Tol, Har ve Merhume romanlarının ve Bazuka öykü kitabının yazarı Murat Uyurkulak’la son romanı üzerine yazılı bir söyleşi yaptık.
Yazılı söyleşi yapmanın en zor tarafı mekanik olması. Olabildiğince konuşur gibi sormaya çalışsanız da yine de yanıtlayanla yüz yüze gelinmediğinde ne düşünüldüğünün tam anlaşılmayabileceğini sanıyorum. Umuyorum okuyucumuzun da merak ettiği soruları sorabilmişizdir.
-Türkiye edebiyatı açısından önemli bir yazarsınız. Romanlarınızı ve öykü kitabınız Bazuka’yı beğenerek okudum. İyi bir yazarsınız fakat çok okunup okunmadığınız konusunda şüphelerim var. Siz nasıl geri dönüşler alıyorsunuz? Çok okunmak mı iyi okunmak mı?
Henüz yeni yayınlanan Merhume’yi bir kenara bırakırsak, Tol 12, Har ve Bazuka ise 6’şar baskı yaptı. Bu da 14 yılda 100 bine yakın kitap satıldığı anlamına geliyor. Çok okunduğuna delalet eder mi bilmiyorum. Huysuz, dürüst, hesap soran, yani “iyi okuyan” okurlarım var, onu biliyorum. Memnunum bu durumdan.
– kitapeki.com’da Merhume üzerine yazdığım yazıda da bahsetmiştim, ilk kitabınız Tol’un ayrı bir yeri var benim için onu belirteyim. Yeni bir yazarla tanıştığımda ilk baktığım şeylerden biri yazarın kaç yaşında olduğu, ikincisi ise kaçıncı kitabı olduğu oluyor. Bu okur bencilliği biraz; yeni tanıştığım yazar gençse seviniyorum. Daha çok kitabını okuyacağım diye. Kaçıncı kitabı olduğu başlığındaysa; ilkinde bu kadar iyiyse diğerlerinde daha iyi olacaktır, düşüncesiyle mutlu oluyorum. Siz ‘artık yazsın bir kitap daha’ dedirterek okuyucunuzu sabırsızlandırıyorsunuz, -burada da o yazacak ama ben okuyacak zaman bulamayacağım bencilliği çıkıyor ortaya, yaşlanıyorum-.
Türkiye’de yazarın durumu, ekonomik sıkıntılar, yaşamak için yazmanın yetmediği gibi sorunları üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum. Ama sorayım yine de uzun aralar veriyorsunuz, nedir bunun sebebi?
Saydığınız bütün sebeplerin yanı sıra ağır özgüven krizleri de son noktayı koymamı engelliyor. Hep “daha iyisi olabilir” kuşkusuyla yaşıyorum. Bu da süreyi uzatıyor. Ben kendi yazdıklarımı değil, başkalarının yazdıklarını beğenenlerdenim. Bundan sonraki kitabın, eğer uygun koşullar olursa, daha kısa sürede bitebileceği umuyorum.
-Kitaplarınızı daha doğrusu romanlarınızı okuyanlar ya çok beğeniyor, ya da bitiremeden bırakıyorlar. Benim kitaplarınızı arkadaşlarıma tavsiye ederken yaptığım öneriler var, siz okuyucuya bir öneride bulunuyor musunuz?
Nispeten dağınık ve parçalı yapılarından dolayı okuma sürecinin uzun süreye yayılmaması gerekiyor sanırım. Başlarına oturup, mümkün mertebe ara vermeden okumak, metne nüfuz etmek açısından yararlı olabilir, takibi kolaylaştırabilir. Bir de şöyle bir öneride bulunmak isterim naçizane: Biraz sabretmek, hikâyelerin öyle veya böyle bir yere bağlanacağına dair asgari bir güven duymak da faydalı olacaktır.
-Elbette bir roman gerçeği anlatmak zorunda değildir fakat Merhume’de otobiyografik kimi ögeler bulunduğu düşüncesine kapıldım. Siz bunu nasıl yorumlarsınız? Mesela yeni kitabını bir türlü yazamadığı hatta başlayamadığı için sıkıntıya giren bir karakter var. Siz aynı sıkıntıları yaşadınız mı?
Yusuf Sertoğlu karakterinde ben hem varım hem yokum. Elbette onun yaşadığı her şeyi yaşamadım. Neticede kurgu bir karakter o. Ama sözgelimi yazma sıkıntısıyla ilgili anlattıklarının büyük bölümü benim için de geçerli. Yanı sıra çocukluğuna, yeniyetmeliğine ve gençliğine ait hikâyeleri ve o hikâyelerin kahramanları da büyük ölçüde benim hayatımdan izler taşıyor.
– Edebiyatımızda güçlü bir yer edindiğiniz kanısındayım. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Onu ben bilemem. Sizin gibi işi edebiyatı takip edip, okuyup yorumlamak olan insanlar söyleyebilir bunu.
– Soruları hazırlarken aklıma geldi. Emrah Serbes’in fenomen karakteri Behzat Ç.’de Tol’u okuyordu ekiptekiler. Kitap angara bebelerinin elinde dolaşıyor, cümleler okunuyordu. Çok sevinmiştim, Behzat Ç’yi izleyen kitleye ulaştı roman diye. Bunun bir faydası olmuş muydu satışlara ya da sizin tanınırlığınıza? Fikriniz var mı? Siz ne hissetmiştiniz bu durumda?
Emrah Serbes Tol’u Behzat Ç’ye sokarken bana sormadı. Sorsaydı belki yapmamasını rica ederdim. Sürpriz oldu benim için. Ama numara yapacak da değilim. Böyle nitelikli bir dizide kitabımın bölüm hikâyesinin parçası olarak kullanılmasından, geniş kitlelerin dikkatine sunulmasından mutluluk duydum. Fazladan bir veya iki baskı yapmasına katkısı olduğunu tahmin ediyorum.
– Kitabı henüz okuyacaklar açısından ‘katil uşak’ açıklığında bir ipucu vermemeye çalışıyorum ama cinsiyetlerin flu bırakılması, cinsel taciz ve tecavüzlerin farklı cinsiyetlerden kişilerin başına gelmesi, sizin “testosteronu bol TOL’dan” beri cinsiyet meselelerine daha fazla kafa yorduğunuzu düşündürtüyor. Bir erkek olarak kadının duygu ve düşüncelerini anlatma konusunda başarılı olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Bu konuda bir başarı veya başarısızlık yorumu yapabilecek durumda değilim. Neticede erkekliğin ve onun ürettiği kültürün bir yığın arazıyla malulüm ben de. Merhume’nin eril bir dil içerdiği eleştirileri yapanlar oldu. Bu tür eleştiriler başım gözüm üstüne. Demek ki erilliğin eleştirisine soyunurken dilin dozunu ayarlayamadım diye düşünürüm. Sonra yazacaklarımda bunu hep aklımda tutarak mücadeleye devam ederim.
– Sosyal medyada yer alan kimi tanımlamalarda “defter” bölümleriyle kitabı biraz paketleyerek bitirdiğiniz söyleniyor, paketlediniz mi gerçekten?
Paketlemek kavramından murat edilenin ne olduğunu pek anlamış değilim. Hızlı bir bitiriş manasına geliyorsa, bunu bilinçli olarak tercih ettiğimi söylemeliyim. Defalarca, tekrar tekrar yazılmış bölümlerdir onlar. Kitabın başkarakteri ölüme yaklaşırken hikâyeyi uzatmak, o müstakbel ölümü uzun uzun anlatarak bir tür duygu istismarına kapı açmak istemedim. Başarıp başarmadığım okuyanın takdirine kalmış. Ama paketlemek şöyle dursun, üzerinde belki fazla bile düşündüm.
-Hangi karakterinizi daha çok sevdiniz? Merhume için soruyorum.
Karakterlere karşı güçlü duygularım yok. Sonuçta hepsinin sevilecek ve sevilmeyecek tarafları var. Hikâyedeki işlevlerini yerine getirip getirmedikleri benim için önemli olan.
– Şöyle bir cümle var Merhume’de. “Bir Türk dünyaya bedeldir, her Kürt rüyaya kederdir! Bugün yaşadığımız coğrafyada dünden daha umutsuz günler yaşıyoruz sanki. Siz ne düşünüyorsunuz genel gidişat hakkında?
Büyük bir umutsuzluk ve öfke hali var bende. Türkiye’nin bir meselesini de katliamsız çözememesi beni hasta ediyor. Barışa ekmekten sudan fazla ihtiyacımız var. Sevdiklerimizin göz göre göre ölüme mahkûm edilmesini önlemenin bir yolunu bulmamız lazım.
– Saray, Demirören Avm, Uzun hakkında söyledikleriniz ve alttan alta giden bir çatışmalı hal var romanda. Tam olarak belirginleşmiyor, sivrilmiyor. Bir iç savaş desem değil, Tol’daki gibi bir kalkışma değil. Özel olarak böyle bir tercih mi yaptınız yoksa ben mi belirsiz algıladım acaba?
Onları esas hikâyeyi kuşatan bir fon olarak düşündüm. Fazla öne çıkmalarını, asıl meseleyi gölgelemelerini istemedim. Aktüel olanın çiğ ışığı düşsün istemedim metne. O yüzden geride tutmaya gayret ettim.
– Bir kitap yazsa da okusam dediğiniz yazarlar var mı? Keşke daha fazla yazsaymış dediğiniz yazarlar var mı?
O kadar çok ki… Şu sıralar Barış Bıçakçı, Kemal Varol, Birhan Keskin, Yavuz Ekinci ve Şule Gürbüz’ün art arda kitap çıkarmasının mutluluğunu yaşıyorum.
– Yeni çalışmalarınız var mı? Çok bekler miyiz?
Bir novella üzerinde çalışıyorum bir zamandır. Mekânı İzmir olan, geçmişe dönüşlerle anlatılan bir aşk hikâyesi yazmaya gayret ediyorum. Umarım çok beklemeyiz.
Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim Güzella Bayındır. Son söz olarak, isminizi çok sevdim.
- Çağatay Yaşmut’tan Moda Cinayetleri - 16 Şubat 2019
- Bir Sevgi Masalı ve Organik Kitaplar - 19 Ocak 2019
- Domingo’dan Böcek Çılgınlığı - 12 Aralık 2018
FACEBOOK YORUMLARI