederek devam ediyor.
Okur belki de bir pişmanlık, farklı açılardan düşünme çabası beklerken Lurie’nin bu tavrı bir olayın patlak vermesine sürüklüyor. Evet, romanı okurken meydana gelen şiddet dolu, acılı olayın Lurie’ye ders vermek için yazar veya Tanrı tarafından özellikle yaratıldığı hissi sizleri de sarabilir. Olaydan sonra Lucy’nin başkaları adına utanma ve belki de absürd felsefesine uygun kabullenişi Lurie’nin farkında olmadığı omuzlarındaki yükü fark etmesini az da olsa sağlıyor. Tek bir varoluş biçimi olmadığını ve mekanın, olayların, insanların birçok farklı biçimde var olabileceğini Lurie ile birlikte okuyucu olarak bizler de özümsüyoruz.
Utanç, Edebiyat Haber’in insan beynini etkileyen on roman listesinin içinde. Belli bir kaynağa dayandırılan bu liste, roman kahramanıyla okurun kendini özdeşleştirmesinin insanın hayal dünyasını zenginleştirdiği ve dolayısıyla beyne iyi geldiği savına dayandırılıyor. Bu açıdan bakılırsa ben Utanç’ta; Lurie, Lucy ve belki de Petrus ile kendimi özdeşleştirmesem de onların ısrarla ortaya koydukları karakterlerinden etkilendim diyebilirim.
Son bir not, Coetzee’nin bu kitabı film haline getirilmiş ve başrolünde John Malkovic oynuyor.
|
- Kaosun Kalbi Üzerine - 9 Nisan 2020
- PLATONOV’DAN YAŞAYAN VE ÇÜRÜYEN ÖYKÜLER - 12 Şubat 2020
- VAHŞİ BATI OYUNU ÜZERİNE - 19 Ocak 2020
FACEBOOK YORUMLARI