Beyin Kırıcı

Beyin Kırıcı yazarın yayımlanmış ilk romanı. Ankara’da, 1971’de doğan İpek, ODTÜ Matematik Bölümü mezunu. Yazarın bilimkurgu, popüler bilim ve edebiyat gibi alanlarda yayınlanmış pek çok yazısı mevcut.

Beynimiz gizemlerle dolu bir makine ya da bir çeşit biyolojik bilgisayar oarak da düşünülebilir. Çözülemeyen sırlarla ve sınırlarla dolu bir acayip mekanizma. En büyük gizem ise kapasitesinin ne olduğu; kimse insan beyninin yüzde yüz kapasiteyle çalışması durumunda nelere kadir olacağını tahmin edemiyor ama herkesin bununla ilgili pek çok fantazisi var. Kim bilir, belki başka zihinleri okuyabilirdik beynimiz tam kapasite çalışsa. Belki başkalarına sessiz komutlar verip hükmedebilirdik. Ama belki de bize verilen komutları dinlememenin yollarını da bulurduk bu koşul altında.

Sinan İpek bilimkurgu edebiyatı takipçilerinin aşina olduğu bir isim. Alef Yayınları etiketiyle basılan Ya Sonra 17 Gelecek Öyküsü isimli kitapta Çöplükte isimli öyküsüyle yer alan yazar, daha sonra Bilimkurgu Kulübü’nün İthaki etiketiyle yayımlanan Yeryüzü Müzesi isimli seçki kitabında Bin Yılın Buluşu Cingöz isimli öyküsüyle karşımıza çıkmıştı. Beyin Kırıcı ise yazarın yayımlanmış ilk romanı. Ankara’da, 1971’de doğan İpek, ODTÜ Matematik Bölümü mezunu. Yazarın bilimkurgu, popüler bilim ve edebiyat gibi alanlarda yayınlanmış pek çok yazısı mevcut. Bilimkurgu Kulübü’nde düzenli yazmaya devam eden Sinan İpek aynı zamanda matematik hocası. Saymakla bitiremeyeceğim başarıları arasında Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Öykü Yarışması’nda iki birincilik ve Engelliler Öykü Yarışması’nda bir diğer birincilik var. Ayrıca kendisi hiçbir sinema bilgisine sahip olmadan, sıradan bir kamerayla çektiği bir belgeselle 44’üncü Antalya Altın Portakal Belgesel Film Yarışması’nda finale kalmış. Bir başka filmi ise Osmaniye Özgür İnsan Kısa Film Yarışması’nda birinci olmuş.

Beyin Kırıcı, depresyon belirtileri gösteren bir üniversite öğrencisinin dilinden anlatılıyor. İsimsiz kahramanımızın verdiği tüyolardan ODTÜ öğrencisi olduğunu anlıyoruz. Ankarada geçen roman pek belli etmeden şehre bir saygı duruşu şeklinde ilerliyor. Soğuk var, bolca kar var, bakanlıklar ve genelkurmay var. Her şey tastamam. Sıradışı olan ise kahramanımızın zihin okuyabildiğini fark etmesi! Önceleri bu durumdan hoşlanan ve bu yeni duruma alışmaya çalışan kahramanımız, depresyon belirtileri fark edilince hayata küsecek, okula gidemeyecek kadar kötüleşiyor. Kendisini eve kapatıp beyninde olup bitenleri anlamaya çalışıyor, ama nafile. Beyin tomografisinde fark edilen sıradışı bir form, tümör, ise hikâyenin kırılma anı. Bir anda tuhaflıklar peşi sıra koşturmaya başlarken kahramanımız, başına gelenlere anlam vermeye çalışıyor. Doktor Cengay Bey ise bu acayip durumu daha detaylı anlayabilmek için bir de MR istiyor. Haftalar süren depresyonun hafiflemesiyle gariban ODTÜ’lü kendine geliyor ama hem okulu dondurmuş hem de sevdiği kız olan Bilgeden uzak kalmış. Bir de gönül yarası peyda oluyor yani.

Depresyona bağlı yabancılaşma teşhisi koymaya çalışan Cengay Bey, aslında durumun düşündüğü gibi olmadığını fark etmeye başlıyor. Hastasına telkinler ve tavsiyeler vermeye başlayan doktor, kahramanımızın beyninin sanki birileri tarafından dizayn edilmiş gibi” olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor. Tabii bu arada beyninde yayılmaya devam eden tümör ona yeni ve şahane yetenekler kazandırıyor. Telepatik yetenekleri katlanarak artan kahramanımız, artık karşısındaki insanlara düşünce gücüyle hükmetmeyi de öğreniyor.

Birileri tarafından dizayn edilmişe benzer beyniyle hepimizin ağzını sulandıracak yeteneklere sahip olan kahraman” tanımı tek başına epey fantastik değilmiş gibi, Doktor Cengay Bey kahramanımızı sinir bilimci ve beyin cerrahisi uzmanı olan asistanı Doruka yönlendiriyor. Son derece kibar bir insan olan Doruk Bey ve onun beraber çalıştığı Seçkin Hoca kahramanımızın zihnini okuyamadığı iki ilginç insan. Evet, kahramanımız bu yeteneğini her ne kadar kötü emellere alet etmemeye çalışsa da karşısına çıkan hemen her insanı şöyle bir yokluyor. Bilgenin beyninde travmatik bir nokta buluyor ama ufak dokunuşlarla düzeltmeye çalışmaktan başka hiçbir şey yapmıyor. İstese onu kendisine bağlayabilir, onun duygularını kontrol edebilir, ama yapmıyor. Kendi iradesiyle sevmesini umuyor. Fakat nasıl oluyorsa bu iki akademisyenin beynini okuyamıyor, çünkü bu iki bilim insanı kendilerini zihin okuyan ve hükmedebilen telepatlara karşı korumanın yolunu bulmuşlar. Burada okura bir soru düşüyor; nasıl yani, başkaları da mı var ki böyle bir ihtiyaç hasıl olsun?

Adım adım tuhaflıklara temas ederek ilerleyen hikâyemiz bu iki bilim insanı ve kahramanımıza anlattıkları sebebiyle bir anda galaksiler arası istilâ oyunlarına dönüşüveriyor. Ne, nasıl yahu” diye düşünürken bir anda anlıyoruz ki, kahramanımız çok katmanlı bir dünyalar istilası projesi için seçilmiş insanlardan biriymiş. Zihni dünya dışı bir uygarlık tarafından tasarlanan kahramanımız maalesef türünün tek örneği değil. Binlerce benzeri var ve bu proje yaşadığımız dünyada epey uzun süredir devam etmekte. Bunu fark eden kahramanımız, hiç beklenmeyen bir anda kaçınılmaz olarak uzaylılarla (!) yüzleşmek zorunda kalıyor. Evet, uzaylılar aramızdalar ve hiç de dost gibi görünmüyorlar.

Bu heyecan dolu romanda yazar, insan beynini adeta dilimlere ayırarak çalışma prensiplerini ustalıkla gözler önüne seriyor. İnsanların kendi aralarındaki kavrayış farklılıklarını insani açılardan temellendiriyor. Yunuslar gibi diğer kompleks ve üstün beyinleri kıyaslayarak okurunaneden böyleyiz biz arkadaşlar, başka türlü olsak olmaz mı yani” gibi sorular sorduruyor.

Aklıma sıklıkla uzayın fethi uğruna yarışa giren ABD ve SSCB arasındaki rekabette bir tarafın uzayda çalışan tükenmez kalem icat etmeye çalışırken, öteki tarafın kurşun kalem kullanmaya devam etmesi geldi. Uzayda işler bizim buradan baktığımız gibi işlemiyor elbette. Kurşun kalemin ucu bir kırılıp oraya buraya gitsin de hele o zaman görelim! Biz böyle düşünürken yazar, acaba uzaylılar bu tür galaksiler arası sıçramaları nasıl kurgulardı, kaynakları ve masrafları nasıl yönetirdi” gibi üst düzey sorularla ve son derece basit bir cevapla okuru sarsıyor. Bu gezegende yaşam sürdürülebilir olmaktan çıkmak üzere. Biz eldeki kaynakları nasıl kullanırız da güneş sistemimizin ötesine, galaksiyi de aşan mesafelere gideriz, bunları düşünüyor musunuz? Evrende yalnız olmadığımız neredeyse kesin, Carl Sagan’ın dediği gibi: Aksi halde bu kocaman bir yer israfı olurdu!” Türler arası karşılaşma belki de an meselesidir. Sahip olduğumuz teknoloji belki bu keşif için yeterlidir ve fakat algımız ya da kavrayış biçimimiz gözümüzün önünde duranı, mutlak olanı, dupduru hakikati fark etmemize engeldir. Olamaz mı? Belki de varlığın gizem perdesini aralamak için zamanı ve evreni başka bir gerçeklik ışığı altında görmeye başlamalıyız. Tıpkı Einstein gibi, yazar da kuantum fiziğini işaret ediyor.

  • Beyin Kırıcı
  • Yazar: Sinan İpek
  • Türü: Bilimkurgu
  • Baskı Yılı: 2019
  • Sayfa Sayısı: 168 Sayfa
  • Yayınevi: İthali Yayınları
Adalet Çavdar
Latest posts by Adalet Çavdar (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

2020 Yapımcılar Birliği Ödülleri Sahiplerini Buldu

Read Next

VAHŞİ BATI OYUNU ÜZERİNE

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *