PAYLAŞMAYI, DAYANIŞMAYI, ORTAKLAŞMAYI BECEREMEZSEK HEPİMİZ TEHLİKEDEYİZ!

Bağımsız Kitapçılar Günü’nde Yerdeniz Kitapçısı’nın sahibesi Nuray Önoğlu’nu konuk ediyoruz. 

Okurunu yaratan, okuruyla yaşayan bağımsız kitapçılardan, İzmir’in önemli kültür adacıklarından biri Yerdeniz. Okunması Gereken Kitaplar köşesiyle, aktif sosyal medya çalışmalarıyla, bağımsız ve butik yayıncılara verdiği destekle, “okuyun duacım olursunuz” diyerek sosyal medyada önerdiği kitaplarla Nuray Önoğlu’nun, kitapçısı Yerdeniz’in hikâyesini paylaşıyoruz. 

Önoğlu’na göre salgının gölgesinde yaşadığımız bu günlerde umutsuzluğu bir kenara bırakmak gerekiyor, gelecek uzmanlaşmış bağımsız kitapçıların!

*  Nazlı Berivan Ak’ın gerçekleştirdiği bu söyleşi Kitap Eki dergisinin Nisan ayında yayınlanan 4. sayısında yer almıştır.

  • Teşekkür ederim Nuray Hanım. Önce sizin hikâyenizden başlayalım istiyorum. Çevirilerinizden, sosyal medyadan sizi tanıyan, takip eden okurlar var, sizden dinleyelim, asıl mesleğinizi, devamında çevirmenlik ve kitapçılığa başlama hikâyenizi anlatır mısınız?

Biraz daha öncesinden başlamak isterim. Çünkü eğitimi ve okumayı bu kadar çok önemsememin sebebi özyaşamöyküm. Kelkit’in bir köyünde doğdum, Erzincan’ın bir köyünde büyüdüm. 16 yaşıma kadar orada yaşadım. Kızların okutulması adetten değildi. Geniş ailemin lise ve üniversite bitiren ilk kızıyım. Aslında liseden sonra okuyabileceğimi pek hayal edemiyordum, ailemin beni Erzincan dışına okumaya göndereceğini ummam için sebep yoktu. Ama cilveli kaderin muhtelif hareketleri, ailemin ben lise son sınıftayken İzmir’e taşınmasına yol açtı. Böylece ben de üniversiteye gitme olanağı buldum.

Jeoloji mühendisliği okudum, Dokuz Eylül ve Fırat Üniversitesi’nde öğretim elemanı olarak 12 sene çalıştım. Fosilbilimde uzmanlaştım. Daha sonra MTA Ege Bölge Müdürlüğü’nde jeoloji mühendisi/paleontolog olarak çalıştım. MTA dönemi biraz talihsizdi; gizli işsizdim ve delirmemek için bol bol kitap okudum. Akademideyken yabancı dil öğrenmiştim. Dolayısıyla İngilizce kitaplar da okudum. Daha önce Türkçesini okuduğum bazı kitapları bir de İngilizce okuyunca, tuhaf bir durumun farkına vardım: Türkçesini anlamakta zorlandığım kitabın İngilizcesini anlıyordum. Böylece kötü çeviriler meselesinin farkına vardım. Ben bunlardan daha iyisini yapabilirim vehmine kapılıp çeviri yapmaya karar verdim. Yirmi yılı doldurunca da kaçarcasına, derhal emekli oldum.

  • Devamında da çeviri dönemi başlıyor sanırım. 

Çeviri yapmaya karar vermiştim ama yayın dünyasıyla hiçbir bağlantım, bana yol gösterecek tanışım vs. yoktu, fakat şansım yaver gitti. Bir ilana başvurup Kuraldışı Yayınları’ndan ilk çevirimi aldım ve orada Seyfi Öngider gibi harika bir editörle çalışmak olanağı buldum. Asıl amacım edebiyat çevirmekti ama çeviri konusundaki deneyimlerim bilimsel/teknik çevirilerle sınırlıydı. O nedenle editörüm uzun bir zaman popüler bilim, kişisel gelişim vb. daha iyi yapabileceğim kitaplar çevirmemi önerdi. Sanıyorum sekiz on kitap çevirmiştim, “Artık edebiyat çevirisi yapabilirsin,” dedi, “ama biz edebiyat basmıyoruz, başka yayınevlerine bak.” O sıralar İrlandalı bir arkadaşım, yakın bir arkadaşının ilk romanını okumak ister miyim diye sormuştu. Yayınlanma aşamasındaydı kitap. Gavin Weston’un Harmattan adlı romanından öylece haberdar oldum ve okudum. Çok etkileyici bir kitaptı, bir çocuk gelin hikâyesiydi. Çocuk gelin meselesi benim gayet iyi, gayet yakından bildiğim bir meseleydi. Ben ortaokula giderken, ilkokul arkadaşlarımdan biri evlenmişti bile. Belki ben de o kaderden kıl payı kurtulmuştum. Mutlaka çevirmek istedim kitabı. Yayın haklarını alacak bir ajans, yayınlayacak bir yer bulmak için uğraştım. Bazı girişimlerde bulundum. Sevgili Esra Kahraman’ın bir telif hakları ajansı vardı o zaman, biz de yeni tanışmıştık. Anlatınca çok heyecanlandı, haklarını aldı, Ayrıntı Yayınları kitabı basmaya karar verdi ve çevirisini ben yaptım. Çok güzel bir romandı. Maalesef benim beklediğim ilgiyi görmedi. Sonra da hem edebiyat hem başka kitaplar çevirmeyi sürdürdüm. On yılı aşkın zamanda otuzu aşkın kitap çevirdim.

  • Yerdeniz Kitapçısı’nı kurma hikâyenize geçersek?

Kitapçılığa başlamamız sevgili eşim Ergun Tavlan’la ortak bir hayalimizi gerçekleştirme çabamızın sonucudur. Biz olgun sayılabilecek yaşlardayken karşılaştık. İkimiz de elli yaşımızı geçmiştik tanıştığımızda, ikimiz de emekliydik. Tanıştıktan sonra ikimizin de küçük bir kitapçı dükkanı açma hayalimiz olduğunu fark ettik ve o hayali birlikte hayata geçirmeye karar verdik. Hikaye böyle başladı.

Dediğim gibi, ortak hayalimizin vücut bulmasıyla kurulmuş oldu Yerdeniz. Epeyce bir düşünüp taşınma ve uğraşma gerekti. Çünkü öyle engin olanaklarımız yoktu ekonomik olarak. Hayli uğraştıktan sonra nihayet dört nal ve bir atı bir araya getirebildik ve Yerdeniz Kitapçısı’nın kapılarını 3 Ekim 2015’de açtık. İyi kitaplara adanmış bir yer olsun istedik, o kararlılıkla davrandık. İkimizin de emekli olması, geçimimizin dükkana bağlı olmaması da belli özgürlükler tanıdı bize kuşkusuz. 

Yerdeniz’de çok satanlar, ders ve test kitapları yok. Kişisel gelişim adı altında pazarlanan şarlatanlıklar yok. Roman, öykü ve şiir kitaplarımızın asıl kısmını oluşturuyor. Yanı sıra, az sayıda olmakla beraber dikkatle seçilmiş popüler bilim, düşünce/felsefe, edebiyat kuramı, tiyatro, sinema, kadın sorunları, kişisel gelişim ve çocuk kitapları da var.

  • Zaman içinde değişen ve dönüşen yayıncılığa da en yakın tanık olanlardansınız hem okur, hem çevirmen, hem de kitapçı olarak. Elinize ulaşan kitaplara, göreceli olarak daha yeni kurulan yayınevlerinin işlerine, geleneksel yayıncıların çalışmalarına baktığınızda neler görüyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yayıncılığı düşündüğünüz ölçüde iyi takip edebilmiş olduğumu sanmıyorum. Ama ilkin iyi bir okur olarak, ardından çevirmen ve nihayet kitapçı olarak uzun yıllardır yayın dünyasını yakından izlediğim de doğrudur. 

Birinci gözlemim her geçen gün daha çok kitap basıldığı, yeni yeni yayınevlerinin açıldığı yönünde. Ama ne yazık ki açılanların bir kısmı varlığını sürdüremiyor, hızla kapanıyor. İkinci gözlemim paralı yayıncılık olarak nitelendirebileceğimiz türden yayınevlerinin çoğaldığı yönünde. Nedir bu diye merak edenlere açıklamak gerekir belki. Kitabı yazıyorsunuz, parasını da veriyorsunuz (yayınevi o parayı baskı masrafı olarak alıyor yazardan) ve kitabınız basılıyor. Yayınevine göre sözleşme belli sayıda kitabın yazara verilmesi, çeşitli fuarlarda imza günleri vb. koşullar içerebiliyor. Şaşırtıcı ölçüde yaygın. Ne kadar çok insanın parasını vererek kitap bastırdığını şaşırarak izliyorum. Ne yazık ki çoğu okura ulaşma olanağı pek bulamıyor, bu yayınevlerine para kazandırmak dışında pek kimseye faydası olmuyor.

