Celestina! Rojas’ın bu aşk ve mücadele anlatısının bize güzel gelmesi nedendir?
İçindeki kahramanların yaşadıklarının akıp giden hayatın hikayesine karşılık gelmesi değil mi?
Calisto aşka düşüyor. Malibea’ya sevgisini anlatmak, sonra karşılık görmek, ona ulaşmak, daha sonra da ona sahip olma durumunda süreklilik sağlamak Calisto’nun tutkusu haline geliyor. Hayatının merkezine yerleşen bu tutku, başka her şeyin önemsiz hale gelmesine neden olacak kadar şiddetli.
Amacına ulaşabilmek için her türlü deliliği yapmaya hazır. Çeşitli engeller var karşısında. Fakat onları aşmak için yardım isteyeceği kişiler de var. Bu kişilerden bazıları, konuyla hiç de ilgisi olmayan bambaşka kaygılarla hareket ediyor. Kendilerine bir kazanç sağlamak, bir pozisyona ulaşmak veya birinin gözüne girmek için uğraşan öyle kişilere güvenilebilir mi?
ÖNCESİZ VE ÖLÜMSÜZ TEMALAR
Böyle bir konuda ne çok hikaye anlatılmıştır, yüzyıllar boyunca. Bin yıllar boyunca! İçinde geçen isimler değişir, olayların yaşandığı bölgeler, dönemler değişir. Ayrıntılar ve olay zincirinin gelişmesi de her hikayede bambaşka biçimde ilerleyebilir. Okuyanlar, izleyenler her zaman farklı insanlardır. Hikayenin anlatıldığı tür bile değişir; tiyatro yoluyla, destan, öykü, film, hatta şiir yoluyla anlatılabilir. Ama en köklü temalar pek değişmez. Aşk, iktidar, güvenlik (korku), temel gereksinimler, gerçeği arayış, ölümsüzlük, mücadeleci kişilik, adalet, özgürlük tutkusu… Üç beş tema daha eklenebilir bunlara. On binlerce, belki de milyonlarca şiire, oyuna, romana, masala karşılık topu topu birkaç tema!
Galiba böyle ürkütücü bir gerçekle karşı karşıya kalmak, hikaye anlatma hevesi duyan insanların birçoğunda bocalamaya neden oluyor. Özde yenilik yaratamamak kaygısı, öz’ün değerini ihmal edip anlatımda ilginçlik sevdası yaratabiliyor. Firdevsi, gök kubbe altında söylenmemiş sözün kalmadığını söyleyeli bin yıl oluyor. Ama ondan sonra söz söyleyen ne çok insan çıktı. Ne çok hikaye anlatıldı.
Peki, belirleyici olan ne? Yeni bir tema, bambaşka bir konu değilse, biçimsel ilginçlik ortaya çıkarmak da olamayacağına göre, o derin etkiyi yaratan ve o kalıcılığı sağlayan ne?
500 YILDIR SAHNEDE, SOKAKTA, KİTAPTA
Celestina, bir oyun metni. İspanyol edebiyatının Don Kişot’tan sonraki en büyük eseri kabul edilen Rojas’ın bu yapıtının, kuşkusuz, dünya edebiyatında da önemli bir yeri var. Bu değeri nereden geliyor olabilir?
Yazıldığı veya ilk gösterimi gerçekleştiği günden beri geçen 500 yıldır insanlar aşıkken, öfkeliyken, acılıyken benzer sözler söylüyorlar. Tıpkı ondan önceki 500 yılda olduğu gibi. Oyundaki kahramanlardan Celestina, “Aşk her şeyin üstündedir.” diyor. “Gerçekten seven birinin aşkın tatlı hazzına ulaşabilmesi için çok acı çekmesi gerekir.” belirlemesini yapıyor. Aşktan, “Ateş” diye söz ediyor, “… acısı mutluluk verir. Aşk uğruna ölmek bile hoştur.”
Parmeno’nun sözleri de çok tanıdık: “Zenginlik isterim, ama kötü yoldan kazanılan parayla değil.”
Belki daha da tanıdık olan Celestina’nın itirafıdır: “Benim için paranın iyi ya da kötü yoldan kazanılmış olmasının önemi yok.” Çöpçatanlık yapan, hatta erkeklere bakire ayarlayan bu kadının mesleği hepsinden tanıdıktır.
Bunca “değişmeyen söz”ün yanı sıra, hiç de yeni olmayan ama artık kabul edilemez birçok söz de geçiyor oyunda.
Örneğin, erkeklerin kadınlardan üstün olduğu kanısı, bir tartışma gibi bile değil, genel kabul gördüğü için üzerinde durulmaya gerek olmayan bir düşünce olarak dile getiriliyor. Sempronio, kadınlar için, “Onların yalanlarını, sahte gözyaşlarını, karaktersizliğini, aldatışını, çılgınlığını, kibrini ve şehvete düşkünlüğünü size kim anlatabilir ki?” diye soruyor.
Calisto’nun bu yaklaşıma itirazı, kadınlarla ilgili ilkesel bir tavra değil, sadece içindeki aşk duygusuna dayanıyor. “Her şeyiyle benden üstün olan Malibea …” diye söz ediyor sevgilisinden, “tapıyorum, aşığım” gibi ifadeler kullanıyor. “Melibea Tanrı kadar kutsal biri, bense ona erişemeyecek kadar yetersiz bir zavallıyım.”
Kadın konusundaki bu sözler, Ortaçağ karanlığından çıkılmaya başlanan günleri gözümüzde canlandırmaya da yarıyor.
Evet, belki de yapıtın en önemli özelliklerinden biri, bir geçiş döneminde yazılmış, öyle bir dönemin özelliklerini yansıtan karakterleri canlandırmış olması. Değişimin hızlıca yaşandığı dönemler, birçok insan özelliğinin daha somut algılanabilmesi için avantaj sağlıyor. Rönesans yıllarının başlamakta olduğu bir dönemde yazılmış Celestina da bu açıdan şanslı kabul edilmeli.
Değer yargılarında ve inançlarında değişimler meydana gelen bir toplumla, o toplumdaki bireyin ilişkisi… Bu aslında ortaya çıkmak üzere olan bir edebiyat türünün de koşullarını hazırlıyor. İnsanın hayatına romanın girmesine az bir zaman kala yazışmış olan Celestina oyununda, roman türüne benzer bazı özelliklere rastlanması da herhalde bu açıdan bakılarak açıklanabilir.
BİR NEHİR GİBİ
Tamam, değişim zamanlarında geçiyor olması, hikayeyi üretmek için avantaj sağlıyor, ama yine de fark yaratan derinliğin ve kalıcılığın daha belirleyici bir açıklaması olmalı. Rojas’ın bu büyük aşk ve mücadele anlatısının bize güzel gelmesinin, dahası, bizi hâlâ ilgilendirmesinin nedeni ne olabilir? Aynı şeyleri anlattığı halde…
Aynı şeyleri mi anlatıyor?
Doğru, kimse bir nehirde ilk kez kendisinin yıkandığını söyleyemese de öncekilerle aynı nehirde yıkandığı da doğru değildir. Heraklitos’tan beri biliyoruz; hem aynı nehirdir o hem de her seferinde başka bir nehirdir.
Yazınsal değeri olan her hikaye, aslında akıp giden aynı hayatın içinde yaşayan her insanın hikayesidir. Aynı temel meselelerle uğraşan bambaşka insanların anlatısıdır. Sempronio adlı, Melibea adlı, Parmeno adlı kahramanların yaşadıkları, geniş bir açıdan bakarak ve derinlikli biçimde anlatılınca, başka zamanlarda, başka bölgelerde yaşanan hayatlara da karşılık geliyor. Bu nedenle dupduru akıyor, büyük hikayeler.
- Celestina
- Fernando De Rojas
- Çeviri: Pınar Yılmaz
- Sunuş: Burcu Tekin
- Son Söz: Pınar Yılmaz
- Ayrıntı Yayınları, Mart 2016
- 126 sayfa
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017
FACEBOOK YORUMLARI