Dost’un kurucusu, Türkiye yayıncılığı ve kitapçılığı için uzun yıllardır çalışan Erdal Akalın ile buluştuk, saatler süren sohbetin dökümünü paylaşıyorum mutlulukla.
Bağımsız kitapçılarla söyleşi dizimize başlarken, ilham kaynağım olan, en çok ziyaret ettiğim kitapçıların bir dökümünü yapmış, listemi, ilk duraklarımı böyle belirlemiştim. Ankara’dan yolu geçen çoğu okur gibi benim de kitapçım Dost oldu yıllarca.
Ankara’da doğmuş, hayatının büyük bölümü Ankara’da geçmiş bir okur ve yayıncı olarak Dost’un ve şehrin dönüşümünün hikayesi, Dost’un kurucusu Erdal Akalın’la yaptığım söyleşiyle derli toplu yazıya döküldü. Bu söyleşide şehir konuşuyor, Dost konuşuyor, çoğumuzun çocukluğu, ilk gençliği, okurluğu konuşuyor aslında.
Önceleri isme açılan taksitli hesaplar, devamında Dost Kart’la yapılan alışverişler, Dost’un meşhur danışmanları ve onlar sayesinde keşfedilen, elden ele dolaşan kitaplar, minderlerde saatlerce okunup bitirilen dergiler, kamulaştırma hikayeleri, birçok öyküye filme konu olan Dost önü buluşmaları ve Mülkiyeliler Birliği’nde geçen saatler… Kitapçılığı ve yayıncılığıyla Dost, Ankaralı okurları ve yazarları şekillendiren en önemli kültür kaynaklarından oldu, hâlâ da öyle.
Dost’un kurucusu, Türkiye yayıncılığı ve kitapçılığı için uzun yıllardır çalışan Erdal Akalın ile buluştuk, saatler süren sohbetin dökümünü paylaşıyorum mutlulukla. Tüm samimiyetiyle hikayesini bizimle paylaşan Erdal Bey’e minnettarım, yalnızca Dost’u anlattığı için değil, şehrin hızlı dönüşümüne tanıklık ederken her anını not aldığı için de… Bir edebiyat tiryakisinin notlarına hoş geldiniz.
Sevgili Erdal Bey, vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim öncelikle.
Ben teşekkür ederim. Zamanlama çok anlamlı bu söyleşi serisi için. Son gelişmeleri, zincir mağazaların satışından sonra olup bitenleri yakından takip ediyoruz hepimiz. İstanbul merkezden Sabahattin Ali’ler depoya kaldırılacak, yalnızca soranlara verilecek deniliyor. Tekin Yayınları’nın kitaplarını almıyorlar. İade ediyorlar birçok yayınevinin kitaplarını. Şunu en başta söyleyeyim: Ben çok sayıda kitapçı, kitap emekçisi tanıdım, hem sağ cenahtan, hem sol cenahtan. Birazdan anlatacağım hikâyemizi detaylarıyla, Zafer Çarşısı’nda başladı bizim hikâyemiz. Ben hapishanedeyken eşim dükkâna göz kulak oluyordu, bir gün yerleri süpürürken komşumuz olan kitapçı arkadaşlar, ki dindar arkadaşlardı, abla sana yakışmaz deyip elinden kapıyorlar süpürgeyi. Böyle bir ortak ahlâk ve destek vardı bizim dünyamızda. Yani derdi kitapçılık olanla olmayanı iyi biliyoruz. Bugün olan, bugün yaşanan başka bir şey. Bunun için, dediğim gibi bugün çok önemli bu söyleşi dizisi.
Sağ olun. Dost’un kuruluş hikayesiyle başlayalım isterim. Nasıl başladı Dost Kitabevi?
Benim kitapla olan ilişkimi anlatmam gerek aslında Dost’un hikayesini anlatabilmem için. Dost’un hikâyesi hayatla birebir giden bir hikâye, desteklerle, kurgularla olmadı, tesadüflerle, hayatın kendisiyle şekillendi. Bir hava astsubayının oğluyum ben. Toprak damlı evlerde büyüdüm, geliri son derece düşük bir ailenin çocuğuydum. Babamın aldığı Doğan Kardeş mecmuası, 55 – 60 seneleri, bir de okuma yarışmasında kazandığım üç kitap okurluk hayatımın ilk kitapları. Emekle kazanılmıştı yani ilk kitaplarım. Asıl kırılma ise daha sonra…
Gençlik döneminde, 14 – 15 yaşında bir trafik kazası geçirdim. Ciddi bir kazaydı, ayağım kırıldı ve altı ay alçıda kaldı. Sadece radyo vardı başucumda. Hava kuvvetlerinde babam o sırada, kütüphaneleri var, kütüphanede çalışan kadına durumumu anlatıyor, kadın bana bırakın diyor. Muntazam kitap göndermeye başlıyor bana babam aracılığıyla, çok şey borçluyum ona. İlk yazarım Zola oldu. Fransız edebiyatıyla başladım yani. Kadın çok planlı kitap seçiyordu bu arada, bir sistemimiz vardı yani. Zaman içinde Rus, Alman, bütün dünya edebiyatını tamamladım. Çok süratli okudum tabii çünkü yapacak başka bir şey yok. Üstelik çok da sevdim okumayı, yeni hikâyeler keşfetmeyi. Bir yandan da klasik müzik dinliyorum. Edebiyat tiryakisi oldum daha o yaşta.
Neyse zaman geçti, askerlik çağına geldim, gittim geldim, askerlik bitti, Zafer Çarşısı’nda bir arkadaşımla bir kitapçı açtık. 23 – 24 yaşlarındayım. Para pul yok tabii. 76 – 77 yılları. Doğu Kuyumcu’ydu önceden dükkân, devraldık onlardan. O kadar parasızız ki tahtadan yapılmış tabelanın Kuyumcu kısmını kesip attık, Doğu bölümü kaldı, adımız böylece Doğu Kitabevi oldu. Herkes de bizi doğudan geldik zannediyor, oysa tabela yaptıracak paramız yok diye adımız Doğu. O sırada valide hanımın babadan kalan bir toprağı vardı, orası satıldı. Gelen paranın yarısı ile hava parasını ödedik ve ilk Dost açılmış oldu.
O günleri, o dönemi de anlatın lütfen, zor günler, zor zamanlarda başlıyorsunuz işe.
1977 yılının ilk ayları, Zafer Çarşısı. Daha ilk günümüzde polis ile tanıştık. Şöyle ki; ODTÜ öğrencileri yeni atanan rektör Hasan Tan’a karşı protesto yapıyorlardı. Çarşının ortasında da eleştirel bir karikatür sergisi açılmıştı. Biz de kitabevinin önüne “Bugünkü gelirimiz Hasan Tan sergisine bağışlanacaktır” yazan bir pankart asmıştık. Uzunca tartıştıktan sonra hiç olmazsa içeri asmamızı kabul ettiler. Geçmişe dönüp bakınca yedi gözaltım, üç cezaevim var. İkisi Mamak, biri Ulucanlar’da; hepsi de kitaptan dolayı.
Bu arada okumalarım genişledi. Akşam geliyorsunuz eve, leş gibi, bütün gün çalışmışsınız, kitap aç, kitap diz, kitap yerleştir… Yine de son hız okumaya, araştırmaya devam ediyordum. İki tane çocuğum oldu bu arada. Bir yandan da iflas halindesiniz, çuvallarla kitaplar götürülüyor polisler tarafından. Basın şubesiyle akraba olduk artık, “yasak kitap listesini verin” diyorum, “veremeyiz yasak” diyorlar. Böyle trajikomik günler, hatıralar…
Ve 12 Eylül’ün hemen öncesi… Cezaevi günleri Mamak Askeri Cezaevi’nde başladı. Sert koşullar, ağır baskı, komün hayatı, bulaşık suyu gibi çorbanın yanında ikişer adet zeytinle yapılan “kahvaltı”lar ve her şeyi göze almış yüzlerce genç insan. 1982 sonbaharında yeni Dost Konur Sokak’ta TMMOB’un alt iki katında açıldı. Ne günler, ne isimler… Atilla İlhan çıkar, Murathan Mungan girer. İkinci kitabı olan Taziye’yi biz bastık mesela Mungan’ın. Enis Batur, Buket Uzuner, Ayla Kutlu ve niceleri ve geniş bir akademia, ve de gençler, kadınlar binlerce okur… Alt kat sanat galerisiydi; imza ve anma günleri, panayırlar, küçük konserler düzenlerdik.
O gri günlerde bir renk, bir nefes alma ortamı oluştu. Günümüzde de birçok okur “nefes alıyoruz burada” diyor. Kültür üreten bir şehirdir Ankara, ama endüstri İstanbul’da idi. Kültür göçü oldu tabii İstanbul’a sonunda. Biz Dost olarak o kültür üretiminin önemli bir parçası olduk.
Sizinle telefonda söyleşi günü için sözleşirken Dost Kart’ımı da alıp geleceğim demiştim, Dost Kart biz Ankaralı okurlar için çok kıymetlidir, kitaplarımızı aldığımız, arşivimizin tutulduğu kartlardı bunlar.
Evet, yıllar sonra görünce de çok duygulandım… Bir ara 120.000’leri bulmuştu kart sahibi sayısı. Bundan önce de mahalle bakkallarınınki gibi kara kaplı bir defterimiz vardı. Kitabı alır, isminizi yazdırır, daha sonra da gelip öderdiniz. Bizler nihayetinde kültür işi yapıyoruz, okura güvenimiz hep oldu. Zafer Çarşısı döneminde bir kez yakıldık, bir kez de bombalandık. İtfaiye su sıkınca isli bir buhar tüm kitaplara bulaşmıştı. Zımparalarla temizleyebildiğimiz kadar temizledik. Sonra kitapların yenilerini de alıp raflara yan yana koyduk. İnsanların büyük çoğunluğu gidip isli kitapları aldı destek olmak için, hâlâ hatırladıkça duygulanırım.
Dost’un hikayesine devam edecek olursak…
Konur Sokak’taki ikinci Dost’un açılışı hem Dost’un tarihi, hem de benim yaşamım için bir köşe taşı oldu. Mekânın büyüklüğü, şekli ve bulunduğu nokta çeşitli kültürel ve sanatsal faaliyetlere elverişliydi. İnsanların da bunlara olan açlığı çok fonksiyonlu bir ortamın kurulmasını sağladı. Kişisel olarak da, varoşlarda geçen çocukluk ve ilk gençlik çağlarımın tüm travmalarıyla da baş edebilmeme ve onları aşmama sebep oldu. Türkiye’de olabilecek en geniş haliyle kitabı sergiledik. Kurduğumuz kütüphanecilik benzeri kategori sistemiyle bugün bile 65.000 çeşit kitabı doğru bir şekilde sunabiliyoruz.
Nasıl oluşturdunuz bu sistemi?
Altı ay kadar kütüphanecilik çalıştım. Dünyada genel olarak kullanılan üç sistem var. Bizde de yaygın olarak kullanılan Fransız Dewey sistemini esas aldım. Bazı başlıklar için ilgili kişilerden yardım isterken, bazı başlıklar için de küçük okumalar yaptım. Çok titiz bir şekilde çalıştım. Örneğin, o sırada Türkiye’de müzecilik ile ilgili sadece bir kitap olmasına rağmen, konunun önemi gereği ona da başlık açtım. Sistem böyle oluştu.
Konur’daki Dost’un hikayesine devam edersek…
İkinci Dost ile yayıncılık faaliyetine de başladık. Murat Belge darbe sonrası üniversiteden istifa etmişti. İletişim Yayınları da henüz açılmamıştı. Bize birkaç yıl editörlük yaptı.
12 Eylül darbesinden sonra üniversitelerde büyük bir kıyım yaşanmış, birçok akademisyen işsiz kalmıştı. Onların bir bölümü ile dergi çıkartmaya karar verdik, ama sıkıyönetimden izin almamız imkânsızdı. Eski bir tiyatro dergisinin yayın haklarını devraldık. Derginin adı Yapıt idi. Yayın kurulu, Korkut Boratav, Mete Tunçay, Çağlar Keyder, Şevket Pamuk, Bülent Tanör, Oğuz Oyan, Yakup Kepenek ve Halil Berktay’dan oluşuyordu. Üç ayda bir yayınlanıyordu. İnanın parasızlıktan nikâh yüzüğümü bile satmıştım. O koşullarda üç yıl boyunca 13 sayı çıkartabildik. 12 Eylül sonrasının ilk muhalif dergisiydi.
Alt katı “Dost Sanat Ortamı” adıyla çeşitli sanatsal ve kültürel faaliyetlerin yapıldığı, sergilerin açıldığı bir salon haline getirdik.
Türkiye’de henüz bandrol uygulaması başlamamıştı. Asma katta bir video kulüp açarak Nejat Ulusoy’un yardımlarıyla ciddi bir film arşivi oluşturduk. Sonradan bandrol uygulamasının başlamasıyla her şey sıradan ve tektip haline geldi.
Konur’un müzik bölümü de Türkiye’de ilkti sanıyorum.
Konur Türkiye’nin ilk büyük müzik dükkânıydı. Açıldığında benim de önümde yeni ve kocaman bir alan açıldı. Popüler müziğin dışında da klasik, caz, blues, vb. büyük bölümler oluşturduk. Kitapta olduğu gibi müzikte de geniş bir arşiv sunumu yaptık. İnternet galebe gelene kadar da sürdürdük.
Her çizginin kitaplarını bulurduk Dost’ta, hâlâ da öyle.
Biz kültür, bilim, sanat alanlarında kamu hizmeti yapıyoruz. Bulundurduğumuz arşivde kişisel tercihlerimizin olması söz konusu değildir. O zaman bir misyon kitabevi oluruz. Ajitasyon amaçlı yazılanların dışında her şeyi bulundururuz, tercih okurlarındır. Bunun iki istisnası var; Fethullah Gülen ve Harun Yahya mahlası ile yazan Adnan Oktar. Bu iki ismin kitapları hiçbir zaman olmadı bizde.
Yaşadıklarınız, deneyimleriniz, zaman içinde birikenler… Bir kitap projeniz olacak mı?
Seyahatlerle birleştirip bir anekdotlar kitabı hazırlamak istiyorum. Ayrıca 41 yıllık yaşanmışlıkları ile Dost’un Tarihi olabilir. Yavaş yavaş pişiyor kafamda, bakalım…
Dost’un diğer şubelerinden de söz edelim mi? Çayyolu, Kavaklıdere…
Bilkent açıldı. Çayyolu açıldı. Karanfil ise 26 seneliktir. Ankara’nın en eski lokantalarından biriydi eskiden. Önceleri müzik ağırlıklıydı. Tam kafamdaki modeli yarattım burada, yani Karanfil’de. Gittiğim her ülkede kitapçı gezerim. Çin’de de, Avrupa’da da kitapçıları gördüm, çalıştım. Buraya da yansıttım tabii. Konur zayıflamaya başladı zaman içinde, çok küçük bir ciro ve çok yüksek kira oldu. Sonunda pes ettik ve kapattık. Kavaklıdere’nin mülkiyetini satın aldık. 3 – 4 sene altından kalkamadık. Biçimsiz bir dükkândı, çok ufaktı her şeyden önce. Mimar tatlı dokunuşlar yaptı ama yine de yetmedi. Bilkent’i, sonra da Konur’u kapattık son yıllarda. Bu şu anlama geliyor: Merkez şubeyi tahkim ediyoruz. Bu dağınıklığı toparlıyoruz. Kavaklıdere’de 5-6 senedir zarar ediyorduk, artık taşıyamadık bu yükü. Dost’un baki kalması için yapıyoruz bunları. Kızlarım, torunlarım, onların çocukları devam ettirsin istiyorum, Dost hep olsun, hep devam etsin istiyorum.
Güzel bir şey okudum geçenlerde, CNN’nin sahibine soruyorlar, “CNN ne kadar devam edecek, ne zamana kadar ayakta kalacak?” diyorlar. “Son verdiği haber kıyamet koptu olana kadar devam edecek, bunun için çalışıyorum,” yanıtını vermiş, çok hoş. Benim bakışım da tam bu işte. “Dost’ta ne ararsak buluruz” boşuna söylenmiş bir söz değil. Bu söz hep söylensin istiyoruz ve buna göre çalışıyoruz.
Çalışanlarınız, Dost’un kadrosu da kendine özgüdür hep. Sorduğun sorunun yanıtı her zaman vardır, çoğu zaman da bir kitap almak için gittiğin Dost’tan bir çanta dolusu kitapla çıkarsın, öneri ve yönlendirmeleri isabetlidir.
Dost küçükken ve ben de sahadayken tam anlamıyla böyleydi. Ben çekildim, çalışan sayısı çoğaldı. Fiziki bir iştir kitapçılık aslında. Koli açacaksın, raf dizeceksin, kitap taşıyacaksın. Danışman arkadaşlar zaten iyi okur olduğu için aldık işe. Bizde hep alttan başlanır. Zaman içinde yükselirsiniz. O tür eleman çok bulamıyorsunuz artık. Eskiden 7 kişiydik şimdi 50 kişiyiz. Yine de soruyu yanıtlayacak en az iki kişi hep vardır hep dükkânda. Bir de kategoriyi öğrettim onlara. Bu sistemi bilmeleri çok önemlidir. Kitabın doğru yere konması çok önemlidir. Kitabı öldürürsünüz yanlış rafta.
Dost önünde buluşmak kavramı vardır bir de…
Duygularım zirvededir bu konuda.
Bir toplumsal olay bu, bir dahlimiz yok, olamaz da zaten. Evde çalışıyorum bir gün, televizyon ekranında Dost’un önü belirdi, izlemeye başladım: Dost’un önünde buluşmaya dair bir kısa film. Ankara Basın Yayın Yüksek Okulu’nun düzenlediği “Kısa Film Yarışması”nda birinci seçilmiş. Hoş bir sürprizdi benim için.
Doğaçlama, kendiliğinden oluşmuş bir şey bu. Dost’un bir tarihi ve bir geçmişi var, bunu isteseniz de kurgulayamazsınız. Bir arkadaşım Dost’un önünden bir fotoğraf görmüş Instagram’da, altında “Bu fotoğrafa on saniye bakarsanız bir arkadaşınızla buluşuyorsunuz” yazıyormuş, çok hoşuma gitti.
Ziyaret ettiğim, görüşlerini aldığım her kitapçının anlattığı bir hikaye, çalışan sevdiği sahiplendiği kitabı zaman içinde okurlara öneriyor ve kitapçının çoksatanı haline getirebiliyor. Yani her kitapçının, her şehrin kendine özel bir çoksatan listesi de var aslında Türkiye listelerinden farklı olan.
Küçük bir kitabeviyken benim de önerilerim olurdu sık sık, ama büyüyüp de giren okuyucu sayısı bin’leri, çalışan sayısı da 50-60’ları geçince bunu doğru olarak uygulamak zorlaşıyor. Danışmanların dışında kitap önerisi yapılmaz bizde. “Başucu Kitapları” diye tanımladığımız bir bölüm var; buraya koyduğumuz kitaplar bizim önerimizdir aynı zamanda.
Sabit fiyat meselesi ile ilgili görüşlerinizi merak ediyorum.
Çok önemli bir konu, ama merdiven altı yayıncılık ve kitapçılık sürdüğü sürece çok zor. Tek bir sigortasız işçi çalıştırmadık biz, işimizi hep düzgün yaptık. Hep yüksekçe maaşlar verdik çalışanlarımıza. Özel sağlık sigortasını hep yaptırdık, mesaileri hep kolladık. Çalışma Bakanlığı teftişi sonucunda teşekkür aldık. Ben o 20 liralık kitabı 15’e satarsam aynı hizmeti veremem. Sabit fiyat yasası uygulansa ülkemizde müthiş olur tabii.
İnternet satışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnternet satışları ürünün kapınıza kadar ulaştırılması ve fiyat indirimleri nedeniyle tercih ediliyor. Stoksuz çalışmaları ve minimum işletme giderleri sayesinde bu fiyatları uygulayabiliyorlar. Yine bu nedenlerle bizim fiyat rekabeti yapabilmemiz imkansız. Bu arada e-book satışları daha önce vcd-book’ta olduğu gibi beklenen sonucu vermedi. Bazı referans kitaplar dışında satışlar çok düşük.
Zafer’den bugüne yayıncılığın nabzını tuttunuz, kendiniz de yayıncılık yaptınız. Çok yayınevi var, çok kitap var, nasıl değerlendiriyorsunuz sektörün bugününü?
Osmanlı döneminde yayıncılık saray, bürokrasi ve sınırlı aydın-elit’ten oluşan bir alana sıkışmıştı. Toplumsal niteliğini cumhuriyet ve özellikle harf devriminden sonra kazandı. Burada vurgulamak isterim ki, özellikle Hasan Ali Yücel dönemindeki devlet destekli çeviri hamleleri çok önemli edebiyat ve felsefe klasiklerinin Türkçe’ye kazandırılmasını sağladı ve sonraki yıllar için de ivme teşkil etti. Bu ve benzeri çalışmalar özellikle edebiyat alanında çok nitelikli çevirilerin yapılmasını sağladı. Bugün de ülkemizde edebiyat yayıncılığı hem eser, hem de çeviri bazında son derece zengin. Ciddi orandaki edebiyat okurluğu da bunu destekliyor.
Bugün, bütün problemlerine rağmen, toplam yayıncılığın iyi bir noktada olduğunu söyleyebilirim. KDV’nin hala % 8 olması, ithal kâğıt kullanmak zorunda kalmamız, dağıtım problemleri gibi sorunları da vurgulamak isterim. Ayrıca, küçük ve orta büyüklükteki nitelikli yayınevlerinin yayın dünyamıza katkılarına övgülerimi, yazar ve yayınevi ayrımcılığı yapan kitabevlerine de sitemlerimi belirtmek isterim.
Yeni akımlar, yeni edebiyat tür ve tarzları çıkıyor her gün. Dost bu yeni duruma ne ölçüde uyum sağlıyor?
Amerikan kaynaklı Yeraltı Edebiyatı diye tanımlanan bir akım var son yıllarda. Bu akıma dahil olan bazı nitelikli yazarların kitapları yayınlanmıştı daha önceleri. Son yıllarda çok sayıda yazarın çok sayıda kitabı yayınlanmaya başladı. Takipçileri de aynı oranda çoğaldı.
Bir de internet fenomenleri denilen kişilerin yazdıkları çok sayıda kitap yayınlandı son zamanlarda. Bunlar için herhangi bir tür tanımlaması yapmak imkânsız. Çok sayıda takipçileri var, ama biraz dikkatli baktığınızda edebiyat okuru olmadıklarını da farkedersiniz. İnternet üzerinden tanışıp, ilişkilerini bu düzlemde sürdüren bazı gençlik grupları kitsch bir yapılanma ile varlıklarını gösteriyorlar.
Ankaralı yazarların, öykücülerin popülaritesini nasıl değerlendirirsiniz?
Başlangıçta da değindiğim gibi kültür üreten bir kent Ankara. Edebiyattan tiyatroya, müzikten görsel sanatlara birçok sanatçı ve geniş bir akademik camia İstanbul’a göç etti. Çünkü kültür endüstrisi orada.
Dost Yayınevi’ni de konuşalım isterim. Kurt Vonnegut’ları, Don Delillo’ları, Babil Kitaplığı’nı, Mısır Yunan Roma’yı, dünya çapında en çok önemsenen ve kullanılan referans kitapları kazandırdınız Türkçeye yıllar içinde.
Teşekkür ederim. Yayıncılık faaliyetimiz de bizimle birlikte büyüdü aslında. Zafer Çarşısı’ndaki amatör dönemlerimizden zaman zaman aralıklar vererek bugüne geldi. Şu anda biz Dost’ta bir yeniden yapılanma dönemindeyiz. Değişen koşullar paralelinde daha dayanıklı bir hale gelmemiz gerekiyor. Burada yayınevinin de elden geçirilerek yeni bir döneme başlaması gerek.
Bağımsız kitapçılarla ilgili son olarak notlarınızı almak isterim.
Bizim kemik okuyucu dediğimiz bir kitle var. Kriz zamanında bile satışlarımız çok düşmez bunun için. Bildikleri kişiyi görmeyi severler, kitapçıya girdiklerinde onlarla hep ilgilenen kişiyi görmeyi severler. Söyleşilerinizi okurken, kitapçıların hikâyelerini okurken bunu düşündüm. O insanlar çok kıymetli. O sohbetler kimi zaman kitaptan daha bile önemli oluyor. O tarzı bırakmamak, korumak çok önemli. Tabii bizim durumumuzda bunu korumak biraz daha zor. Hatırlıyorum, bir dergi röportaj yapmıştı, dergiden gelen hanım “Dost’un minderlerinin üzerinde dergi okuyarak bitirdim üniversiteyi,” dedi, biraz da sitemle. Haklı ama bugün bunu yapamam. Bir yandan da bu sitemlerin de, övgülerin de, sevgiden kaynaklı olduğunu biliyorum. Yurtdışında bile Dost’u bilenlerle karşılaşıyorum. Bu karşılıklı bağlılık her şeyden önemli.
Çok teşekkür ederim keyifli sohbetiniz, zamanınınız için.
Ben teşekkür ederim. Başarılar diliyorum.
- VAROLUŞ İNANCININ DAYANAĞIDIR AŞK! - 29 Mayıs 2021
- Balkan Dünyasında Üç Gün - 19 Eylül 2020
- Koray Sarıdoğan: “Bu Kitapta Salvo Yapmıyorum, Olanı Söylüyorum.” - 10 Ağustos 2020
FACEBOOK YORUMLARI
One Comment
İstanbul Kadıköy’e de bir DOST yakışır…