Gorki’nin öykülerinde alt tabakadan insanlarla karşılaşıyorum. Sefalet, açlık, acı, devrimcilik ve analık.
Yıl 1994. Bir kitap standıyla karşı karşıyayım. Her zamanki çekicilikleriyle kitaplar bana göz kırpıyorlar. Yaklaşıyorum. “Dünya klasikleri serisi, almak ister misiniz” diyor satıcı. “Yeni basım, pişman olmazsınız”. İlk sayfaya bakıyorum. Basım yılı 1994. Fırından yeni çıkmış gibi gerçekten de. Morpa Kültür Yayınları. Öğrenci hâlimle harçlıklarımdan birikeni olduğu gibi bu seriye veriyorum. Kendimi zenginleşmiş hissediyorum. Dün gibi içimde o anın mutluluğu. İçlerinden bazılarını okumuşum, ama olsun. Bu kitaplar yeni. Bir daha okurum. Ve ömür boyu yanımda tutarım.
Ve aradan yirmi beş yıl geçtikten sonra bu seriyle yine baş başayım. Tekrar okumalıyım, diyorum. Birkaçını hiç okumadım. Neden? Okunacak öyle çok kitap var ki, belli ki bunlara bir türlü sıra gelmedi. Onları önce okumalıyım. Ama Gorki’nin hikayelerini okumuş olmama rağmen hepsinden önce onunla başlamalıyım.
İşte tüm bu düşüncelerle elime aldım Gorki’nin Hikâyeleri’ni, hem de elimde okumakta olduğum Alphonse Daudet’in Değirmenimden Mektuplar’ı varken. Ve sizlerle paylaşmak istedim.
Yüz elli sayfada beş öykü var. Öykülerde alt tabakadan insanlarla karşılaşıyorum. Sefalet, açlık, acı (takma adı olan Gorki’nin anlamı gibi), devrimcilik ve analık. Sosyalist gerçekçiliğin ilk büyük ustası olarak nitelendirilen, dünya edebiyatının en büyük yazarlarından Gorki’nin roman ve öykülerinde farklı karakterleri başarılı bir şekilde verebilmesinin temel nedeni belki de yaşamı boyunca birçok farklı işte çalışmış ve halkın pek çok kesimini gözlemlemiş ve onlarla birlikte yaşamış olması olabilir. Ayrıca sosyalist kimliği ve hatta bu yüzden birkaç kez hapishaneye atılmasının da öykülerinde kendine bir yansıma bulduğunu fark edebilirsiniz.
Gorki’nin talihini değiştiren an, ünlü yazar Kolenko ile tanışması olmuştur. Onun desteğiyle okuma tutkusu yazmaya evrilmiş ve dünya edebiyatının en usta kalemlerinden biri haline gelmiştir.
Kitaptaki öykülere ve bendeki seslerine ufak ufak değinecek olursak:
Bir İnsan Doğuyor
“Çalılar bile bir ucunda denizi görmek istiyor. Uzayıp giden yola meyletmişler, suyun vahşi ıssızlığına, mavi sonsuzluğuna uzanmaya çalışıyorlar dallarıyla” (Sayfa 121). Harika bir betimleme. Yollarımı hatırladım. Geçtiğim yolları, kaldığım yolları, yol kenarından bana seslenen evleri, ağaçları ve çeşitli dergilerde bazılarını paylaştığım yol öykülerimi…
Ve sarı yemenili kadından bir insanın doğuşu;
“Biraz karşılıklı küfürleştik. O sıkılmış dişleri arasından, eh! ben de aynı alçak sesle. O acısından, belki de utancından, bense sonsuz şefkat duymama karşılık kapıldığım heyecan yüzünden allak bullak olduğumdan (s.123)
Doğumu yaptıran o tanımadığı adamın, bebeğin göbek bağını dişleriyle koparışı (s.127)…
İçimin cız ettiği, yüreğimin hopladığı anlar. Analık duygularımın beni hikâyede yönlendirişi, kendime döndüğüm anlar…
Strasti Mordasti
-Senin ayaklarında ne var?
Toplandı, paçavraların arasından kurumuş bir ayak çıkardı, eliyle kaldırarak sandığın kenarına yerleştirdi (s. 92).
Ayaklarımda hissettiğim boşalma. Binlerce şükür kelimesi…
-Bu küçük kutularda ne var?
-Böcek koleksiyonu.
Bacakları olmayan on iki yaşındaki bir çocuğun hamam böceğine verdiği değer. Tek eğlencesi böcek kutusu… En nefret ettiğim böcek türü olan hamam böceğinin birinin dünyasındaki yeri…
Çocuğun, yirmi bir yaşındaki yeni arkadaşıyla yaşadığı diyaloglar. Annesinin sürekli erkeklerle yatışını kanıksamış hâli… O adamın annesini değil, kendisinin dostluğunu tercih etmesine olan şaşkınlığı. Farklı dünyaların varlığı gerçeğinin bende yarattığı hüzün. Bir iç burulması.
Strasti- Mordasti‘yi kitap dip not olarak; Rusya’da halk şarkılarının efsanevi kişisi olarak vermiş. Ancak bu bilgi bende bir şeylerin net oturmasına yetmedi ve beni araştırmaya itti. Sonuçta bu kişinin bir nevi çocukları korkutmakta kullanılan umacı kişi olduğunu öğrenince hikâyenin sonundaki şarkı sözleri anlam kazandı.
Strasti- Mordasti, Memet Fuat tarafından Ağustos 1968 de Yeni Dergi Gorki Özel Sayısında (s.47) yayımlanmış bir öylü ve Gorki’nin iddialı öyküleri arasında gösteriliyor.
Bukeymof
“Makin ve Çiçof, ihtiyarın yanıbaşına çömelmiş, tek kelime konuşmaksızın kara ekmekten yaptıkları taşlarla satranç oynuyorlardı”(s.63). Bir hapishanede yaşanan bu an, imkânsızı yıkmanın ne demek olduğunu anlatmaya yetiyor da artıyor bile.
Öyküde acımak üzerine düşünüyorunuz. Acımak… Kimler nelere acır, neden acır? Bir kişinin acıdığına bir başkası acır mı, acımalı mı? Acıma duygusunu yaratan sebepler nelerdir?
Toplumsal bakış açısı. Bireysel farklılıklar ve belki de sosyolojik olayların ortaya çıkışındaki nedenlerin gerçek sebebi…
Mapusanede
Mişa, komşu duvarın taşlarından akseden son cümleyi hatırladı:
“Düşüncelerini önyargılar zincirinden kurtaran biri için hapishane diye bir şey yoktur. Örneğin biz, gerekirse taşları bile zorlarız ve taşlar, biz istediğimiz için dile gelirler.”
Hapishaneler. Bizim içimizdeki hapishanelerimiz. Ellerimizle ve düşüncelerimizle yarattığımız hapishanelerimiz. Ve dile getirdiğimiz taşlarımız.
“Taş” için yazdığım öyküm geliyor bir de aklıma; Tmolos Edebiyat ve Sanat dergisinde yayımlanan.
Masal
Bu okuyacağınız bir masaldır, ona göre dinleyin, diye başlayan bu öyküde büyücünün kıza söylediği şu cümleler beni çok etkiledi.
“Seni şunun için uyarmak istiyorum. Akıllı olur olmaz kendini evrenin büyüklüğü ve sonsuzluğu içinde pek küçük ve beceriksiz bulacaksın. Düşüncenin hiç sönmeyen ateşinde yalnızca küçük bir kıvılcım olduğunu göreceksin!”(s.138)
Dostoyevski’nin; “İnsanın aklı çoğaldıkça can sıkıntısı artar.” Sözünü tekrar ediyorum içimden.
Masalda bir kız çocuğunun annelik ve kadınlık hâllerine tanık olacaksınız ve eğer siz de bir anne iseniz kendinizi, değilseniz belki de annenizi şöyle bir gözden geçireceksiniz.
Gorki’nin, bu kitaptaki öykülerinde anne karakterlerinin ele alınışının yanı sıra ünlü romanı Ana’yı da hatırlarsak annesi ile olan ilişkisinin de öykülerine yansıdığını söylememiz yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Gorki ve Hikâyeleri ile yeniden başladığım klasikler yolculuğuma devam edeceğim elbette. Hani bir yere gidersiniz. Bir çok anı biriktirirsiniz, dünya görüşünüz değişir bir yandan. Sonra o yere tekrar gidersiniz ve bu kez daha önce hiç fark etmediğiniz şeyleri fark edersiniz ve hatta buna şaşırırsınız. O yerin sizdeki izleri bile farklılaşır. İşte böyle bir şey klasikleri yeniden okumak. Hiç o yere gitmemiş gibi. İlk kez gidiyor gibi.
Klasikleri uzun zamandır siz de elinize almadıysanız, belki de hiç elinize almadıysanız bu yazıdan sonra onlarla bir buluşmaya ne dersiniz?
- ÖLMEYEN ÖLÜLER, SESLENEN CANSIZLARLA GAMZE ARSLAN’DAN KANAYAK - 16 Nisan 2020
- GORKİ, BEN VE HİKÂYELERİMİZ - 11 Temmuz 2019
- FERİT EDGÜ’YLE KISA BİR YOLCULUK - 7 Şubat 2019
FACEBOOK YORUMLARI