Gezi ve Psikanaliz

Tüm yaşananları, kayıpları ve yasları ile tekrar gözden geçirmek isteyen herkese bu kitabı tavsiye edeceğim. Belki de Gezi’nin 4. Yılına geldiğimiz şu günlerde, yaşananları hatırlamaya çok ama çok ihtiyacımız vardır.

2013 Haziran’ında değişik bir şey yaşadık. “Değişik bir şey” diyorum çünkü niteliği itibariyle başka şeylere benzemeyen bir şeydi yaşadığımız. Kendiliğinden, zamansız, plansız, örgütsüz, olağanüstü, aniden, önceden tahmin ve tahlil edilemeyen bir kitle anlaşılmaz bir şekilde bir araya gelerek başkaldırdı bağzı(!) şeylere. Her şey bir anda olmuştu. Olayları bastırmaya çalışan erk öte yana dursun, olayın failleri bile olan biten karşısında oldukça şaşkındı.

2013 yazında hayatın akışı birden değişmişti. Olayların başladığı yer Taksim ve civarıydı sonra dalga dalga tüm yurda yayılmıştı. Böyle bir dışsal gerçekliğin elbette terapi odalarına da yansıması olacaktı. Çünkü hem psikanalistler hem de analizanlar bu süreci yaşadılar. Kimi psikanalistler koltuklarından kalkıp alana indi, kimisi alandaki analizanının yaşadıklarını dinlemekle yetindi. Her iki taraf da bir şekilde sürecin içerisindeydi. Bu dışsal gerçeklikle yüzleşen psikanalist ve psikanalist adayları 2014 yılında Taksim’de “Gezi’yi Psikanalizle Düşünmek” başlıklı bir çalıştay düzenlediler. Bu etkinlikten elde edilen makaleler ise bir kitap haline getirildi. Gezi’yi Psikanalizle Düşünmek, sekiz psikanalist ve psikanalist adayının makalelerinden oluşuyor.

Gezi’de Ne Olmuştu?

Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılması bağlamında, 27 Mayıs gecesi iş makinalarının parka girerek beş ağacı sökmesi üzerine, bir grup çevreci yıkımı durdurarak parkta nöbete başladılar. Ertesi gün polis ve yıkım ekibi tekrar alana geldi, ancak bir milletvekili iş makinasının önüne geçerek yıkımı engelledi. Bunun üzerine Gezi Parkı’na çadırlar kuruldu, nöbet devam etti. 30 Mayıs Perşembe sabahı, polis biber gazı ile parktaki kişilere müdehale etti, çadırlar yakıldı. Akşam saatlerinde on binlerce insan parka akın etti ve direniş o gün başladı. Gezi’de o akşam başlayan direniş dalga dalga başka şehirlere ve o şehirlerdeki meydanlara yayıldı. Olaylar tüm şiddeti ve yoğunluğu ile Haziran ayı boyunca devam etti. Temmuz ayına gelindiğinde bilanço ağırdı. 6 kişi ölmüş, 8041 kişi yaralanmıştı. 12 kişi ise plastik mermi sebebi ile gözünü kaybetmişti.

Gezi’nin Sembolleri ve Rüya

Kırmızılı kadın, duran adam, gitarlı çocuk, siyahlı kadın, çıplak adam, tencere/tava, tomaya karşı poma, gaz maskesi, penguen belgeseli ve daha birçok şey… Her bir sembol kalıcı bir yer edindi zihnimizde. Her birinin kendine özgü bir anlamı var. Çünkü her biri farklı bir içsel dinamiğin, somut bir dışavurumu ve her biri alt metninde çok fazla şey anlatıyor.

Sanki toplumun bilinçdışı aniden açığa çıkmış ve her bir sembol gelişigüzel ortalığa saçılıvermişti. Meydanda çalınan piyano, gaz maskeli mevlevi, Boğaziçi Köprüsü’nü yürüyerek geçen onbinler, İstiklal’de kurulan yeryüzü sofrası, polis barikatına karşı kitap okuyan gençler, elektrik direğine saklanmaya çalışan marjinal beşli… Yaşanan her şey hem çok saçma hem de çok anlamlıydı. Tıpkı rüyalarımız gibi. Halk bir rüya görüyordu; kollektif bilinçdışının meydana getirdiği, kollektif bir rüya…

Psikanalize göre her rüya bir arzunun tatminidir. Çünkü rüyalarımız, bilinçdışına bastırılan şeyin regresyonla geri gelmesidir. Gezi’de de olan şey buydu, kollektif olarak bastırılmayan bağzı(!) şeyler, an gelmiş ayyuka çıkmıştı. Belki de bu yüzden Gezi’de olan her şey bu kadar beklenmedik, alışılmadık ve bir o kadar da yaratıcıydı. Tıpkı rüyalarımız gibi. Gezi olayları boyunca atmosfere hakim olan gaz, sis ve su buharı ise yaşanan her şeyi gerçeklikten iyice uzaklaştırıyordu. Gezi’de olmaz denen her şey gerçek olmuştu. Sağcısı, solcusu, Kemalist’i, devrimcisi, Beşiktaşlısı, Fenerlisi; genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek, eşcinsel, bedensel engelli demeden bir araya gelmiş ve direnişe geçmişti. Üstelik bu direniş hiç alışık olmadığımız sağlam bir mizah eşliğinde gerçekleşiyordu. Otoritenin baskı altında tuttuğu yasaklar ve düşünceler, şaka ve espriler yoluyla bir bir açığa çıkıyordu. Hem güldürüyor hem düşündürüyordu.

İsyan, Ergenlik  ve Kastratif Endişe

Olmaz denilen şey olmuştu, 80 darbesi sonrası apolitik olarak yetiştirilmeye özen gösterilmiş 90 jenerasyonu politik bir isyancıya dönüşmüştü. Tüm güçlü erk tarafından “Çapulcu” olarak adlandırılan bu ergenleri isyana sürükleyen sebepler nelerdi? Fallüs neden bu kadar rijit ve ayrıştırıcıydı? “Biz” ve “Onlar” söyleminin kökeninde nasıl bir dinamik yatıyordu? Otoritenin şiddetli cezalandırıcılığına rağmen, çapulcular neden başkaldırmaya devam ediyordu? Bu isyanın, ergenlikteki acting outlar ile benzerliği nelerdi?

Gezi sonlandığında geride güzel olduğu kadar birçok olumsuz imaj da bıraktı. Ali İsmail, Ethem, Ahmet Atakan, Abdullah, Berkin…  Şüphesiz bu imajlar olumsuz olduğu kadar ölümsüz de oldular, hem zihinlerde hem de kalplerde. Tüm yaşananları, kayıpları ve yasları ile tekrar gözden geçirmek isteyen herkese bu kitabı tavsiye edeceğim. Belki de Gezi’nin 4. Yılına geldiğimiz şu günlerde, yaşananları hatırlamaya çok ama çok ihtiyacımız vardır.

  • Gezi’yi Psikanalizle Düşünmek
  • Yazar: İstanbul Psikanaliz Derneği Gezi Çalışma Grubu
  • Türü: Psikoloji/Psikanaliz
  • Baskı Yılı: Mayıs 2016
  • Sayfa Sayısı: 124 Sayfa
  • Yayınevi: Bağlam Yayınevi

Neslihan Korkmaz
Latest posts by Neslihan Korkmaz (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Serafina ve Siyah Pelerin

Read Next

Şiir şuncağız bir şey işte

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram