Walser’in Hıçkırıkları

“Haydut”, Robert Walser hayranlarını bile zorlayacak anlatım tarzıyla ezber bozan bir roman

KİTAP-KAPAĞI-Robert Walser-HaydutAlman dili ve edebiyatının en büyük yazarları arasında gösterilen İsviçreli yazar Robert Walser’in son romanı “Haydut”, ölümünden çok sonra keşfedilmiş ve ilk kez 1972 yılında yayımlanmıştı. Diğer üç romanındaki gibi “Haydut”ta da uyumsuz bireyin toplumla ilişkisini, daha doğrusu boğuntusunu anlatıyor Walser.

Anlatıyor demek pek doğru sayılmaz. Anlatmaktan ziyade anlatma girişimi demeliyim. Çünkü lafı evirip çeviren, büyük sözler söylemek isterken anlatacağı mevzuyu ıskalayan, bir türlü konuya giremeyen bir anlatıcı tarafından aktarılıyor hikâye. Anlatılmaya çalışılansa çevresi tarafından Haydut diye anılan bir adamın hayatından bölük pörçük parçalar. Ancak sayfalar ilerledikçe anlatıcı ile Haydut arasındaki mesafenin kaybolduğunun farkına varıyoruz. Bir adım sonra -hayat hikâyesinin etkisiyle- yazar Robert Walser’i de katılıyor aralarına. Anlatanlarla anlatılanın kimlikleri birbirine karışıyor.

Peki, kimdir bu Haydut? Hırsız mı, katil mi, düzene başkaldırmış bir eşkıya mı, tefeci mi, insafsız bir tüccar ya da gaddar bir yönetici mi? Hiçbiri; Haydut, lakabıyla varlığı arasında doğrudan bir ilişki kurulmayacak kadar naif, kibar, kendi halinde, mutluluğu ve aşkı arayan genç bir adam. Özgürlük çağrışımı yapan her türlü duygu, düşünce ve davranışı düzen için tehlikeli addeden muhafazakâr bir toplumdur ona “Haydut” yaftasını yapıştıran. Öyle ki kimilerine göre “Haydut, “beş parasız bir hayırsız”dır; değer bilmeyen ve başarısı olmayan bir “parya”dır; Bern kaldırımlarını “Yaşasın komünizm!” naralarıyla inleten “densiz heriftir”. “Yaşamak ve hayatını huzur içinde geçirmek için önemli olan şeyden” yoksundur. “Üyesi olduğu topluma karşı görevini” yerine getiremez. “Burjuva düzenine edeplice ayak uydurabilmeyi” asla başaramaz. O daha ziyade -anlatıcının deyişiyle- “hâlâ büyümekte olan ve sanki insan dediğinin beş dakikada hazırlandıktan sonra hemen tüketilsin diye satışa sunulan bir poğaça olması mümkünmüş gibi, dehşet verici bir hızla, iki arada bir derede iç ve dış dünyasını hizaya sokmayı beceremeyen insanlar”dan biridir.” Kısacası, toplumca biçilen rollere uymadığı, kaderine boyun eğmediği, normlara uymadığı için “toplum düşmanıdır”, hayduttur.

Haydut’un hayatından kesitler sunmak için yola çıkan yazar karakterinin bir o kadar da kendi durumundan söz açması, sözü bittiğinde hayat hakkında genel geçer tespitler yapması boşuna değil. Çünkü onun toplumsal saygınlığı da tehdit altındadır, yazar olduğu için -aklına yazmaya değer bir şey gelmese bile- üretmek zorundadır o. Bu talebe cevap vermek için hiç durmaksızın, metne bağlamını kaybettirecek kadar bağlantısız olay ve hikâyeciklerle, durmadan cümleler kurar. “Bu anlatıcı-ben düşünmeden konuşur ve yazar; gerekçe geriden gelecektir ve söylem, kafadan ve elden çıkarak yazanın kullandığı ve artık bağımsızlığını ilan etmiş gibi görünen araca kayar: Kalem, bir an için bile atıl kalmaktansa, yersiz şeyler söylemeyi tercih eder.” Bu nedenle, hep bir şeyleri ihmal etmek durumunda kaldığının farkındalığıyla, sürekli “konuya açıklık getireceği”ne yönelik -çoğu karşılıksız kalacak- vaatlerde bulunur. Bir süre sonra anlatıcı metne hâkimiyetini yitirecek, hikâye parçalanmış bir anlatımla kesik kesik ilerleyecektir. Walser’in üslubudur bu; “… hıçkırıklar” -der Benjamin- “Walser’in gevezeliğinin melodisidir.” 

Dostoyevski’den Kafka’ya bir geçit

Robert Walser-FOTOĞRAF

Bugün modernizmin en önemli metinleri arasında sayılan hikâye ve romanlarını -Tanner Kardeşler”i, “Yardımcı”yı ve “Jakob Von Gunten”i- 1920’lerden önce yazmıştı Walser. Bu ilk dönem yapıtları önemli etkiler yarattıysa bile, Avrupa’nın çalkantılı yıllarında çabuk unutuldu. Unutulmasının bir başka nedeni psikiyatri kliniğe yatırılmasından sonra hiç kitap yayımlamamasıdır. Ne var ki edebiyattan kopmamış, 1 milimetrelik harflerle tam 560 sayfa doldurmuştu. Girişte de belirtmiştim, “Haydut” işte bu notların çözümlemesiyle gün ışığına çıkarıldı. Kitabın “Önsöz” ve “Sonsöz”ünde yazarı ve “minigramlar”ını anlatan açıklamalar romanın kendisinden daha fazla ilgi çekebilir. Çünkü “Haydut”, Robert Walser hayranlarını bile zorlayacak anlatım tarzıyla ezber bozan bir roman.

Mikrogramlarını deşifre eden ve “Haydut”u ortaya çıkaran iki araştırmacıdan biri olan Martin Jurgens, kitaba eklediği sonsözde; “bu metin ironiyle parlıyor veya temkinli bir kederin ışığıyla aydınlanıyor ya da inandırıcı olmayan bir taşkınlıkla ışıl ışıl yanıyordu” diye başlamış değerlendirmesine. Ama parlamalar kesik kesik, “hıçkırıklar” halinde. Buna karşılık Walser, roman boyunca akla yatkın bir süreklilik kurmuyor, kurmak da istemiyor. “anlatıcı-benin kendine ve bize dayattığı ve çağrışımlar tarafından yönlendirilen, kısmen sert bir parçalı nitelik sergileyen nefes nefese bir konuşmayla; anlatıcının kendi deneyim bağlamını tehditkâr bir yapı kaybının belirtilerine açtığı bir dağınıklıkla karşılaşıyoruz”.

İtiraf etmek gerekirse söz konusu dağınıkla baş etmek ve alışılageldik okuma keyfi almak bir hayli zor. Zoru aşmak için böyle bir üslupla Walser’in hayatını ilişkilendirmek ve Walser gibi bir dehanın boğuntusunu anlamaya çalışmak gerekir.

20.yüzyılın krize girmiş ekonomik, siyasi ve toplumsal ilişkileri romanlarının arka planında daima görünür haldedir ama onları sorgulamaz. Çünkü Walser’in meselesi bireydir, çökerken bile bütün ağırlığıyla bireylerin üzerine çullanan eskinin tortusudur. Ne var ki bu dünyayı ciddiyetle ama tam da bu ciddiyetten yayılan komiklikle anlatmayı tercih edecektir. Arkasındaki varoluşsal korkuları gizlemeyen eğlenceli oyunlar şeklinde kurgulanan romanlarının naif kahramanları korkularının üstesinden bilip de bilememezlik hali ile gelmeye çalışırlar. Onların -tıpkı “Haydut”un anlatıcısı gibi-şehvetle anlatmak, anlatarak anlamlandırma çabası önce komik görünür, komedi giderek trajiğe dönüşecektir. Görünen o ki, Walser, “Haydut” romanında toplumsal ilişkilerin yarattığı boğuntuyu ve onun hem tamamlayıcısı hem de nedeni olan bölünmüş karanlık dünyayı bir psikiyatri kliniği koşullarında belki de çok daha fazla duyumsayarak yansıtmıştır.

Robert Walser, 20.yüzyılı Alman edebiyatına damgasını vuran boğuntu kanonunun ilk önemli temsilcisi, Dostoyevski’den Kafka’ya giden yolun ilk durağıdır. Yeraltı adamı ile Kafka’nın K.’ları arasında bir yerde durur Walser’in uyumsuz kahramanları. Kendisine yabancılaşmış bir dünyaya çaresizce tutunmaya çalışan 20.yüzyıl insanının -Kafka’nın boğuntuyla, Musil’in yozlaşmayla, Thomas Mann’ın klasizmle, Joyce ve Woolf’un bilinç akışıyla anlatmaya çalıştıkları- trajedisini kavrayabilmek için Robert Walser’in romanlarını mutlaka okumak gerekir. 20.yüzyılın başında çizdiği boğucu atmosferin bugün -21.yüzyılın başında- daha da ağırlaşmış durumda olduğunu fark edecek, okurken kendinizi bir Walser kahramanı, belki de bir Haydut gibi hissedeceksiniz.

  • Haydut
  • Yazar: Robert Walser
  • Çevirmen: Cemal Ener
  • Yayınevi: Can Yayınları
  • Sayfa Sayısı: 192
  • Baskı Yılı: 2015
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

2015 Biterken Polisiye Romandaki Gelişmeler…

Read Next

Sadece yazarın bildiği bir dilde okumak: Finneganın Vahı

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *