Genç yazar Paul Kleinman, Felsefe 101 adıyla yayımlanan kitabında bizlere felsefenin yayılım alanlarını, sorduğu soruları ve temel alanlarını tanıtıyor.
Genç yazar Paul Kleinman, Felsefe 101 (Say, 2018) adıyla yayımlanan kitabında bizlere felsefenin yayılım alanlarını, sorduğu soruları ve temel alanlarını tanıtıyor. İddialı alt başlığını (“Platon ve Sokrates’ten Sartre ve Heidegger’e Düşünce Tarihi Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey”) görmezden gelecek olursak aslında kitap hem felsefi problemleri, hem ekolleri ve isimleri bir araya getirmesi bakımından meseleleri öze indirgemiş bir giriş kitabını andırıyor. Yapısı ve hedef kitlesi dolayısıyla tasnifçilikten kaçamayan bu kitabı, bazı kusurlarını gözardı edersek, hem felsefenin sorularıyla tanışmak isteyenlerin hem de derli toplu bir isimler, kavramlar ve ekoller kitabı bulundurmak isteyenlerin kitaplığında yer edinebileceğini düşünüyoruz.
Peki kitabın da asıl sorusunu yineleyelim: felsefe nedir? Felsefede esas olan sorular mıdır, yoksa cevaplar mı? (Soruyu eksik soruyor olabilir miyiz peki?)
Felsefenin mahiyeti sorusu ve Lyotard’ın sorduğu niçin felsefe yaparız sorusu bizi meta-felsefenin sınırlarına getirecektir. Yine de “felsefe nedir” sorusundan daha dinamik bir soru soracaktır Lyotard. Niçin Felsefe Yaparız?’da felsefenin nedeni arzulamamızdır ve arzu kendi kendini yineler: arzuyu düşünmekten düşünmeyi arzulamaya geçeriz. Daha sonra düşüncenin kendisi de bir arzu halini alacak belki, bu defa arzulamayı arzulayacağız. Öte yandan Lyotard’a göre felsefe yapmak “söylenmiş ve yapılmış olanın adını koyma sorumluluğumuz”dan ileri gelir. Yani yaygın kanının aksine felsefe artık keyfi değildir, insani bir sorumluluğa bağlanır. Lyotard açısından felsefeden konuşurken hem insana özgü bir arzulamayı hem de insani bir sorumluluğu ele alırız öyleyse.
Felsefenin temel problemlerini ve paradokslarını tanıtan Kleinman’ın bize gösterdiği gibi felsefede cevaplar bazen ikincil durumdadır, ertelenir; belirli bir cevap beklentisi genelde boşa çıkar. Karl Popper’ın “bir filozof felsefe yapmalıdır: felsefe hakkında konuşmak yerine felsefi problemleri çözmeye çalışmalıdır” (The Cambridge Companion to Philosophical Methodology, s. 2) cümlesinin aksine “filozofun arzuladığı, arzuların ikna edilmesi ya da yenilenmesi değil, eğilmesi ve düşünmesidir” diyecektir Lyotard (s. 40). Felsefenin bilime bağlandığı noktalarda bile (mesela bilim felsefesinde) özellikle kriz ve bilimsel devrim dönemlerinde yeni sorular sormanın önemi hemen fark edilecektir. Yeni sorular sorulup, kuramlar çağın gelişmeleriyle güncellenmeseydi felsefe tazeliğini ve zinde oluşunu nasıl koruyabilirdi ki! Kant’ın etiğini düşünelim. Niyet etiğine eleştiriler ve güncellemeler getirilmeseydi bu etik yaklaşım günümüzde bir ikilemden ibaret olmaz mıydı?
Felsefenin disiplinlerini Anglo-Sakson geleneği takip ederek özetleyen Kleinman, bizi daha önce karşılaşmadığımız felsefi paradokslarla karşı karşıya bırakıyor. Öyle sanıyoruz ki felsefi paradokslar eninde sonunda dil oyunlarına dayanıyor. Dilin bir gerçeklik olarak algılanması ve dolayısıyla dilin sınırlılıkları içerisinde düşünmemiz sonucunda oluşuyor bu paradokslar. Açıkça görülüyor ki paradoksların çıkış noktası, bahsedilen değişkenlere yenisini eklemeyi veya değişkenlerin durumlarını değiştirmeyi gerektiriyor. Paradokslar dilin sınırları içerisindeki çaresizliğimizi görmemizi de sağlıyor elbette. Dille en çok ilgilenen filozoflardan olan ve analitik dil felsefesinin kurucularından sayılan Wittgenstein’ın dil anlayışıyla bu paradokslar arasındaki bağ açıkça fark edilebiliyor. “Dil yalnızca dünyadaki gerçekleri betimlemek için kullanılmaya uygun” (s. 181) görüldüğünde dilin sadece var olan nesneleri karşıladığı kabul edilmiş olur. Bu da karşımıza şu sorunları çıkarır: 1) dil gerçeklik içerisindeki nesneleri karşılamak için mi oluşmuştur; 2) gerçeklik sadece nesnelerden mi ibarettir? Bu soru dil-gerçeklik ilişkisini tartışan iki geleneği karşı karşıya getirmiştir: bir yanda kıta felsefesine dayanan yapısalcı dil geleneği, öte yanda Anglo-Sakson ve Anglo-Amerikan felsefelerine bağlanmış analitik dil geleneği.
Felsefede paradoksları ele almaya çalıştığımızda da paradoksları çözmeye kalkışmadan ama onları (dil açısından) irdeleyerek gitmeye çalıştık. Kleinman’dan yola çıkarak sorduğumuz “felsefe nedir”, “felsefeye giriş ne demektir” sorularının karşısına Lyotard’ın “niçin felsefe yaparız” sorusunu koymaya çalıştığımızda felsefi sorulara verilen cevaplarla yetinmemiş oluyoruz. Felsefeyi bir bilgelik arayışı değil, felsefeyi aramaya, soru sormaya yönelik bir arzu olarak aldığımızda Kleinman’ın kitabını farklı bir açıdan okumanın da mümkün olabileceğini gördük.
“Felsefeye giriş” felsefi soruların ortaya çıkarılması ve bunlara yönelik cevapların bizi ne gibi tartışmalara götürebileceği anlamıyla sınırlı kalmayıp, her şeyden önce soru sormaya yönelik arzuyu besleme (ve bu arzuyu arzulama) olarak bizlere görünmeye başladı. “Niçin felsefe yaparız” sorusu, “felsefe nedir”in cevabını aramış oldu.
|
- İngiliz Edebiyatına Kısa Bir Giriş - 17 Mayıs 2019
- Ryszard Kapuściński ve John Berger:Gazetecilikten Hikâye Anlatmaya - 18 Şubat 2019
- Felsefe Nedir? ya da Niçin Felsefe Yaparız? - 18 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI