İnsanlık tarihinin en eski sanat dallarından biridir tiyatro. Çünkü insan oyun oynayan bir canlıdır, oyunbazdır.
Raftan
27 Mart Dünya Tiyatro Günü ve Tiyatro Üzerine Kitaplar
İnsanlık tarihinin en eski sanat dallarından biridir tiyatro. Çünkü insan oyun oynayan bir canlıdır, oyunbazdır. Huizinga’nın o müthiş kitabı Homo Ludens hep yanı başımızda. Antik Yunan’dan bugüne yazıya aktarılan, zamana direnen, yaşamımızda “oyun” var olduğu sürece de zamana direnmeye devam edecek bir sanat.
A.M. Julien adında bir Fransız tiyatro sanatçısı, 1954 yılında ilginç, deneysel, alternetif bir tiyatro festivali oluşturma düşüyle yola çıkar. O yılın ilkbaharında, 27 Mart’ta, Paris’te deneysel çalışmalarını sahneleyecek yabancı topluluklara açık bir festival doğmuş olur. Festivalin adı da Uluslar Tiyatrosu (Theatre Des Nations) olarak belirlenir. Arka arkaya her yıl yinelenir festival. 1957 yılında resmi bir nitelik kazanır ve çeşitli olanaklar edinerek büyük bir festival olmaya başlar. Mart ayından Temmuz’a kadar iki yüze yakın oyun, on farklı dilde oynanır. Klasik oyunlardan modern oyunlara, operalardan dans gösterilerine, deneysel oyunlardan halk tiyatrosuna, Japon Kabuki, No oyunlarından Pekin operasına dek geniş ve zengin bir repertuar kazanır.
1948 yılında UNESCO’ya bağlı yeni bir yapı kurulur; Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (I.T.I.). Paris merkez olmak üzere kısa sürede dünyanın bir çok ülkesinde temsilcilikler kurulur. Türkiye’de 1955’te üye olacaktır enstitüye. Enstitü 1961 yılında tüm ülkelerde kutlanmak üzere bir tiyatro günü saptanmasına karar verir. Dünya çapında büyük bir festivale dönüşen Uluslar Tiyatrosu festivalinin başlangıç tarihi olan 27 Mart seçilir tarih olarak ve 1962 yılından başlamak üzere her yıl 27 Mart’ın Dünya Tiyatro Günü olarak kutlanması karara bağlanır. Tiyatro enstitüsünün belirlediği dünya çapında bir tiyatro adamı da yılın bildirisini hazırlayacak ve bildiri o gece oynanacak oyunlardan önce okunacaktır. İlk tiyatro günü bildirisini 1962’de Jean Cocteau hazırlar. 1977’den sonra üye olan her ülkenin aynı zamanda bir ulusal bildiri hazırlaması kararlaştırılır. Türk tiyatrosunun ilk tiyatro günü bildirisini, 1978’de Muhsin Ertuğrul hazırlayacaktır.
2500 yıldır yazılı olarak, hatta Poetika ile kuramını oluşturarak kendini var eden tiyatro sanatının yazıya geçtiği toprakların kıyısında, Anadolu’da yaşıyoruz. Bizim tiyatromuzun yazıya geçmesi ise ne yazık ki binlerce yıl sonra olabilmiş, şunun şurasında 160 yıllık bir geçmişe sahip. Bu kadar bir sürede tiyatromuzun kat ettiği yol hiç de azımsanacak gibi değil aslına bakılırsa. Ama ne yazık ki her geçen gün büyüyen sorunlarla karşı karşıya tiyatromuz. En önemlisi de kendine özgü yaratımları için gerekli özgürlük alanını, desteği bulamıyor oluşu. Gerek oyunculara gerekse tiyatro kurumlarına karşı sürekli baskı uygulanması, özgür düşünceyle sanatlarını üretememeleri Tanzimat’tan bu yana sürüyor. Tekil bir üretimi değil farklı alanlardaki birlikte üretimi gereksinir tiyatro. Bu birlikte üretimin ise topluma sunulması gerekir. Seyirciye ulaşmayan tiyatronun estetik ayaklarından biri yok olmuş demektir. Bugün gelinen noktada tiyatromuzun belli metropollerin, hatta o metropollerdeki belli merkezlerin dışında topluma ulaşamadığını, toplumla buluşamadığını söylemek yanlış olmaz. Sahnenin sözü toplumun söylemek istediğiyle buluşamıyor. Oysa 60’larda, 70’lerde bunu başarmıştı tiyatromuz, hatta doksanların ilk yarısında yeniden bir kıpırdanma yaşanmıştı. Ama bugün tiyatro sanatının estetik düzeyindeki gelişimin toplumla buluşmaya yansımadığını söylemek doğru olur sanıyorum. Burada darbelerden, muhafazakârlaşmaya, televizyondan internete kadar pek çok neden sayılabilir, ama öncelikle çuvaldızı kendimize batırmalıyız biz tiyatroyla uğraşanlar. Bu sorunu aşmanın bir yolu bulunmalı, tartışılmalı, sorgulanmalı, bir tiyatro atılımına kapı aralanmalı bence.
