Bir fotoğrafın peşinden…

Köprüde Durup Beni Öpmesini Bekleyeceğim isimli romanı Hep Kitap etiketiyle yayımlanan Gözde Kurt’la keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Üzüntüyle yıpranmış bir hayatın, bir fotoğrafın peşindeyken uğradığı değişimi anlattığı romanı ve edebiyat üzerine merak ettiklerimizi sorduk.

Henüz raflardaki yerini yeni almışken oldukça dikkat çeken temasıyla Köprüde Durup Beni Öpmesini Bekleyeceğim sadece bir aşk romanı değil… Plansız bir yol hikayesi aynı zamanda, kendini arayanların hikayesi…

  • Köprüde Durup Beni Öpmesini Bekleyeceğim” isimli romanınız Hep Kitap etiketiyle yayımlandı. Romanınızı nasıl tanımlarsınız? Bir yol hikayesi ya da bir aşk hikayesi diyebilir miyiz? Ya da nasıl ifade etmeliyiz?

Köprüde Durup Beni Öpmesini Bekleyeceğim” kendini sorgulama, arama, bulma konusunda çokça dertli olduğumuz şu karman çorman zamanlarda, anlatıcımızın kendi kaosunu aşk dediğimiz olgunun ipini kullanarak örmesini anlatıyor. Sadece aşk, sadece yol hikayesi değil, içinde hepsi var. Dostluk da, savaşlar da, haksızlıklar ve mutluluklar da… Tıpkı hayatın kendisi gibi. Anlatıcımızın savrulduğu olaylar üzerinden dile getirme derdinde olduğum şey şu; insan kendini tanıyabilmek ve gerçekleştirebilmek adına içsel bir karmaşaya batıp çıkmalı evvela. Öyle yuvarlanıp gitmekle olmuyor. Bu içsel arayışta tehlikeli şekilde dibe sürüklenip kaybolabiliyorsunuz ama bu kayıp olma durumu sonsuza dek sürmüyor. Er ya da geç kendinizle daha yakınlaşmış şekilde su yüzüne çıkıyorsunuz. Ağrılı bir süreçten bahsediyorum. O ağrıyı çekmeyi göze alırsanız ödülünüz, kendinizi gerçekleştirme yolunda mesafe kat etmeniz oluyor. Kitabımda da belirttiğim gibi “İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi bir mucizedir.” İşte bu mucizenin peşinden giden bir roman benimki.

Fotoğraf: Gün Çağ Aydın
  • Romana odaklandığımızda kadın kahramanımızın bir fotoğrafın ardından yollara düştüğünü gözlemliyoruz. Bu bağlamda kahramanımızın hikayesine plansız bir yol hikayesidir desek ne kadar doğru olur?

Tam da bu, plansızlık… “Teslimiyet damarlarımızda gezinen bir düşman adeta, bazen de huzurun ta kendisi.” diyerek, teslimiyet duygusuna bir yerme ve ardından bir güzelleme yapıyorum romanda. Çünkü hayat siyah ile beyaz değil. Ama tercihler söz konusu. Tercih noktasında anlatıcımızın kendini, hem kendisinin hem de dış etmenlerin ürettiği bir akıntıya bırakmayı tercih ettiğini görüyoruz. Önce karşı koyuyor, ama içinden gelenlere dur demek zorunda kaldığından rahat da edemiyor. Dostu ona diyor ki, “Saçmalamak istiyorsan saçmala! Nedir yani?” O da içini dinliyor ve o fotoğrafın ardından uzak topraklara koşuyor. Kaos bir yol hikayesine dönüşüyor. Yani verimli bir hal alıyor.

  • Kahramanımızın aradığını doğal yollarla bulmasını tercih etmenizde özel bir neden var mı?

Hayat hep öyle olsun isterim, yani stratejiler kurgulamayalım, planlar yapmayalım. Ama adına tesadüf ya da kader dediğimiz her şey bizi olmamız gereken noktaya taşısın. Aslında hali hazırda öyle oluyor sanki? Yani geriye dönüp baktığınızda hayatınızın gidişatında önemli roller oynamış her insanın ve her olayın nasıl da kendiliğinden ortaya çıktıklarını görebilirsiniz. Rastlantı dediğimiz şey hayatın kendisidir.

  • Romanınız kendi kurgusu içinde akıp ilerlerken arka planda bir takım toplumsal gelişmelere de tanıklık ediyoruz. Toplumsal gelişmelerin sizin yazınınızda ne kadar etkisi var?