Yayın dünyasını elbette ki yazarına telif ödeyerek kitap basan kurumsallaşmış, yerleşik yayınevleri ve onlarla benzer stratejiler izleyen yeni yayınevleri oluşturuyor esas olarak. Bu bağlamda, “butik” tabir edebileceğimiz küçük yayınevleri ilginç, önemli, değerli pek çok kitabı yayınlıyor. Yayın dünyasına dair bir diğer önemli gözlemim budur: Küçük ve orta ölçekli yayınevlerinin prestiji ve etkisi giderek artıyor. Harikulade işler çıkaran yayınevleri var.

Genel bir sorun olarak ise çeviri kalitesindeki yetersizlikler, edisyon ve redaksiyon aşamalarındaki eksiklikler ve kusurlar göze çarpıyor. Ursula K. le Guin’i kötü bir çeviriyle, kötü bir editörlükle, kötü bir redaksiyonla yayınlanmış olarak okuyabiliyorsunuz, durum o kadar vahim. le Guin’i örnek veriyorum, çünkü satacağı kesin bir yazar, dolayısıyla yayıncının çevirmeninden redaktörüne özenli seçimler yapmasını beklenir. Ama maalesef öyle değil. Üretim çoğalıyor, hızlanıyor ama nitelik için aynı şeyi söylemek ne yazık ki mümkün değil. Yukarıda sözünü ettiğim bazı küçük ve orta ölçekli yayınevleri, bu bakımdan da mücevher gibi ışıyor hakikaten.

  • Değişen okurdan da söz edelim mi? İlk gününüzden bugüne okur profilin de değişiklikler gözlemlediniz mi?

Bakın burada rahat konuşabilirim artık, çünkü kendimi her şeyden önce bir okur olarak tanımlıyorum, bir. İkincisi de on yılı aşkındır, sosyal medyada kendi kurduğum bir okur grubunda etkin olarak görev yapıyorum. Dolayısıyla okurun değişimini kendimde ve başka okurlarda izleme, gözlemleme olanağım olmuştur bol bol.

Bizim kuşak, okuyacağı kitapları gazetelerin kültür sanat sayfalarına; izlediği, örnek aldığı köşe yazarlarının yazılarında söz ettiklerine; kültür- sanat dergilerindeki eleştirilere vs. bakarak seçerdi. 

Günümüzde ise bunların yerini sosyal medya, okur grupları, sosyal medyada belli bir etkisi olan isimlerin işaret etmeleri aldı. Bir de sosyal medya fenomenleri denilen kimseler var. Benim izlenimime göre, iyi okur üzerinde fazla bir etkileri yok. Hatta iyi okurlar arasında, “okumadığı kitapları tanıtan sosyal medya fenomenleri”ni alaya almak kuvvetli bir eğilim.

Çeşitli gazetelerin, kurumların kitap ekleri, dergileri vs. var ama çoğu okur bunların “sen ben bizim oğlan” arasında paslaşmalar, “sen benim sırtımı kaşı, ben de seninkini” türünden birbirini övmeler, kendi yayınladığı mecrada kendi yayınlarını öne çıkarmalar vs.’den ibaret olduğu kanısında ve dediklerine pek itibar etmiyor. 

Bilinçli ve bilinçlenen okur, örneğin eskisi gibi “falanca yayınevi yayınlamışsa iyidir,” demiyor. Diyenler hâlâ var ve azımsanmayacak sayıda. Ama sosyal medyadaki nitelikli okur grupları ve nitelikli kitap bloggerları, bookstagram hesapları vs.nin etkisi giderek artıyor. 

Çevirmen izleyen, çevirmeni dikkate alarak kitap seçen okur sayısı giderek artıyor. 

Doğru düzgün tanıtımı ve reklamı yapılmadığı halde, sırf iyi okurlar birbirine işaret ettiği için baskı üstüne baskı yapan kitaplar var. 

Sözün özü, iyi okur modern zaman imkânlarını iyi kullanıyor, kendi arasında ağlar kuruyor, kime itibar edip etmeyeceğine karar veriyor. Artık kendisine “yukarıdan” işaret edilene pek itimadı yok. Bu eğilimlerin, tutumların güçlenmesini ve örgütlenmesini umuyorum. Kötü çevirilerden, editör/redaktör eli değmemiş metinlerin önümüze gelmesinden bizi örgütlü okurun kurtaracağına inanmak istiyorum.  

  • Bağımsız kitapçı tanımı sizce ülkemizde yeterince anlaşılıyor mu? 

Anlaşılmıyor. Şöyle bir örnek vereyim. Biz Yerdeniz Kitapçısı’nın bir bağımsız kitapçı olduğunun altını kalın çizgilerle çiziyoruz biliyorsunuz. Yakın geçmişte biri bir tweet atmıştı. Mealen şöyle diyordu: Zincir mağazalarda satılan kitapların benzerlerini, büyük yayıncıların kitapların satıyor, neresi bağımsız kitapçı? Bağımsız kitapçının, herhalde, kendi bastığı kitapları satan bir yer filan olduğunu sanıyor. 

Bağımsız kitapçı elbette zincir mağazaların DA sattığı kitapları bulunduruyor. Elbette ki satacağı kitapları mevcut yayıncıların ürettikleri arasından seçiyor. Ama SEÇİYOR. Anahtar kelime bu. Her bağımsız kitapçı kendi okur kitlesine uygun olarak seçimler yapıyor. 

Kitapçılığın, bağımsız kitapçılığın, sırf para kazanmak için yapılmayacağı besbellidir. Bir kere bağımsız kitapçının kar marjı son derece düşüktür. Rekabet koşulları haksız ötesidir. Dolayısıyla bağımsız kitapçılığa soyunan birinin ille de bol bol kitap okuduğunu değilse de kitap sevdiğini varsaymak yanlış olmaz. Öte yandan, bağımsız kitapçılarla korkunç bir haksız rekabet içindeki zincir mağazalar ve online mağazaların tek bir amacı var: Daha çok kitap satmak, daha çok para kazanmak. İşte bağımsız kitapçıları şimdilik kurtaran ve gelecekte daha da elzem kılacak olan budur: Bağımsız kitapçı size herhangi bir kitabı satmaya çalışmaz, sizin neler okuduğunuzu, hangi kitapları sevdiğinizi anlamaya çalışır ve ihtiyaç duyuyorsanız, size rehberlik eder. Ve bu rehberlik “o kitabı alan bunları da aldı” otomatik önermesinden bambaşka bir şeydir.

  • Son yıllarda zincir mağazalara karşı bağımsız kitapçıların desteklenmesine dair çalışmalar yapılıyor, birlikler, STK’lar toplantılarla, raporlarla konuyu gündemde tutmak için çalışıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz çalışmaları?

Hiç haberim olmuyor, yapıyorlar mı sahiden öyle çalışmalar? Bana sanki o işler de “sen, ben, bizim oğlan” arasında dönüyormuş gibi geliyor. Gelip bizimle anketler, söyleşiler yapıyorlar; sorularına cevaplar veriyoruz, sonra onlarla ne yapıldığına dair hiçbir fikrim yok. Bağımsız kitapçılığın sorunlarını tartışmak üzere toplantılar yapılıyor ama bağımsız kitapçılar yok. Neden yok? Çünkü o toplantılara katılmak için cebinizden dünyanın parasını harcayıp İstanbul’a gitmeniz, konaklamanız, yiyip içmeniz gerekir. E kirayı zor öderken, gidemiyorsunuz. Peki, örgütlerin, kurumların, hiç olmazsa her ilden temsilen birkaç bağımsız kitapçıyı masraflarını karşılayarak davet etmesi imkansız mıdır? Sanmam. Fakat andığınız kurumların bağımsız kitapçıları iddia ettikleri ölçüde dikkate aldıkları kanısında değilim. Gündemde tutmaya çalışmakla olmaz kanımca. Gündemde tutmak, gündeme sokmak için bütün tarafları kapsayan, talepleri doğru ağızlardan dile getiren bir yol, bir yöntem izlemek gerekir. Benim görebildiğim böyle bir durum yok.

Bağımsız kitapçı parasını peşin peşin ödeyerek birtakım zincirlerin uzantıları olan tedarikçilerden kitap alıyor. Aynı tedarikçiler, kendi online sitelerinde, kitapçılara uyguladıkları indirimler düzeyinde, pek çok zaman o düzeyin üzerinde indirimlerle kampanyalar yapıyorlar. Bizim Yayıncılar Birliği’miz, bir araya gelip, o zincirlere sattığı indirimlerle bağımsız kitapçılara kitap temin edecek bir oluşum yaratmaktan bile aciz. Benim küçücük bir dükkanda görüp düşünebildiğim bu çözümün onların aklına gelmiyor olması elbette imkânsız. O halde neden yapılmıyor, düşünmek lazım.

  • Sabit fiyat meselesi sizce ne kadar doğru anlaşılıyor? Ve tabii, sizin düşünceniz nedir sabit fiyat ile ilgili?

Sabit fiyat uygulaması her bakımdan şart ve gereklidir. Bağımsız kitapçıların, bağımsız yayıncıların yaşaması buna bağlıdır. Haksız rekabetin önlenmesi başka türlü mümkün değildir. Kim doğru anlayacak sabit fiyat meselesini? Karar mekanizmalarının anlaması, onlara anlatılması yeter de artar. Sonra olacaklar, neden gerektiğini herkese açıkça gösterecektir.

  • Özellikle Çok Satması Gerekenler bölümünüzü konuşalım isterim. Bu fikir nasıl doğdu, nasıl işliyor, nasıl yorumlar alıyor?

Gördüğümüz bir fotoğraftan doğdu. Fotoğrafta Ahmet Büke’nin İnsan Kendine de İyi Gelir adlı kitabı bir duvardaki uzun bir rafa dizilmiş, altına da “En çok satması gereken kitaplar” yazılmıştı. Çok iyi bir fikirdi ancak tek kitapla sınırlandırılmıştı. Bu fikri biraz işleyip genişlettik ve çok satması gerekenler masası koyduk Yerdeniz’in bir köşesine. Bu masada olması gereken kitaplar listesini o zaman kırk bine yakın üyesi olan (şimdilerde elli bine yakın) Okunası Kitaplar adlı okur grubunda yaptığımız bir soruşturmayla belirledik. Kendi seçtiğimiz kitapları ekledik. Yeni yayınlanan kitaplarla, okurlardan gelen yeni önerilerle uzamaya, gelişmeye devam eden bir liste bu. 

  • Bağımsız kitapçının okura kazandırdığı kitap görgüsünü her söyleşimizde özellikle vurguluyorum. Yanıtı açık olsa da tekrar sorayım, neden bağımsız kitapçıya gelmeli, neden kitap alışverişini buradan yapmalı okur?

Çünkü bağımsız kitapçı kitap seven, kitaptan anlayan biri. Çünkü bağımsız kitapçınız bir süre sonra arkadaşınız, ahbabınız olur. Siz daha kapıdan girerken, “Çok seveceğinizi sandığım bir kitap geldi,” der size. “Bugünlerde hiç odaklanıp okuyamıyorum, şöyle güzel bir kitap olsa da okusam,” diyerek gittiğinizde size birkaç alternatif sunar. Aradığınız kitapların adını bilmiyor ama içeriği konusunda bilgi verebiliyorsanız, size seçenekler gösterir. Bilmem ki daha sayayım mı!  

Ha, tabii bir de şu var: Son bağımsız kitapçı da kapandığında, hepimiz zincir mağazaların, online satış sitelerinin bize reva gördüklerine razı olmak zorunda kalacağız. O yüzden bağımsız kitapçılardan kitap almalıyız ki “kârlı” olmayan kitaplar da basılmaya ve okunmaya devam edilebilsin.

  • Ve bu soruyu sormak için ideal bir zaman olmasa da, bağımsız kitapçılar için gelecek günleri nasıl görüyorsunuz?

Gelecekten umutluyum. Bunu şu pandeminin ortasında söylemek bana da tuhaf geliyor ama öyleyim. Aslında umutlu olmamın bir sebebi de COVİD-19 yüzünden bütün dünyanın içinde bulunduğu durum. Bence gelecek uzmanlaşmış bağımsız kitapçıların. Bence ileride sadece şiir, sadece çocuk kitapları, sadece hobi kitapları, sadece iyi edebiyat, sadece felsefe, sadece bilim kitapları vs. satan bağımsız kitapçılar olacak. Buna büyük ihtiyaç var. Hiç kimse aradığı kitapların tamamını girdiği bir kitapçıda bulamıyor, hiç kimsenin gücü ne ekonomik anlamda ne de mekan anlamında bütün kitapları bulundurmaya yetmiyor. O nedenle uzmanlaşmış, belli bir kulvarda bol miktarda kitap bulunduran, okuruna belli bir alanda rehberlik etmeye ehil kitabevleri çoğalacaktır gelecekte.

Pandemi de bize parayı yiyemeyeceğimizi, verimliliğin, daha çok üretmenin, yüksek teknolojinin cevap olmadığını açıkça gösterdi sanıyorum. Paylaşmayı, dayanışmayı, ortaklaşmayı beceremezsek hepimizin hayatının tehlikede olduğunu çok güçlü bir şekilde hissettirdi. İnsanlığın bundan ders çıkaracağını umuyorum.

Nazlı Berivan Ak
Vinkmag ad

Read Previous

Pink Floyd’un 1971 Tarihli Efsanevi Pompeii Konseri Bu Akşam Canlı Yayında

Read Next

Ünlü Karikatürist Yaşamını Yitirdi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *