Kusursuzlar, en iyi ve en güzel olabilmek adına kendinden vazgeçmenin, benliğini mükemmellik adına yok etmenin hikâyesi.
Yaşamımız boyunca hep daha iyi, daha güzel, daha başarılı olmak için uğraşıp durmuyor muyuz. Yani kusursuz olabilmek adına… Önümüze hedefler koyarak bir adım önde olmaya çalışıyor, hayatı bir yarışa, yaşam savaşı dediğimiz bir tür arenaya çeviriyoruz. Günümüzün mottosu bu artık: Daha, Daha, Daha… Yetinme! Fazlasını iste! Fazlası ol! Başkalarının önüne geç, hayat bir yarış, senin kim olduğun değil kimlerin önünde yer aldığın, yarışta kaçıncı olduğun mühim! Önemli olan, kazanmak! Bunun için kaybettiklerin, vaz geçtiklerin? İsteklerin, tercihlerin? Yoksa tümüyle kendi kişiliğinden, kendinden vazgeçerek mi? Senin olmayan bir hayatı yaşama zorunluluğu mu elinde kalan? Kusursuzluk adına verdiğin kurban, kendin misin yoksa?
Kusursuzlar, en iyi ve en güzel olabilmek adına kendinden vazgeçmenin, benliğini mükemmellik adına yok etmenin hikâyesi. Onay görmek ve kazanmak uğruna kişiliksiz, tek-tipleştirilmiş kadınların yaratıldığı bir dünya. Aslında yaşadığımız dünyanın karanlık yüzüne tutulmuş bir ayna, çağımızın distopyası.
Louise O’Neill tarafından 2014 yılında yazılan ve birçok önemli ödüle layık görülen Kusursuzlar geçtiğimiz ay Yabancı Yayınları tarafından, Öznur Özkaya’nın özenli çevirisiyle dilimize kazandırıldı. Kusursuzlar, insanı içine alıp bırakmayan kitaplardan. Her ne kadar elini yaksa, içini acıtsa da soluksuz, gözünü kırpmadan okuyor insan. Karanlık bir gelecek-dünya kurgusu olsa da aslında anlattığı kötücül geleceğin tohumları günümüz dünyasında. Gerçek yaşama dair bir anlatı yani.
Distopya olarak tanımlanan kara ütopyalar, adlarına uygun olarak, karanlık bir gelecek-dünyayı anlatırlar. Ancak distopyalar, fantastik edebiyata ya da bilimkurgu türüne ait olmanın ötesindedir; anlatıları tarihsel verileri de içeren güncel çözümlemeleri barındırır özünde. Günümüzün nasıl bir geleceğe evrileceği üzerine düşünce deneyleridir bir anlamda. Yaşadığımız süreçte toplumsal ve bireysel çöküşü gören, çözüm arayışı içinde olan sanatçıların karanlığa tuttuğu aynadır. Sosyolojik ve psikolojik yapımız distopik kurmacaların anlattığı dünyaya her geçen gün daha yaklaşıyor. Bu yaşam tarzını normal addederek kabullenirken; Gotlieb’in dediği üzere “en büyük korkunun sansür, propaganda, yıldırma ve beyin yıkamayla Devlet’in otoriter kontrolü şeklinde zaten gerçekleşmiş olduğu ve bir yaşam biçimi haline geldiği bir toplumda distopik kurmacadan söz edebilir miyiz?
Distopyaları karanlık, kötücül bir gelecek-dünya kurgusu olarak tanımlayabiliriz. Bence tüm distopyaların belirleyici özelliklerinin başında temel haklardan vazgeçerek otoriteye boyun eğen bireylerden oluşan bir toplum anlatısı olması geliyor. Distopyaları baskı rejimine, kâbus ülkeye dönüştüren temel unsursa bireysel özgürlüğün ve insanca yaşam hakkının yok edilmesi.
Kusursuzlar, çağımızı en iyi yansıtan distopyalardan biri olarak değerlendirilebilir. Hikâye, iklim değişiklikleri nedeniyle sular altında kalan dünyada, elde kalan sınırlı toprak parçasındaki yaşamı anlatıyor. Bu felaketten kurtulmayı başaranlar, bencil bir seçimle ve teknolojik gelişmeler sayesinde sadece erkek çocuk doğurmayı tercih ederler. Kız çocukları ise doğumla değil, tasarlanarak dünyaya gelir. Kadınların tek görevi vardır; erkekleri mutlu etmek. Bu amaçla özel okullarda rahibeler tarafından yetiştirilirler. On yedi yaşına geldiklerinde de o yıl doğmuş olan erkekler tarafından özel bir seçime tabi tutulurlar. En iyiler çocuklarını doğurmak üzere eş olurken geri kalanlar ya rahibe ya da erkekleri mutlu edecek cariyeler olarak hizmet vereceklerdir. Tek amaç vardır; diğer kızlardan daha güzel olmak ve erkekler tarafından seçilebilmek. “Eğer bir eş olursan evini birkaç erkekle ve yeterince şanslıysan erkek evlatlarınla paylaşacaksın. Bu özgürlüktür. Bizim gibi kızlar için eş olmak tek seçenek(Kusursuzlar; sayfa 74).”
Tüm hayat bunun üzerine kurgulanmıştır. Aynı okulda yaşayan ve birbirinin rakibesi olan onlarca kız. Her an diğerlerinin dış görünüşlerini, kilolarını, kıyafetlerini izleyen. Tüm yaşamı daha güzel ve arzulanır olmaya odaklı. Her an kalori hesabı yapan, açlıktan acı çekmeyi şişman olmaya tercih eden, spor salonlarında saatlerini harcayan. Sürekli yarış halinde, diğerlerinin önünde kalmak için hırs ve entrikalarla sarmalanmış. Dostluk, güven, sevgi, paylaşmak gibi insanca duyguları hiç tadamayan, kıskanç ve paranoid havvalar. “Tüm havvalar mükemmel olmaları için yaratıldı ancak zaman geçtikçe kusurları da ortaya çıkmaya başladı. Kendinizi kız kardeşlerinizle kıyaslamanız bu kusurları tanımlamanız adına faydalı bir yöntem fakat sonra mutlaka kendinizi geliştirmek için gerekli adımları atmalısınız. Her zaman daha iyi olabilirsiniz. Uygun Kadın Davranışları Kuralları Sesli Rehberi-Esas Baba (Kusursuzlar; sayfa 61).”
O yıl tasarlanan otuz kızın erkekler tarafından seçileceği törenden bir önceki yılda yaşadıkları frieda’nın gözlerinden anlatılıyor. Her an birbirlerinin gözlerinde kendilerini görmeye çalışan kızların onay alma, güzel ve arzulanır olduğunu başkası üzerinden doğrulama arayışı. Kabul edilmek için sürekli taviz vermek zorunda oldukları için karşılıksız vermek ve çıkarsız dostluk gibi duyguların varlığından habersiz, zayıf, sevgisiz, ürkek kızların yaşamı. “Göğsüm korkudan şişiyor. Nihayet, ’Evet, evet. Elbette gönderirim,’ dediğimi duyuyorum. Ama gerçekte bunu söylüyorum: Lütfen beni sevin, lütfen beni sevin. Kendimden nefret etmeye başlamışken herkesin bana gülümsediğini görüyorum. (Kusursuzlar; sayfa 83).”
Hayat, ephone ve ePad’lerin, MyFace uygulamasının peşi sıra sürüyor. Sosyal medya, aynı bizim dünyamızda olduğu gibi, sanal yaşam alanı. Orada var olabilmek, onaylanmak, beğenilmek ikincil bir yaşamın, varlığın kanıtı adeta. “MyFace olmadan havada süzülüyorum. Beni karaya bağlayacak, varlığımı kanıtlayacak hiçbir şeyim yok(Kusursuzlar; sayfa 109).” Her gün yeni profil fotoğrafları ve güne uygun şarkılar, popüler olma yolunda çok önemli. Sadece kendi varlığına odaklanan, sadece kendi sesini-sözünü duyan, iletişim özürlü bir dünyaya açılan pencere. “Konuşmak istiyoruz çaresizce. Kelimeler yutamayacağımız kadar sıcaklarmış gibi ağzımızdan dökülüp duruyor. Nasılsın? Nasılsın? Umurumda değil. Beni dinle. Beni dinle. Yemek saatlerimiz karşımızdakine yönelttiğimiz monologlarla doludur (Kusursuzlar; sayfa 110).” Kalori hesapları, uyku ilaçları, kırışık kremleri eşliğinde yaşanan bir hayatın acı dolu tortusu. O’Neill’in suçluluk hissi, güvensizlik, ihanet, kişilik zaafları nedeniyle yaşanan kaygıları ve acıyı akıcı ve gerçekçi bir kurguyla çok başarılı bir şekilde aktardığını söyleyebilirim.
Anlatıyı iki ana eksen üzerinde ele alarak okuyabiliriz. Bunlardan biri, erkek egemen bir toplumda sürekli beğenilmek ve onaylanmak dürtüsü ile yetiştirilen ve bir çeşit damızlık rolü oynayan kadınların sorgulandığı feminist bakış açısı. Sürekli daha zayıf, daha genç, daha arzulanır, kişiliği yerine fiziksel özellikleriyle var olan, istek ve arzularını erkeklere göre belirleyen kadınların görünür kılınması kitabın çok önemli bir yanı. Ancak anlatıyı feminist bakışla sınırlamanın hem romanın katmanlı anlatımına hem de yazarın çok yönlü bakışına haksızlık olacağı düşüncesindeyim. Onay ve beğenilme odaklı, yarış halindeki yaşam, günümüzde cinsiyet ayrımcılığını çok aşan bir durum haline geldi. Hem de kolaylıkla kabullendiğimiz ve başarı adı altında onayladığımız hayat şekilleriyle. Sporcuların yaşamlarına bakabiliriz mesela: beslenme, uyku, vücut gelişimi gibi çok kişisel alanlara yayılmış ve hep başkalarından daha iyi olabilmek adına bir yaşam mücadelesi. Ya da biraz daha genellersek çocuklarımızın okul başarılarını da ele alabiliriz. Daha çok çalışmak, hep çalışmak, durup dinlenmeden çalışmak… Sınavlarda dereceye girerek, sıralamada başkalarını geride bırakarak elde edilen başarı nedeniyle süreğen bir rekabet hali. Peki, ya iş hayatımız? Yükselmek için hep başkalarını gözlemlemek, kariyer için savaşmak, açık aramak, arkanı kollamak. Camlarla dolu şeffaf plazalarımızda, göz mesafesini koruyarak yaşanan hırs dolu yaşamlar. Güvensiz, kaygı dolu bir yaşamı sanal dünyalarla tamamlamaya, dengelemeye çalışmak; sosyal medya. Ben en iyiyim yazıları ve ben en güzelim fotoğrafları sayesinde yaratılan ikincil bir kimlik.
Anlatının ikinci eksenini ise distopyaların ortak bakışı olan kişisel hak ve özgürlüklerin yokluğu ve korku dolu bir dünya anlatımı belirliyor. Hikâyede yer alan tüm kızların isimleri küçük harfle başlıyor mesela; onlar özne değil birer nesne sadece. Anlatıdaki bazı detaylar da diğer distopyalara atıf olarak okunabilir. Her kızın bir numara ile çağrılması –Biz (Yevgeniy Zamyatin), kuluçka ile üretilen bebekler – Cesur Yeni Dünya (Aldoux Huxley), erkekleri memnun etmek için kadınların tasarlanması – Damızlık Kızın Öyküsü (Margaret Atwood) ve saydam pürüzsüz yüzeylerden oluşan, aynalarla dolu şeffaf mekân tasarımı – Biz (Yevgeniy Zamyatin) bu detaylardan birkaçı olarak değerlendirilebilir.
İnsan psikolojik bir varlıktır. Kendisini bir bütün olarak aynalar dışında göremediği için, varlığını başka gözlerde onaylatmak ister. Bunlar doğal, psikolojik gerçeklerdir. Ancak onay görmek adına kim olduğunu önemsemeyerek kendini yok saymak, bu dürtünün anormal hale geldiği bir durumu yansıtır. İlginç olan, bu sınırı insanların sık sık aşması ve bunun hiç farkında olmamasıdır. İşte O’Neill Kusursuzlar ile bize sınırları tekrar gösteriyor. Yaşamlarımız içinde normalize ettiğimiz yanlışlara ışık tutuyor. Anlattıkları hayatımızın içine öyle yayılmış ki, insan içi acıyarak ve derin nefesler alarak yüzleşiyor.
|
- Bu Kitabı Ateşten Koruyun: Fahrenheit 451 - 26 Nisan 2018
- Sonuçta bir direniştir yaşamak; Ernesto Sabato Üzerine - 31 Mart 2018
- Nefes Kesici Bir Gerilim: Kurtulan Kızlar - 21 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI