
Samuel Beckett’ın Godot’yu Beklerken isimli tiyatro eserinden esinlenerek adını alıyor Günün Birinde.
Kıyamet nedir sevgili okur? Kötülük nedir? Bir kötülüğün olacağını bile bile beklemek nedendir? Evinin yakıldığını gören adam için kıyamet zamanı gelmiş midir gelmemiş midir? Evladının öldüğünü gören anne için dünyanın sonu mudur değil midir? Yavuz Ekinci, “Günün Birinde” demiş…
Bir masalı güzel kılan en başta anlattığı hikâyedir. O hikâyeyi güzel kılansa anlatıcının seçtiği kelimeler. “Kötü kalpli dev ansızın çıkıp geldi” de diyebilirsin; “o mavi gözlü bir devdi” de… Bir masalı masal yapan anlatıcının ustalığıyla ilişkilidir yani. Anlatıcı ne kadar güçlüyse, okuduğun masal da o kadar sarsıcı olur.
Yavuz Ekinci ne yazmış? Bir masal, bir distopya, bir tiyatro eseri, roman? Her cümlesinde durup düşündüğüm, her karakterinin altında ezilip büzüldüğüm bir esere ne desem daha doğru olur? İlk sokağında büyülü bir aşk masalına dalmışım, ikinci sokağında bir kâbustan uyanmışım. Sevmişim, irkilmiş, gerilmiş, korkmuşum. Var ve yokmuşum. Acizmişim. Zamansızmışım. Tekrarmışım ve nihayet insanmışım. Günün Birinde, etimi acıta acıta açtı kendini bana.
Rüyası Bölünenler’de güçlü bir düş gücünü sezmiş ama istediğim ritmi yakalayamamıştım. Aradan iki yıl geçip yeni romanı Günün Birinde’yi okurken Yavuz Ekinci’nin kaleminin daha da demleneceğini, o demden koyu bir varoluşa uzanacağını, bir okur olarak beni tepetaklak edeceğini bilmiyormuşum meğer. Ritmini hiç bozmadan son notasına varan içli bir beste Günün Birinde…
Samuel Beckett’ın Godot’yu Beklerken isimli tiyatro eserinden esinlenerek adını alıyor Günün Birinde. Dalında iki yapraktan başka bir şey olmayan tek ağaçlı çorak bir mekânda var oluş kaygısı yaşayan ve Godot’yu beklerken o mekâna sıkıştıklarının farkında olmayan Vladimir ve Estragon’un yanına kölesiyle birlikte Pozzo gelir. Kişisel hafızaları parçalandığı için zaman da muallâktır. İlk karşılaştıklarında gözleri gören Pozzo bir sonraki gelişinde kör, kölesi ise dilsiz olmuştur. Sorarlar: “Ne zaman? Ne zaman?” Pozzo yanıt verir: “Anlamsız bir şey bu! Ne zaman! Ne zaman! Günün birinde! Yetmez mi işte! Başka günlerden farksız bir gün dilsiz oldu, günün birinde de ben kör oldum. Günün birinde sağır olacağız. Günün birinde doğduk, günün birinde de öleceğiz.”
Masaldan kıyamete insan
Beckett’in İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yazdığı bu eserden neredeyse yetmiş yıl sonra, Yavuz Ekinci insanın belki de hiç değişmeyen yazgısını anlatıyor romanında. Günümüz dünyasıyla şimdilerde bire bir uyuşan korku imparatorluklarına göz kırpıyor, insanın sıkışmışlığını anlatırken, yaşarken bir türlü göremediği o umut kapısını aralıyor. Tıpkı doğum ve ölüm gibi insanı insan yapan o yüce duygu aşka varıyor ve en insani duygularla doğa ananın ellerine sımsıkı yapışıyor.
Muhteşem bir hayat döngüsü romanın girişinde tasvir edilmiş. Daha en başında yakaladığı senkronu hiç bozmadan sonuna kadar götürüyor kelimeler. İşte size bahsettiğim kelimelerin ustalıkla kullanımı ve romanın ilk bölümüne o masalsı tadı veren de bu oluyor. “Kanatlarını açmış, başını öne uzatmış kartalın gölgesi Amar Dağı’ndan kayalıkların, sıcak taşların, meşe ağaçlarının, sararmış otların, göğe uzanmış dalların, yemyeşil yaprakların üzerinden süzülerek At Kafası Kayalığı’na düştü. Kartalın gövdesini gören kuşlar havalandı, yılanlar kayalıklardaki çatlaklara, tavşanlar sık çalılıklara, sincaplar ağaç kovuklarına, fareler yeraltındaki dehlizlere, kertenkeleler taşların altlarına kaçıştı.”
Büyülü bir dünyaya giriş yapıyoruz. Büyülü çünkü yağız bir atın peşinde bir masalın kapısına varıyoruz. Atın adı Rahş, Ravan ve Ba oluyor. Asura Diyarından Amar Dağı’na uzanan oradan Cevizler Ormanı’na giden bir efsane atın peşindeyiz. Karanlığın gerçekten karanlık olduğu zamanlar. “Her şeyden önce karanlık vardı. Bugünkü gibi insanın kalbinde, ruhunda, yüzünde ve sesinde değildi.” Amar ve Sara’nın birbirine duyduğu aşktan önce yağız atın sırtında gücüne güç katanları ve nefsine yenilenleri görüyoruz. Kaderleri onları karşılaştırmadan önce rüyalarda buluşturan Amar ve Sara’yla tanışıyoruz sonra. Bir aşkın ikliminde ruhumuz dinleniyor ve bir atın üstünde Cevizler Ormanı’na kadar yol alıyoruz.
Bir adam koşarak sana gelecek
Sonra iklim değişiyor. Masaldan kâbusa uyanıyoruz. Bir köy çıkıyor karşımıza. Bunca insan neyi bekliyor? Köylerinin yıkılmasını öylece durup seyir mi edecekler? Kötüler ne zaman gelecek? Onlar kim ve neden köyleri yakıp yıkmak istiyor? Evleri yakıp, insanları acımasızca öldüren bu varlıkların amacı ne? Köy halkı sadece ölümü beklemekten başka bir şey yapamaz mı? Yoksa onlar da mı Godot’yu bekliyor?
Kıyamet nedir sevgili okur? Kötülük nedir? Bir kötülüğün olacağını bile bile beklemek nedendir? Evinin yakıldığını gören adam için kıyamet zamanı gelmiş midir gelmemiş midir? Evladının öldüğünü gören anne için dünyanın sonu mudur değil midir?
Köy halkının anlatıldığı ve eylemsizlikleriyle tasvir edilen ama her biri bir hikâye olan karakterlerin peşi sıra kıyametin ne olup ne olmadığını, varlık ve yokluğun ne anlama geldiğini de anlatıyor Günün Birinde. Karakterler kendi içlerinde ve birbirleriyle çatışma halindeler sürekli. İnsanların gelecek umudu kalmayınca asıl kıyamet gününün geldiğini kadim kitaplardan öğrenmemiz, bilge insanlardan duymamız gerekmiyor. Çünkü sıkışıp kaldığımız her ne varsa o bizim asıl kıyametimiz oluyor. Peki kaçıp gitsek kötülerden, bir tebdil-i mekan ruhumuzu kurtarır mıydı? İşte o da bir başka yazı konusu…
Günün Birinde bir adam Amar Dağı’ndan koşarak sana doğru gelecek. Ne yapacaksın? Başı, ortası ve sonu güzel bir masalı da yaşayabilirsin, en başından bir kıyametin içinde de kalabilirsin. Seç sevgili okur, hangisini istersin?
- Günün Birinde
- Yazar: Yavuz Ekinci
- Sayfa Sayısı: 148
- Baskı Yılı: 2016
- Yayınevi: Doğan Kitap
- Haydar Ergülen: Şiirdeki Aşk Gerçek Hayatta Yok - 17 Ocak 2017
- Kitaptan iyi hediye mi var? - 23 Aralık 2016
- Yaşamak! Bir masalı mı yoksa kıyameti mi? - 12 Nisan 2016
One Comment
Yilin kitabi….kutlarim