Tiyatro yayıncılığı da sorunlarla karşı karşıya. Dağıtım sorunu bir yana tiyatroyu var eden sanatçıların, oyuncusundan yazarına, tasarımcısına kadar tiyatro kitaplarına ilgi göstermemesi başlı başına büyük bir sorun. Tiyatro kitapları satılmaz, satılmayınca da basılmaz oldu. Don Kişotvari mücadele eden birkaç yayınevi dışında tiyatro kitabının yüzüne bakılmıyor, birkaç raflık tiyatro kitabı bulunduran kaç kitabevi var? Tiyatroyla uğraşan bizler, durmadan teskt dolaştırıyoruz aramızda, kitabına ulaşabileceğimiz oyunları bile fotokopiyle tekst haline getiriyoruz, “pdf”lerini paylaşıyoruz. Yakında fotokopisini çektirmek için bile bulamayacağız tiyatro kitaplarını, çünkü basılmayacak. Kuramsal çalışmalar bin bir emekle, kendi yağıyla kavrulan, emek yoğun yayınevlerinin kazanç dışı özverileriyle basılabiliyor ancak. Türk tiyatrosuna ilişkin yeri doldurulamaz araştırma kitaplarının baskıları yapılamıyor, sahafların raflarında arıyor biraz meraklı olanlarımız. Örneğin Metin And’ın tiyatromuzun tarihine, Tanzimat’a, Meşrutiyete ilişkin yapıtları neden yeni baskılarıyla raflarda yerini almaz bir türlü anlamıyorum. Şair dostlarım alınmasın ne olur, tiyatro kitaplarının durumu şiir kitaplarından daha kötü.
Gün geçtikçe kara bulutlarla kaplanan bu ortamda az da olsa hava almamızı sağlayan tiyatro üzerine önemli çalışmaların yayınlandığını söylemek gerek gene de. Kendi çevresi içinde sıkışıp kalan, tanıtılmayan, dağıtılmayan, ne yazık ki hak ettiği ilgiyi göremeyen, yazarlarının büyük emekleriyle, yoğun üretimleriyle kotarılan birbirinden değerli çalışmalar. İşte bir yıl içinde yayımlanan tiyatro üzerine kitaplardan bir kaçının adı: Biyografi ve Biyografik Dram – Aslıhan Ünlü, Feminist Tiyatro – Özlem Belkıs, Alternatif Tiyatro – Cansu Karagül, Tanzimat Dönemi Türk Tiyatrosu – Esen Çamurdan, Tiyatroda Dekor ve Sahne Tasarımı – Tuğçe Mine Aktulay Çakır, Sahne Işığı – Esen Özman, Güngör Dilmen’in Mitolojik Dünyası – Sema Göktaş, Türkiye’de Kadınlarla Ezilenlerin Tiyatrosu – Jale Karabekir, İbsen’in Sıradışı Kadınları – Bahar Akpınar, Din ve Dram – Banu Ayten Akın.
Günümüzde ödenekli ve belli anlayışlardaki kurumlaşmış özel tiyatroların dışında konumlanan tiyatroların kendileri için oluşturdukları tiyatro mekânları önemli bir yer tutmaya başladı. Bu mekânlarda Alternatif Tiyatro olarak adlandırılan topluluklar ses getiren oyunlara imza atıyorlar. Stüdyo Oyuncuları, Galata Perform, DOT, Tiyatro Boyalı Kuş, Semaver Kumpanya, Altıdan Sonra Tiyatro, İkinci Kat Tiyatro gibi toplulukların mekânları ve sergiledikleri oyunlar alışılmışın dışında oyunlar arayan seyircinin ilgi odağı oldu.
Alternatif tiyatro tanımlaması her ne kadar tartışılan bir tanımlama olsa da şimdilik belirtilmek istenen tiyatroları kapsadığını söyleyebiliriz. Tiyatromuzun gelişimi içerisinde alışılmışın dışına çıkmaya çalışan, yeni gerçeklik anlayışlarına yönelen, denemekten korkmayan, farklı formları bir araya getirmekten çekinmeyen, cesur tiyatro topluluklarının yapısı, konumu ne zamandır araştırılmayı, üzerine düşünülmeyi bekliyordu. Alternatif tiyatro topluluklarının nasıl bir gereklilikten ya da gereksinmeden doğup geliştiğini, nelerden beslendiğini araştırmak için sosyolojik bir yaklaşıma da ihtiyaç vardı kuşkusuz. Tiyatromuzun son dönemlerine bu sosyolojik bakışı gerçekleştiren Cansu Karagül oldu. Alternatif Tiyatrolar adlı kitabı son yıllarda yayımladığı tiyatro kitaplarıyla adından söz ettiren bir yayınevinden, Habitus Yayınları’ndan yayımlandı.
Alan analizleriyle ve habitus kavramıyla sosyoloji kuramını oluşturan Bourdieu’nun sanat sosyolojisine yaklaşımını, günümüz tiyatrosunda daha kıyıda olan, avangard diyebileceğimiz, alternatif tiyatrolar ve mekânlar üzerine uyguluyor Cansu Karagül. Disiplinler arası, özenle sürdürülmüş bir çalışmanın ürünü kitap. Kitabın ilk bölümü sanat sosyolojisinin tarihsel gelişimine yer veriyor. İkinci bölüm “Bourdieucü Sanat Sosyolojisine Doğru” adını taşıyor. Bu bölümde önce Bourdieu sosyolojisinin ana çerçevesini çiziyor, kavramlarını yerli yerine oturtuyor. Sonra Bourdieucü sanat sosyolojisini açımlıyor. Kitabın üçüncü bölümü Tanzimattan günümüze Türk tiyatrosunun izlediği yolu ele alıyor. Alan kavramının bakışıyla tiyatro yolculuğumuzun alanlarını, mekânsal, işlevsel yönden ana hatlarını belirliyor. Özellikle bu serüven içersindeki durakları çok iyi belirlediğini söylemek gerek. Gene de bazı noktalarda itirazlar olabilir, zaten Cansu Karagül’de düşünmeye, yeniden yorumlamaya kışkırtıyor okuyucusunu. Tiyatromuzun evrelerini dönemlere ayırması ve bu dönemlerin özelliklerini belirlemesi önemli; Özerkliğin kazanılması belirlemesiyle 1960‘ların, baskı ve başkaldırı bir arada tanımlamasıyla 1970 ‘lerin, ekonominin tahakkümüne girmesiyle 1980’lerin anlatılması, alan oluşumlarının yerli yerine oturtulması, yapısal açılımlara yönelmesi önemsenmesi gereken katkılar.
Kitabın ana başlığını oluşturan alternetif tiyatroları dördüncü bölümde ele alıyor Cansu Karagül. Alternatif tiyatrolarda yer alanlarla görüşmeler, söyleşiler yapmış yazar. Bu söyleşiler ışığında alanın konumunu belirliyor. Altıdan Sonra Tiyatro, İkinci Kat, Destar Tiyatro, Tiyatro Artı – Mekan Artı, Tiyatro KaraKutu, Ve Diğer Şeyler Topluluğu, Ekip Tiyatrosu, Tiyatro Boyalı Kuş yazarın veri toplamak için görüştüğü tiyatro toplulukları. Sorular ve yanıtlarla alt bölümlemeleri oluşuyor: Alternatif tiyatroların alanda konumlandırılmasıyla başlıyor bölüm. Alternatif tiyatronun adlandırma denemesini, ödüllere, festivallere bakışlarını, ekonomik zorluklarını soruyor. Aldığı yanıtlar bilinçli bir tercihin yanıtları, tiyatro üzerine düşünmeyi bir kenara bırakmayan yanıtlar. Sanatçının habitusu gene görüşmecilerle tartışılan bir başka soru. Seyircilerin alternatif tiyatroya bakışı, beğenisi, aradıkları bir başka araştırma sorusunun, bir başka tartışmanın alanını oluşturuyor. Alternatif tiyatronun en önemli yanı alternatif mekânlar olarak yerini alıyor sorularda. Alternatif direnme biçimleri ise dördüncü bölümün son kışkırtıcı sorusu. Bütün sorulara verilen yanıtlar, tartışılan durumlar son bölümü bir başka ilgiyle okutuyor.
Cansu Karagül, bilimsel, kuramsal anlatımın okuyucuyu yoran tuzaklarına düşmeden, sadece bilimsel bir bakış için değil, konuya ilgi duyan herkes için okunabilir bir kitap ortaya koymuş. Alternatif tiyatroları tanımlama denemesi olarak okunacak kitap aynı zamanda günümüz tiyatrosunun da kayıt altına alınması. Kimi kez tartışılsa da, kızılsa da, yanında yer alınsa da alternatif tiyatrolar özellikle son on yıla damgasını vurmuştur.
Sözünü etmek istediğim ikinci kitap ise tiyatromuzun kuşkusuz en iyi oyun yazarlarından biri olan, 2012 yılında yitirdiğimiz Güngör Dilmen’in oyunlarında mitolojinin izini süren bir çalışma. Sema Göktaş’ın Güngör Dilmen’in Mitolojik Dünyası adlı kitabı. Yeni Yayınevi tarafından yayınlanmış. Dokuz yılda seksen sayıya ulaşan Yeni Tiyatro Dergisi’nin kurduğu bir yayınevi Yeni Yayınları. Yeni Tiyatro Dergisi ücretsiz verdiği oyun kitabı ekleriyle yayıncılığa adım atmıştı bir bakıma. Şimdi artık ücretiz eklerle sınırlı kalmayacak, yeni, özgün kitaplar yayınlayacak. Sema Göktaş’ın kitabı da bunlardan biri.
Güngör Dilmen oyunlarında mitolojiyi ve tarihsel olanı sıklıkla kullanır. Mitoloji ve tarih durağan değildir ama Dilmen için. O mitolojinin ve tarihin içindeki zamanlar ötesi özü arar. O özü dillendirmeye, bugüne de sözünü, hem de çekinmeden söylemeye çalışır. Şiirsel dil kullanımı kullandığı malzemeyi de ayrı bir yerde konumlandıracak, aynı zamanda mitolojik olana bir başka boyut katacaktır. Güngör Dilmen’in sahneyi, tiyatronun teknik yapısını çok iyi biliyor olması, aynı zamanda iyi bir dramaturg olması oyunlarının teknik açıdan da sağlam olmalarını getirecektir.
Sema Göktaş, Güngör Dilmen’in yaşamını ele aldığı giriş bölümünün hemen ardından yazarın tanınmış ve çokça oynanmış mitolojik oyunlarının klasik dramaturgi yöntemiyle yapılan çözümlemelerine yer veriyor. Midas Üçlemesi, Kurban, Akad’ın Yayı, Deli Dumrul, Şan Şeref Ün, Troya İçinde Vurdular Beni, Ben Anadolu çözümlenen oyunlar. Oyunların bölüm bölüm, sahne sahne incelendiğini, göndermelerinin, mitolojik bağlantılarının açımlandığını görüyoruz. Özellikle mitolojik öğelerin bugüne ilişkin söylediklerinin belirlenmeye çalışılması da önemli. Güngör Dilmen’in aydınlanmacı tavrı, bilimden, aklın yolundan yana olması vurgulanıyor. Ama onu oyun yazarı olarak büyüten asıl öğe oyun diline ve sahneye olan hâkimiyetidir.
Kitabın sonuna eklenen oyunların ilk oynanışlarındaki görev dağılımları ve oyunlardan fotoğraflarla kitap zenginleşmiş. Gene de şunu söylemeden geçmek istemem; kitabın iç tasarımı daha iyi olabilirdi, bölümler arasındaki boşlukların olmaması kitabı çok sıkışık bir düzene taşıyor, okumayı güçleştiriyor.
Sema Göktaş’ın oyunları da var, iki oyununu bir araya getirdiği kitabı Mitos Boyut Yayınları arasında yayınlanmıştı. Yeni oyunlarını yayımlamanın da zamanı geldi sanıyorum.
Söz etmek istediğim üçüncü kitap Özlem Belkıs’ın Mitos Boyut Yayınları arasında yayımlanan Feminist Tiyatro adlı çalışması. Özlem Belkıs, tam bir başvuru kaynağı olan Kalemden Sahneye üst başlıklı 1946’dan Günümüze Türk Oyun Yazarlığında Eğilimler adlı çalışmanın 1960’ları ele alan ikinci cildini yazmıştı.
Feminist Tiyatro titizlikle hazırlanmış, kapsayıcı, doyurucu bir inceleme. Dört bölümden oluşuyor kitap. İlk bölüm “Feminist Tiyatronun Rahmi: Feminist Eleştiri” başlığını taşıyor. İkinci bölümün başlığı “Batıda Feminist Tiyatro”. Feminist tiyatro teorisi için bir kaynakça denemesiyle açılıyor bölüm. Özellikle feminizmin tarihçesine, feminist düşüncenin, eleştirinin serüvenine ilişkin ayrıntılı belirlemeler yer alıyor. Feminizmin dil anlayışından kadının sahnede yer almasına, metnini bedeniyle yazan oyun yazarı kadınlardan feminist tiyatro uygulamalarına dek feminist tiyatro düşüncesinin kat ettiği yolu ve bugün geldiği yeri belirliyor Özlem Belkıs.
Kitabın üçüncü bölümü “Türkiye’de Feminist Tiyatro” başlığını taşıyor. Bizim coğrafyamızda cinsiyet sorununu ele alıyor öncelikle. Kadının sahneye çıkışından, sahnede kendini var etmesine, oyun yazarı kadınlardan feminist düşüncenin sahnelerimizde kendisine yer bulmasına kadar Türk tiyatrosundaki yerini belirliyor. Feminist tiyatroya bakışı tartışıyor. “Tiyatromuzun Baba Yasası ve Erkeğin Kaleminden Kalıplar” bölümünde ise tiyatromuzdaki, oyunlarımızdaki erkek egemen anlayışın kadına bakışını gündeme taşıyor, sorguluyor.
Dördüncü ve son bölümün adı “Okuma Denemeleri, Geçmişin Metni ile Bugünü Okumak” Kendini feda eden kadını Iphıgeneıa üzerinden açımlayıp sorguluyor. Erkek gözüyle doğanın izlerini taşıyan kadını açımladığı bölümde Puccini’nin Tosca operasına götürüyor okuyucusunu. Tosca üzerinden çözümlemeler yapıyor. Kadın gözüyle kalıplara ilk itiraz olarak Sevim Burak’ın oyun yazarlığına yöneliyor. Son olarak da ataerkil olan her şeyi sorgulayarak, tam anlamıyla feminist oyunlar ortaya koyan Zeynep Kaçar’ın tiyatro anlayışını ele alıyor.
Feminizm düşüncesinin gelişiminden feminist eleştiri anlayışına, feminist tiyatro düşüncesinden feminist yazarlara ve bizim tiyatromuzdaki yansımalarına, uygulamalarına kadar okuyucusunu düşünmeye, sorgulamaya kışkırtan, her zaman başvurulacak, akademisyen özeniyle tam bir kaynak kitap hazırlamış Özlem Belkıs.
Sahaftan
İnsanda Tiyatro – Tiyatroda İnsan
İnsanda Tiyatro – Tiyatroda İnsan Oben Güney’in kitabı. Yeniden ele almak için heyecanla karıştırmaya başladım sayfalarını. (İlk sayfasına şu notu düşmüşüm. “Kitabı ikinci alışım.” Demek ki ilk aldığımı bir arkadaşıma kaptırmışım.) Seksenlerin ikinci yarısında okumuştum Oben Güney’in kitabını. Tekrar basımı yapılamadı ne yazık ki. İlk sayfada birinci cilt yazıyor. Oben Güney ikinci cildi hazırladığı halde kitaplaşmasını göremeden, erken denecek yaşta yaşama veda etti.
Tiyatroya çok emek vermiş, değerli bir tiyatro adamı Oben Güney. Oyuncu, yönetmen, oyun yazarı, araştırmacı… İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan 80 darbesiyle, 1983 yılında uzaklaştırılanlardan biri. Daha sonra geri dönmüş dönmesine ama sağlığını kaybetmiş. Çok sıkıntı çekti o kuşak, çok. Kendisinin yazdığı yaşam öyküsünde sözünü ediyor o yıllardan. Çoluk çocuk aç kaldıklarını, evlerinin kirasını ödeyemediklerini, dışarıda yaptığı işlerinde gene ‘tiyatrocu dostları’(!) tarafından engellendiğini anlatıyor.
Tiyatro, başlangıcından beri hem toplumu yansıtan bir ayna, hem de onu yönlendiren bir güç olduğu ölçüde çağdaş bir sanat olabilmiştir. Sadece estetik açıdan değil sosyo ekonomik açıdan da tiyatronun irdelenmesi önemli. Bu da tarihsel bir perspektif gerektirir elbette ki. Tarihsel gelişime baktığımızda tiyatronun (aslında bütün olarak sanatın) insanın yaratıcı etkinliklerinin bütününden soyutlanamayacağı görülecektir. İnsanın alet yapması, yapıcı olması daha sonraki davranışlarını, düşüncelerini, hatta inançlarını etkilemiştir. İnsanlığın ortak mirası olan kültür birikimlerinden, düşünce gelişimlerinden, sanat ve felsefeden, ilkel dürtülerden ve hatta dinsel yapılardan yararlanarak tiyatronun kökenine dair düşünce üreten önemli bir kaynak Oben Güney’in kitabı.
Kitabın ilk kırk sayfasında insanı çarpan bir “Varoluşçuluk” bölümü var. Sonra sanatın başlangıcına gidiyoruz. İlkel topluluklardan uygarlıklara yöneliyoruz. Daha ilk topluluklardan başlayarak toplumların düşünsel yanına yöneliyor yazar. Düşünsel yanı elbette ki dinsel yanla birleşiyor. Totemizmden Antik Yunan Tanrılarına… Düşünen, algılayan insan, sonra taklit eden insan, alet yapan insan ve oynayan insan… Oben Güney insanı oynayan insan olarak da ele alıyor ve insanla tiyatro arasındaki ilişkiye doğal bir boyut kazandırıyor. Home Ludens’i işte bu kitapta okumuşum ilk. Ama öylece kalakalmış satır aralarına yazdığım küçük notlarda.
“İnsanda Tiyatro – Tiyatroda İnsan” sadece tiyatro kuramcılarına yönelerek, onların düşüncelerine başvurularak yazılmamış. Toplumsal ve düşünsel yapılar, uygarlıklar, kültürel birikimler ele alınarak tiyatro ve insan ilişkisi bütün tarihsel yönleriyle yorumlanmış.
Birinci cilt insanın başlangıcından orta çağa kadar geliyor. Aynı bütüncül bakış açısıyla ikinci cildi de okumak istiyor insan. Keşke bu ciltle birlikte ikinci cilt de basılsa. Oben Güney’in, korunup korunmadığından bile habersiz olduğumuz arşivi araştırmacısını ve yayıncısını bekliyor. Kim bilir, tiyatro adamlarımızın birikimlerinden yararlanmanın önemli olduğunu anlarız bir gün… (Türk Tiyatrosu üzerine kuramsal çalışmaların büyük bir bölümü ancak sahaflardan edinilebiliyor da, o yüzden dedim…) Geç olmasa bari!
Hamiş: Oyun, yaşam, insan üzerine kafa yormaya niyetlenenlere küçük bir not. Bir de Bernard Suits’in “Çekirge – Oyun, Yaşam ve Ütopya” kitabı var ki. Mutlaka “Homo Ludens” le birlikte okunmalı. Günümüzde kazanç kurallarına indirgenen yaşamı reddeden, değerler yitimine karşı oyun ütopyasını savunan iflah olmaz bir çekirgeyle tanışacaksınız.
- Karton Ev ve Kör Karga - 23 Ekim 2016
- Özcan Karabulut ve Şahap Sıtkı - 18 Eylül 2016
- Raftan; Yavaş Ateş, Sahaftan; Samim Kocagöz - 25 Haziran 2016
FACEBOOK YORUMLARI
One Comment
Kitabımı böylesine etraflıca ele alıp değerlendirdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sevgi ve selamlar..