Olması gerektiği kadar var şimdilik. Yazarın siyasi bir görevi olmak zorunda değil ama hikayenin anlatıldığı yerde neler olup bitiyor, yazar bunu biraz da olsa yansıtmak durumunda… Bu uydurma bir memleket de olabilir. Ama bir romanın temelini atarken,  üzerinde kurguladığınız hikayenin sağlam şekilde ayak durması adına, atmosferin ve toplumun yapısını okuyucuya koklatırsanız hikaye okuyanı kendine daha bir çeker ve içinde yaşatır. Yine de tercihler dahilinde gerçekleşebilecek bir durum bu, anlatmak istediği, ortaya koymayı seçtiği derdi çok kişiseldir belki, bu durumda yazar topluma mesafesini korumak isteyebilir.

Fotoğraf: Gün Çağ Aydın
  • Toplumsal gelişmelerden bağımsız bir edebiyat olabilir mi?

Olur, neden olmasın? Tamamen tercih meselesi. Ben Kozanın Tereddütü’nde toplumla ve siyasi gidişatla ilgili en ufak bir ip ucu vermedim. Tamamen edebi dertlerle yazdım ilk romanımı. Nerede geçtiği bilinmeyen bir roman. İkinci kitabım Ölü Çiçekler Müzesi’nde psikoloji ağırlıklı öykülere yer verdim. Gerçi “Gönüllü” isimli öykümde durum farklı, toplumsal dertler var orada. Ama bir istisnaydı.

  • Neden; “Ruhu, kalbi, zihni ve bedeni arasında koşarken yalpalayıp düşen tüm fanilere ithafen…”

Onları kendime yakın buluyorum, onlarla aynı safta görüyorum kendimi. Benden hem onlara, hem de kendime bir mektup olsun istedim.

  • Romanınızın henüz ilk sayfalarında ”… İstanbul’daki basit hayatıma uzun zaman tutu- nabilmemi sağlayan adamın ihaneti beni sarstı.” Cümlesi dikkatimi çekti. Sizce aşk insanın hayatını dağıtan ve toparlayan en önemli olgu olabilir mi?

Kadınların hayatında önemli bir olgu aşk, kadını yukarı ya da aşağı çeker kolayca. Zaafımız, duygusallığımız. Ama güçlüyüz de, bilirsiniz kadınları. Yani aşk olgusunu doğru kullanırsa kadın aslında bu konuda avantajlıdır. Anlatıcımız bir kadın, peşine düştüğü adamın aşkıyla yabancı bir memlekete savruluyor. Ama bakalım bakalım gerçekten aşık mı olmuş, yoksa aslında kendini mi arıyormuş?

  • Roman kahramanınız bir kadın. Kahramanınız bir ihanet öyküsünü geride bırakıp bir bilinmeze yolculuk yapıyor. Bu bağlamda roman karakterinizin güçlü bir kadın figürü olduğunu düşünür müsünüz? Kahramanınız sizce genel olarak toplumdaki kadın rolüyle ne kadar ilişkili?

Anlatıcımız asıl kahramanımız değil bu romanda. Yardımcımız ve rehberimiz o. Önce pek de güçlü değil, en zayıf anıyla açılıyor aslında hikaye. Hikaye ilerlerken güçleniyor, çünkü kendine yaklaşıyor. Aldatılmak ve evsiz barksız ortalarda kalmak bunun gerçekleşmesi için kutsal bir vesile görünümde geliyor ama bunu kendisi pek göremiyor, canının acısıyla. Hayat hep daha iyisini çıkarıyor karşısına, işte ondan dolayı teslimiyet. Toplumdaki kadın figüründen oldukça bağımsız kadınlar var romanımda, her biri şahsına münhasır. En özeli de Gülden, asıl kahramanımız. Hiç konuşmayan, aslında hiç “orada olmayan” ama asıl kız olan Gülden. O bambaşka zaten, tanımak gerek onu, dışarıdan bakmak gerek ona. Anlatıcımızı Gülden’in peşine bu yüzden taktım ve rehberlik etmekle kalmayıp o da kendi hikayesini yazdı, kendi hayatını değiştirdi Gülden’i kovalarken. Yardımcı kahramanımız oldu diyelim.

  • İlk romanınız “Kozanın Tereddütü” 2009 yılında yayımlandı. Arada bir de “Ölü Çiçekler Müzesi” isimli başarılı bir öykü kitabınız var. Uzun bir aradan sonra yine romanla çıktınız okurlarınızın karşısına… Bundan sonra serüven öyküyle mi yoksa romanla mı devam edecek. Bir planınız var mı

Yine İstanbul’da açılan ve başka topraklara uzanan bir roman üzerinde çalışıyorum. Roman yazmak artık bir tutku benim için. Öyküye döneceğimi pek düşünmüyorum.

  •  Teşekkürler

  • Köprüde Durup Beni Öpmesini Bekleyeceğim
  • Yazar: Gözde Kurt
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Mayıs 2017
  • Sayfa Sayısı: 232 Sayfa
  • Yayınevi: Hep Kitap
Gün Çağ Aydın
Takip için
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Herman Melville’in Beyaz Balina’sı; Moby Dick

Read Next

Bir Alacak-Verecek Meselesi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *