“HAYATIN BİZDEKİ ETKİLERİNİ PAYLAŞMAK KENDİMİZİ İYİ HİSSETMEMİZİ SAĞLIYOR.”

Ruhver Barengi ilk kitabı Metamorfoz ile okurlara merhaba diyor. “Metamorfoz öyküsünün ilk tohumları zihnime Gezi Olayları döneminde ekildi,” diyen Barengi ile İnkılâp Kitabevi etiketiyle raflarda yerini alan ilk kitabı Metamorfoz üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. 

  • Öncelikle sizi tanımakla başlayalım. Bildiğim kadarıyla bambaşka bir sektörden edebiyat dünyasına giriş yaptınız. Bu süreci biraz anlatabilir misiniz? 

Bu süreci bir anımı paylaşarak aktarmak istiyorum. Sanırım 1993 yılıydı; yaklaşık bir yıldır Bilgisayar Mühendisi olarak çalışıyordum. Yeni mezun bir genç olarak boş zamanımı değerlendirmek için diksiyon kursuna katılmaya karar verdim. Dersleri, değerli yönetmen, tiyatro, sinema ve seslendirme sanatçısı Toron Karacaoğlu veriyordu. İlk dersimizde bizleri daha yakından tanımak için tüm öğrencilerden bir sonraki derse özgeçmişlerini yazarak getirmelerini istemişti. O yıllarda internet gibi bir ortam olmadığından özgeçmiş yazma konusunda bilgi sahibi değildim, hatta daha önce hiç özgeçmiş görmemiştim. Üzerinde çok düşünmeden, bu isteği daha çok kendi anladığım şekilde yorumlayarak özgeçmişimi bir sayfalık bir öykü şeklinde hazırladım. Bir sonraki dersimizde özgeçmişlerimizi Toron Karacaoğluğu’na teslim ettik ve daha sonra tekrar bir araya geldiğimizde Toron Hocamız, özgeçmişimi sınıfta bana okutarak “Mutlaka yazmalısın, peşini sakın bırakma,” dedi. Değerli bir sanatçıdan duyduğum bu sözler, hayata yeni atılan bir genç olarak bende büyük bir heyecan yarattı. O günden sonra yıllarca zihnimde hep “Yazmalıyım,” sözü yankılandı. Bununla birlikte uzun süre bilişim sektöründe çalışmanın getirdiği yüksek tempo, edebiyata yeterli ilgiyi göstermeme izin vermedi. Bir süre İsviçre ve Fransa’da yaşamam ve yine işim nedeniyle çok sık seyahat etmek zorunda kalmam gibi nedenlerle yazma eylemini istediğim boyuta taşıyamadım. Bu süreçte bir şekilde müzik ve sinemadan kopmamayı başarabildim ki bunlar beni besleyen en önemli sanat dalları oldu. Çocukların büyümesi ve evlendiğim dönemde kurduğum kendi işimde taşların yerine oturmasıyla son birkaç yıldır edebiyata daha fazla zaman ayırmaya başladım.

  • Yazıyla ilişkiniz nasıl başladı? Atölye vb bir oluşuma katıldınız mı? Önerir misiniz?

İş hayatına atıldığım günden itibaren yazıyla bir ilişkim oldu ancak bu ilişki tamamen mesleki düzeydeydi. Otuz yıllık çalışma hayatımda birçok makale yazdım ve eğitim materyalleri oluşturdum. Hatta bir bilgisayar programlama dili hakkında kitap yazdım. Bunun dışında iş için farklı ülkelere seyahat yaptığımda zaman zaman o ülkelerde yaşadıklarımı not alırdım. Bu notları almaya beni iten ana motivasyon, ortaya bir eser koymaktan çok beni etkileyen olayları ve kişileri unutmamayı istememdi. Ayrıca yurtdışında yaşadığım süre boyunca ana dilimde konuşacak fırsat bulamıyordum ve bu dönemde yaşadıklarımı kendi dilimde kâğıda aktarmak kendimi kendime daha iyi ifade etmemi sağladı. Yazdığımda kendime karşı daha dürüst olduğumu hissediyordum. Bunu fark ettikten sonra hayat içinde ne zaman zor bir problemle karşılaşsam kendimi daha iyi anlamak için kısa yazılar yazmaya başladım. Edebiyat dünyasına yakınlaşmam ise sevgili eşim Nuran’la oldu. Nuran’ın ikisi Türkçe biri İngilizce şiir kitaplarını hazırlarken yaptığı yoğun çalışmalara şahit olmak ve onun çevresinde edebiyata emek veren insanlarla tanışmak beni yavaş yavaş farklı bir dünyaya çekmeye başladı. Ancak o güne kadar yazdığım öyküleri nasıl toparlayacağımı bilemiyordum. Yaratıcı yazarlık kitapları mı okuyayım yoksa bir kursa mı gideyim, diye düşünüyordum. İşte bu dönemde Nuran, değerli hocam Yelda Karataş’la ilerlemenin daha doğru olacağını görerek bizi bir araya getirdi. Edebiyat dünyasına verdiği emek ve eserleriyle özel bir yeri olan Yelda Karataş’la yıllarca süren bir dostluğumuz vardı ve bu yeniden buluşma sayesinde eğitimci kimliğini görme şansını da yakalamış oldum. Yelda Karataş’ın uzaktan verdiği eğitimlerin, benim için bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Yelda Hocam yaratıcı yazarlıkla ilgili standart bir eğitim programıyla ilerlemedi. Sorduğum bir soru karşısında gerektiğinde ilk başta alakasız gibi görünen çok temel noktalara inerek geniş bir yelpazede ve büyük bir sabırla bana özel bir eğitim içeriği oluşturdu. Bir kitabı ortaya koyarken nasıl çalışılması ve nasıl bir disipline sahip olunması gerektiği gibi konularda yol gösterdi. Eğitime inanan biriyim. Bu tür eğitim ya da atölyeler mutlaka faydalı sonuçlar üretecektir ancak kişinin kendini tanıması ve öğretmenin kişiye özel bir kapsam oluşturmasının verimli bir ilerleme için çok önemli olduğunu düşünüyorum.

  • Metamorfoz, ilk kitabınız. Hangi noktada yayımlama kararı aldınız? Bu süreçte sizi cesaretlendiren ne oldu?

Metamorfoz öyküsünün ilk tohumları zihnime Gezi Olayları döneminde ekildi. Gezi Olayları, toplum ve birey açısından önemli bir dönüm noktası oldu ve birçoğumuzun üzerinde büyük bir etki yarattı. Bu dönemdeki sosyal ve psikolojik açılardan yaşadığımız travmalar ve bunların iç dünyalarımızdaki yansımaları, bende Metamorfoz’u yazma fikrini uyandırdı. Ana kurgu kafamda çok hızlı şekillenmişti. Bu kurguyu yakın çevremdeki insanlarla paylaştığımda olumlu geri dönüşler alınca öyküyü yazmaya karar verdim. Bununla birlikte öykünün ilk versiyonunu yazmaya ancak 2018 Mart ayında başlayabildim. Sonraki aylarda yazdığım her yeni versiyonda elimden geldiğince kurguyu sağlamlaştırmaya ve hataları düzeltmeye çalıştım.  Tüm bu süreçlerde Nuran’ın beni büyük bir sabırla cesaretlendirmesi ve öykünün ilk versiyonlarını okuyan yakın çevremdeki dostlarımın motive edici yorumlarından sonra kitabı yayımlamaya karar verdim.

  • Yayımlanıp elinize aldığınızda neler hissettiniz? 

Hayatın bizdeki etkilerini paylaşmak kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. Kitabı elime aldığımda, okuyuculara ulaşarak bir etki yaratılabilmenin sadece küçük bir ihtimali bile beni çok heyecanlandırdı. Kitapla birlikte kafamdaki kurgu nesnel bir hale dönüştü ve bunu gördüğümde kendimi özgür, mutlu ve hafiflemiş hissettim.

  • Kitabınızda pek çok edebi türün iç içe geçtiği görülüyor. Fantastik unsurlar, mizah, dram… Ayrıca toplumu, iş yaşamını, aile yapısını gözden geçiriyorsunuz. Bu çeşitlilikten bahsedelim mi? 

Hayat öyle karmaşık bir hale geldi ki, tek bir olay ya da durumda bile aynı anda birçok duyguyu yaşayabiliyoruz. Üzülelim mi, mutlu mu olalım, öfkelenelim mi, acıyalım mı? Ne hissettiğimizi tam olarak çözümleyemediğimiz durumların içinde kalıyoruz. Çok trajik bir olayda yapılan absürt bir yorumla, yakın bir dostumuzdan beklemediğimiz bir tepkiyle, sırf maddi çıkarlar için söylenen ve fantastik bir dünyada yaşadığımızı hissettiren yalanlarla karşılaşmıyor muyuz? Elbette bunları toplum, iş yaşamı ve aile yaşamından bağımsız düşünemeyiz. Öyküde, bu unsurların bir araya gelmesindeki asıl neden, bunları gerçek hayatta gözlemlememiz ve bunların bizde yarattığı kaçınılmaz etkileri oldu. Fantastik görünse de gerçek hayatta karşılaştığımız bu unsurları kurgusal bir bütünlük içinde bir araya getirerek okuyucularla daha sağlam bir ilişki kurmaya çalıştım.

  • Metamorfoz’un ana kahramanı Hüseyin Bey. Hüseyin Bey’in vücudunda yeşil bir ben beliriyor ve hayatı değişiyor. Daha önce rastlanmamış, yeni bir hastalık aslında. Biraz pandemi dönemini de çağrıştırıyor. Böyle bir durumla yüz yüz geldiğinde Hüseyin’in ve ailesinin neler hissettiğinden bahsedelim mi? Tabii bununla bağlantılı olarak insanın korkularını bir noktadan sonra kendi başına gelenler değil de geride ne bırakacakları belirliyor. Bu geride bırakma endişesi, “benden sonra ne olur” korkusu üzerine neler söylersiniz?

Hüseyin Bey, sorumluluk sahibi, dürüst, ailesine düşkün, çocuklarını iyi yetiştirmek ve hayat içinde iz bırakmak isteyen orta halli bir insan. Ancak düşündüklerini istediği şekilde hayata geçirememiş; ilişkileri zayıf, insanların çok önemsemediği, rutinleşmiş bir sistemin içine sıkıştırılmış ve dışlanmış biri. İçten içe eziklik yaşadığı dünyasında kendini var edememenin rahatsızlığını hafifletmek için kendine biçtiği rol ise tam bir görev adamı olmak. Sonra bir gün üstesinden gelemeyeceği fantastik bir problemle karşılaşıyor ve vücudunda yeşil benler çıkıyor. Aslında bu sorunun var olma nedeni Hüseyin Bey’in kendini var edememesi. Bu aşamadan sonra yaşadıkları, o güne kadar hissettiği halde kendine itiraf edemediği konuları suyun yüzeyine çıkarıyor. Ne kadar yalnız olduğunu, insanların kendini nasıl kullandığını görüyor. Yine de bunlara karşı koyamıyor, olanların önüne geçemiyor ve hatta çoğu zaman gerçek bir tepki bile veremiyor, gerçekle yüzleşmekten korkuyor. Bu durum onu daha da derinleşen bir yalnızlığa itiyor, yaşadığı dünyaya yabancılaşıyor. Kalıcı olmak, hafızalarda yer etmek, geride bir şeyler bırakmak istiyor. Bununla birlikte korkularına, hayata meydan okuyacak gücü bulamıyor kendinde ve kabullenici bir ruh haline bürünüyor. Hüseyin Bey, çocukları ve eşiyle de istediği derinlikte bir ilişki kuramamış. Aslında çocuklarına kalıcılık duygusunu güçlendirecek değerleri aktarmak istiyor ancak çocukların kendi dünyalarındaki öncelikleri farklı. Öyküde Hüseyin Bey’in eşini çok tanıyamıyoruz ama buradaki ana sorun Hüseyin Bey’in eşini yeterince tanıyacak zamanı ayırmamış olması. Hayatın koşuşturması içinde birbirlerinin iç dünyalarına yeterince yolculuk yapamadıklarını görüyoruz. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde toplumda birçok Hüseyin Bey olduğunu ya da çoğumuzun Hüseyin Bey’de kendinden bir parça bulacağını düşünüyorum. 

  • Metamorfoz, biraz da görünmeyen insanların hikâyesi diyebilir miyiz? Kalabalığın içinde “kaybolan günaydınlar” ve “Ancak görevlerini zamanında ve tam olarak yerine getirdiğinde yaşadığını hisseden” insanlar hakkında neler söylersiniz? 

Görünmeyen, sömürülen ancak tepki veremeyen, kendini var etmekte zorlananların çoğunluk olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ayrıca çıkar ilişkileri, yozlaşma, insana birey olarak değer vermeme, toplumun duyarsızlaşması, ekonomik sıkıntılar, çevre katliamı, amacını tam olarak bilmediği halde bir grupla hareket etme isteğini yaşayanlar ya da popüler olmak isteyen insanlar gibi unsurların öne çıktığı bir dünyayla karşı karşıyız.  Hüseyin Bey’in görevlerini zamanında ve tam olarak yerine getirmesi sorunlardan kaçmak için giydiği bir kamuflaj elbisesi. Çıkış bulamamış; bulduğu tek çözüm bu. Ancak hastalığı ilerledikçe bu tek tatmin kaynağını da kaybediyor. İnsanların, onu anlama çabası içinde olmadıklarını görüyor, artık kimse Hüseyin Bey’i umursamıyor, kimse gerçek Hüseyin Bey’i sormuyor. Sadece kendi hedeflerine ulaşabilmek için onu nasıl bir araç olarak kullanabileceklerine odaklanıyor. Hüseyin Bey’in zayıf olan kimliği iyice yok oluyor. Maalesef içinde bulunduğumuz dünyada Hüseyin Bey’lerin sayısı çok artmış durumda. 

  • İlk bölümde üçüncü tekil biri anlatıcıyken ikinci bölümünde anlatıcının değiştiğini görüyoruz. Hüseyin Bey “bu hikâyeyi kendim anlatmalıyım” deyip metni kendi eline alıyor. Bu tercihinizin sebebi nedir?

Öykünün ilk versiyonunu oluşturduğumda, ilk bölümü üçüncü tekil anlatıcıyla yazarken ikinci bölümde bilinçli olmadan birinci tekile geçtiğimi fark ettim. Sonra neden böyle yazdığımı anlamaya çalıştım. Hüseyin Bey sisteme kendini entegre edememiş ve çevresindekilerin de dışladığı bir insan. O kadar dışlanmış bir kişi ki yazar bile uzaklaşıyor Hüseyin Bey’den, onu terk ediyor. Böyle bir geçiş, Hüseyin Bey’in tamamen yalnızlığa ve yabancılaşmaya itilmişliğini daha yoğun yaşattı bana. Bu duyguyla anlatıcıyı akışa bırakmaya karar verdim. Öte yandan hikayeyi anlatmaya Hüseyin Bey’in direkt devam etmek istemesi, hayatının o dönemine kadar gerçekten istediklerini yapamadığı, arzu ettiği yaşamı kuramadığı duygusunu güçlendiriyor. Kendini geç kalmış görse de bir deneme daha yapmak istiyor ama ilerleyen aşamalarda görüyoruz ki bunda da başarılı olamıyor. Bunları değerlendirince, öyküdeki anlatıcı değişikliğinin bu şekilde kalmasını tercih ettim ve tüm kurguyu böyle bir geçişle birlikte oluşturursam Hüseyin Bey’i daha iyi ifade edebileceğimi düşündüm.

  • Önümüzdeki çalışmalarınız neler olacak? Başka türlerle ilgileniyor musunuz?

Üzerinde çalıştığım ve son aşamalarda olan birkaç öyküm daha var. Ayrıca henüz kaleme almadığım, düşünce aşamasında olanlar da var. Bu nedenle beni yoğun bir dönemin beklediğini görebiliyorum. Yazma yolculuğunun henüz çok başındayım. Bir yandan yazarken diğer yandan bir öyküyü nasıl oluşturduğumu, nasıl bir dile sahip olduğumu, nasıl kurguladığımı anlamaya ve kendimi tanımaya çalışıyorum. Bu aşamada yazdıklarımı sınıflandırarak “Şu türde yazıyorum,” demek benim için çok erken. Sadece şunu söyleyebilirim ki en azından şimdilik, kısa öyküden çok novella tarzındaki öykülere karşı bir eğilimim var. Yine diğer öykülerimi incelediğimde artan bir tempoda ilerleyen kurgulardan hoşlandığımı görüyorum. Muhtemelen bu sorunuza ilerleyen dönemlerde daha farklı bir yanıt vereceğim ama şimdilik bunları söyleyebiliyorum.

  • Okuma alışkanlıklarınız nasıldır? Kimleri okumayı seversiniz?

Az önce belirttiğim gibi hayatın koşuşturmacası içinde maalesef okumaya yeterli zamanı ayıramadım. Son birkaç yıldır bu açığı kapatmaya çalışıyorum. Dostoyevski, Stefan Zweig ve Kafka iç dünyama dokunan, bende derin etki bırakan yazarlar. Bununla birlikte içinde bulunduğum ruh haline göre, yeni yazarlar da olmak üzere birçok kitabı zevkle okuduğumu söyleyebilirim.

  • Metamorfoz
  • Yazar: Ruhver Barengi
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: 2022
  • Sayfa Sayısı: 96 Sayfa
  • Yayınevi: İnkılâp Kitabevi
Vinkmag ad

Read Previous

Cinayet, her yerde cinayet: Kelebek Evi

Read Next

Hayatta Kalanlar Adına Bir Konuşma

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *