Madame Curie, ömrünü bilime adamış bir kadın… Bilim insanının, entelektüelin topluma karşı sorumluluğunun gereklerini hiç çekinmeden ortaya koyuyor –sürdüğü zor hayata rağmen.
1891 yılında, Varşova’dan Paris’e giden trenin içinde genç bir kadın: Marie Sklodowska. Sklodowska, Luther’in “en mükemmel okul” olarak andığı Sorbon’a gidiyor. Bir yanda geride bıraktığı ailesi, diğer yanda onu bekleyen geleceği… Tüm bu karmaşada, Marie, genç bir kadın olarak, kendi ayakları üstünde durmayı öğreniyor. Sorbon’da soğuk ve açlığa aldırmadan, sınırlı imkânlar içinde geçirdiği iki yılın sonunda, okulundan birincilikle mezun oluyor.
Marie Sklodowska’dan Madame Curie’ye
Marie Sklodowska için okuldan mezun olması, çalışmalarını durdurmak anlamına gelmez. Okul biter bitmez, hocalarına araştırma laboratuvarına ihtiyacı olduğundan bahseder. Bu konuda kendisine yardımcı olması için Pierre Curie ile tanıştırılır; henüz ilk görüşte Pierre’den etkilenir. Marie “Onda, kendisinin fark etmediği doğal bir zarafet var,” diye düşünür. Ve tanışmalarından 2 yıl sonra, Marie Sklodowska artık Marie Curie’dir.
Evliliklerinin alışılmışın dışında olacağı, evlilik törenlerinden belli olur. “Normal”in dışında, kilise yerine nikâh memurluğunda evlenmeyi tercih ederler. Evlilik, her ikisi için de bilimsel çalışmalarına ara vereceği bir durum olmaz; aksine birbirleriyle yaptıkları fikir alışverişleri sayesinde üretkenlikleri daha da artar. Maddi zorluklar nedeniyle çok konforlu bir hayata sahip olamazlar; fakat kışın sobanın başında çay içip sohbet etmek, güzel havalarda kırda gezinti yapmak mutlu olmaları için yeter.
Radyum’un hikâyesi
Ne evlilik, ne de sahip oldukları çocuklar Curie’lerin bilimsel çalışmalarına engel olur. Pierre, çoktan hak ettiği profesörlük kürsüsünü kazanmak için uğraşırken, Marie de doktora için çalışır. Ona doktora konusunu hem en iyi arkadaşı, hem de eşi olan Pierre önerir: Becquerel Işınımı. Marie, bu konu üzerinde çalışırken kendisini büyük buluşuna götürecek noktayı da yakalar. Radyoaktivitesi çok güçlü olan yeni bir madde: radyum. Ancak radyumu çıkarması için izlemesi gereken yol, Madame Curie için oldukça pahalı ve zor bir yol. Tek başına, kimi zaman bütün bir günü kendi boyuna yakın bir demir çubukla kaynar hâlde bir kütleyi karıştırmakla geçirir. Yarı aç yarı tok, insanüstü bir çabayla geçen günler aylara, aylar yıllara dönüşür. Ve bu sürecin sonunda, nihayet 1902 yılında radyum resmen var olur.
Radyumun etkileri meydana çıktıkça Pierre çifti de tanınmaya başlar. Özellikle radyumun kanser tedavisinde kullanılabileceği haberi, epey ilgi çeker. Bu, elbette radyuma ticari bir değer de katar. Pierre çiftine iş teklifleri yağar, röportaj yapmak isteyen gazeteciler, resmikabuller… Kısa süre içinde tüm dünya, radyumu ve onu bulan Pierre Curie ve Madame Curie’yi konuşur. Bu iki onurlu bilim insanı, radyumun onlara getirdiği tüm “ayrıcalıkları” reddederler. Asla bu buluşu maddi kazanç sağlamak için kullanmazlar. “Bilimin ruhuna” uygun davranmayı seçerek, esasında zenginlikle fakirlik arasında kesin bir seçim yaparlar. O zamana kadar nasıl yaşadılarsa, aynı şekilde yaşamaya devam ederler.
Curie’ler, radyumun etkisinin büyüklüğünü ve şiddetini tahmin edemezler, fark ettiklerinde ise çok şaşırırlar. Bir süre sonra bu şaşkınlık yerini, kimi soru işaretlerine bırakır. Pierre Curie, kendilerine 1903 Nobel Ödülü’nü kazandıran bu madde ile ilgili tereddütlerini Stockholm Bilim Akademisi’nde yaptığı konuşmasında şöyle ifade eder:
Radyumun cani ellerde çok tehlikeli olabileceğini düşünebiliriz. …Yüksek güçlü patlayıcılar insanlığa çok önemli işler başarma olanağı vermiştir. Ama aynı zamanda bunlar halkları savaşa sürükleyen caniler elinde korkunç birer yok etme aracıdır.
Pierre ve Marie, göremez; ancak ne yazık ki insanlık, 1945’te bu tereddütün haklılığını acı bir şekilde anlar.
Pierre’in ardından
Pierre ile hayatı paylaşan Marie, onu ansızın kaybetmesinin ardından çalışmalarına kaldığı yerden devam eder. Çok üzgün olmasına rağmen, hayata tutunmaktan başka bir seçenek düşünemez. Birbirlerine verdikleri sözü tutar ve “her ne pahasına olursa olsun, hatta ruhsuz bir vücut hâlinde kalsa bile” çalışması gerektiğini bilir.
Herkesin sadece kadın bir fizikçi olduğu için garip bakışlarla incelediği Madame Curie, 1906 yılında Sorbon’da bir kürsü kazanır. Bu, Fransa tarihinde ilk kez bir kadına profesörlük makamı verildiği için de büyük önem taşır. Bir yandan ders anlattığı, bir yandan da bilimsel çalışmalarına devam ettiği dolu dolu geçen 13 yılın ardından 1911 Nobel Kimya Ödülü’nü kazanır.
1915 yılında dünya bir savaşın içindeyken cephede, yaralı askerlere hizmet eder Madame Curie. Savaş yıllarında bir Nobel daha kazanır, ve o Nobel’den kazandığı parayı röntgen cihazları yapımına harcar. Bilim insanlarının toplumdan yalıtık, âdeta bir “fanusta” bilim üreten insanlar olmadığının en büyük ispatı onun yaşamı; bilimin yalnızca mekanizmalardan, makinelerden, çarkların çevrilip dönüşünden ibaret olduğu anlayışını da reddeder.
Bugün Maria Curie…
Madame Curie, ömrünü bilime adamış bir kadın… Bilim insanının, entelektüelin topluma karşı sorumluluğunun gereklerini hiç çekinmeden ortaya koyuyor –sürdüğü zor hayata rağmen. Bugün, onu tanımak kadınların toplumsal yaşamdan el çektirildiği tüm coğrafyalarda büyük önem taşıyor. Hele hele, Türkiye gibi bilim düşmanlığı ile kadın düşmanlığının atbaşı gittiği bir ülkede! Madame Curie gibi isimler geçmişte kaybolan “tarihsel birer figür” olmaktan çıkarılıp, her an baktığımız yerlere, yaşamımızın tam içine yerleştirilmeli. Tam bu noktada, Yordam Kitap tarafından yayınlanan Marie Curie’nin hayatına dair alışılmışın dışında bir çalışmayı anmak gerek: Çizgilerle Madame Curie. Bu çalışma, kendini diğer biyografi kitaplarından Soner Tuna’nın özgün çizgileriyle ayırıyor. Bir sayfada Madame Curie’yi küçücük labaratuvarında çalışırken, bir diğerinde cephede askerler için koştururken seyredebiliyoruz. Yoksulluğun acımasızlığı, aşkın güzelliği ve yaratıcılığı, yine bu çizgilerle gözler önüne seriliyor. Tabiri caizse, Soner Tuna’nın kalemiyle yeniden hayat buluyor Madame Curie… Ve biz kadınlara da onunla nefes almak, onun izini sürmek düşüyor.
|
- “HAYATIN BİZDEKİ ETKİLERİNİ PAYLAŞMAK KENDİMİZİ İYİ HİSSETMEMİZİ SAĞLIYOR.” - 26 Ocak 2022
- Bir Beden, Bir Yaşam ve Sıfır Noktası - 18 Şubat 2020
- Çizgilerin diliyle bir hayat: Madame Curie - 8 Mart 2017
FACEBOOK YORUMLARI