
Aziz Bey Hadisesi; tıpkı tufanın dünya metabolizmasında bıraktığı ortak acı hissi gibi, gözlerimi yokladı gitti.
Öyle elden ayaktan düşmüş, tıraşçısını bekleyen kalemlerin yazacağı cinsten bir yazıya can vermek istemiyorum. “Canı çıkasın!” Aziz bey tir tir titretti parmaklarımı. Altı üstü 88 (yazıyla seksen sekiz) adet sayfayı hiçbir yere sığdıramadım. Başka başka hadiselere kapı araladı aklım, hikayenin barındırdığı acıların sıradanlığını sindirmeye çalışırken. Kendimden utandım. Dünya klasiklerine ve tarihsel metinlere o kadar gömülmüşüm ki; insanoğlunu çözmeye çalışırken harcadığım enerjinin gözlerimi kör ettiğini Aziz Bey Hadisesi’yle fark ettim. İnsanlık, Papalagi’de bahsedildiği gibi taştan kutulara giriş yolu açan kelebeklerin ardındaki kelebeklerin ardında: terk edilişleri, sevişmeleri, kırıntı paylaşımları, kavgaları, jilet kesiği hayalleri ile canlı kanlı (çoğu kez kanlı) nefes alıp vermeye devam ediyor. Bir önce okuduğum kitapta rastladığım, sinir uçlarımın çılgınca uyarılmasına sebep olan, kelimelerin bir araya başka zaman gelse bu kadar adam akıllı cümle oluşturamayacağı o kelli felli kelam yığınını sizinle paylaşmak istiyorum;
‘’Nasılsa dünyada eşitsizlik var. Ne olacak ki? Tufandan korkmuyorum. Hatta tufan, kıyamet bana mutluluk veriyor. O zaman tüm insanlık eşit olacak. Herkes ama herkes acı içinde koşturacak. Papazlar, hakimler, milyonerler, fakirler. Herkes acıda eşit olacak. Eşit olmak acı ile de olsa güzel.‘’
Aziz Bey Hadisesi; tıpkı tufanın dünya metabolizmasında bıraktığı ortak acı hissi gibi, gözlerimi yokladı gitti. Çıkılacak içsel yolculukların ruhunuzda oluşturacağı deformasyon Aziz Bey’in tamburuyla tedavi edilecek, Beyrut sokaklarında silik adımlarını aradığı kaşı gözü kara sevdasının peşinde terleyecek, Ermeni Toros’un meyhanesinde İstanbul hasreti ile eriyecek, geride bıraktıklarının üstüne çektiği kırık camlı kapının ardında olanları göz yaşları içinde okuyacaksınız.
Son paragraf. İşin romantizm kısmı
Kitap bittikten hemen sonra kontrolsüz bir şekilde, elim sigarama gitti. Manzarası güzel, geniş tabanlı, koltuklarının popoya değen kısmı yumuşak güzel bir yaz akşamı falan değil. İlk bulduğum boş odanın camından belime kadar sarkarak, üçüncü kattan aşağı (apartman boş mu dolu mu bilmem?) salya sümük küfür ede ede içtim tütünümü. İyi geldi. Şimdi dikilse karşıma Meyhaneci Zeki’yi itin kuyruğuna dolardım. Tütün ve hikaye aynı anda bitmiş hissine kapıldım, sakinleştim. Daha öncede yaşamıştım bu durumu Sabahattin Ali’nin bir romanında (Türk edebiyatına zaman ayırmanın vakti çoktan gelmiş)
Ayfer Tunç’un Adapazarı doğumlu olması ve kitabı tavsiye üzerine okuyor olmam bana ayrı bir keyif verdi.
Gelelim hikayenin şahsına münhasır kurgusu ve okuyucuya subliminal acı enjekte eden iğne uçlu paragraflarına. Aziz Bey’in yaşadığı aile ortamı doksanlı yılların aile prototipi denebilecek kadar gerçekçi ve sıradan (Aziz Bey’in acısının damarlarınızda hızla dolaşmasının en büyük sebebi bu lanet olası sıradanlık.) En azından benim büyüdüğüm mahallede Aziz Bey’in babası gibi despot, dediğim dedik, dertlerini sadece rakı kadehleri ile paylaşan ve annesi gibi sessiz, umutlarını, hayallerini evladının iki dudağının arasına gömmüş çok insan vardı. Ve Aziz Bey sevdasının pembe mektuplarına feda edip, camını kırarak vurup çıktığı kapının ardında hasretlerini, umarsızlığını, heveslerini bıraktı.
Beyrut’un ücra otel odalarından birinde geçirdiği, ömrü boyunca unutamayacağı üç gün, Toros’un meyhanesinde geçirdiği aylardan daha az yara bırakmayacaktı ruhunda.
Eve dönüş için biriktirdiği para, İstanbul hasreti… Hiçbir şey bıraktığı gibi kalmaz ki insanın.
Tamburi Üstadı Aziz Bey’in hikayesini okuyun. Hem de şiir okur gibi sesli okuyun. Okuyan kadar dinleyene de aynı hazzı yaşatacak bir enerjiye sahip.
Kimsecikler yoktu aslında. O hep var zannetti. Yemeği önüne, sırtı sırtında, parmak izleri tamburunda olduğu sürece iyiydi her şey. Sevgi, ölüm, hasret, mücadele, ekmek kavgası, sanatçı egosu, dik başlı tavırları hepsi sıradandı. Yaşadığı şehrin sokaklarıyla birebirdi hal bu ki. Her gün geçtiği sokakları ayaklarının altıyla ezenler bir gün ona da aynı muameleyi yapacaktı. Düşünemedi. Gün be gün biriken dertlerini işlediği namelerini dinlemek isteyen var mı diye sorgulamadı. Bir gün kederi ile boğduğu insanların masasında bulunca kendini. Ah Aziz Bey…
Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
İyi okumalar dilerim..
![]()
|
- Tarihimizin yazılı hafızası: Ölüyordum Geçerken Uğradım - 25 Mart 2019
- Lizbon’un Son Kabalacısı - 26 Şubat 2019
- Herkes Haklı Olduğunda Her Şey Yitirilmiştir… - 23 Mayıs 2018