Hande Durna ile “Gün Doğarken Yürümek” romanı üzerine

Hande Durna; “Hayatını adayan, inat eden, kavgaya giren, yeri geldiğinde kendini önemsizleştiren ama ne olursa olsun doğru bildiklerinde ısrar eden bir kuşağın izini sürmek istedim.”

Gün Doğarken Yürümek, 96 kuşağını, daha genel bir tarifle, bir dönemi anlatıyor. Kitap; 80 sonrası ve Gezi direnişi öncesi bu topraklarda iz bırakan kilometre taşlarını yaratanlara göz gezdiriyor, 90’ların yapıcılarını resmetmeye çalışıyor.

Hande Durna, söz konusu kuşağın ve dönemin izini sürerken Haziran kuşağının çocukluğuna da gidiyor; 2000’li yıllarda 96 kuşağının siyasetle ilişkisine, onları Gezi’ye götüren sürece ve farklı kuşakları Gezi eylemlerinde birleştiren günlere tanıklık etmemizi sağlıyor. Romanda anlatılan tüm olaylar gerçek, kişiler ise kolektif bir hafızanın ürünü.

12 Eylül 1980 darbesini, öncesini ve sonrasını konu edinen pek çok politik roman var. Sen biraz daha yakın tarihi ele aldın, 1990’lar ve 2000’ler. Neden bu dönemi seçtin? 

Ben o dönemi seçmedim, o dönem beni seçti aslında. Şaka bir yana, ben de kitabın anlattığı 96 kuşağının bir parçasıyım. Ayrıca senin de söylediğin gibi 90’ların politik ortamını teneffüs edeceğimiz romanlara pek rastlayamıyoruz. 60’ların, 70’lerin ve 12 Eylül’ün hemen sonrasının konu edildiği pek çok roman yazıldı ama 90’larda büyük bir boşluk var. Hâlbuki 90’lar, en az romanlara konu olan diğer dönemler kadar yeni kuşaklara anlatılması gereken yaşanmışlıklara sahip. Sanıyorum bu boşluğu yakıcı bir şekilde hissetmem, beni bu kitabı yazmaya itti.

Anlattığın dönemin kuşağı, hep arada kalmış bir kuşak olarak değerlendirildi, gerçekten böyle mi?

Bugünden bakıldığında öyle gözüküyor olabilir ama bu muhasebeyi tamamlamak için biraz daha vakit geçmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Çok daha gerilere gittiğimizde, Fransız Devrimi’ni ya da Sovyet Devrimi’ni yaratan kuşaklar kadar hemen öncesinin tarihi de hep merak konusu olmuştur. 96 kuşağını da benzer bir biçimde neden ele almayalım? Öte yandan her kuşağa geleceğe devredebildikleri ile anlam yüklemek gerek. Peki, arada mı kalmıştık? Ben kuşağımızı arada kalanlar değil, akıntıya karşı kürek çekenler olarak adlandırmaktan yanayım. Ülkede 12 Eylül darbesinin etkilerinin devam ettiği, Sovyetler Birliği’nde ve beraberinde pek çok sosyalist ülkede karşı devrim sürecine tanıklık ettiğimiz, 12 Eylül günlerini aratmayan yeni bir karanlıkla baş etmeye çalıştığımız, sosyalizmin öldüğü naralarının dünyanın her yanında yankılandığı, insanlığın neredeyse tüm ileri birikimlerinin ayaklar altına alınmaya çalışıldığı bu dönemde liberalizm ve sahte özgürlük masallarına karnı tok, başı dik bir kuşaktık.

Sonuçta bu politik bir roman ve bir dönemin örgütlü insanlarını anlatıyor. Romanı yazarken geçmiş yıllara bakıp bir özlem duymuşsundur belki de. Ancak roman bir özlem üzerine kurulmadı değil mi?

Özlem diyebilir miyiz emin değilim, sanırım tam açıklamıyor. Kitapta mücadele bağlamında değil ama aşk bağlamında “yarım kalmışlık” kavramı geçiyor. Bu kavramı, benim bu kitapla neyi aradığım sorusuna da bağlayabiliriz. Yaratılmaya çalışılan ama yarım kalan bir değeri yaratmaya devam etme çabası diyebilirim. Bu nedenle yaşamın farklı bir kıyısında durup, uzaktaki bir adaya bakıp, özlem duyar gibi ele almadım geçmişimizi. Bir dönemi tarihsel bağlamından koparıp “ne güzeldi gençlik yılları” iç geçirmesiyle ele almak en başta o tarihin kendisine haksızlık. Evet, güzeldi ama bir o kadar da zordu. O güzelliklerin ve zorlukların boşuna yaşanmadığını anlatmaya çalıştım.

Romanı okurken tarihe tanıklık da ediyoruz. Hepsi kendi içinde detaylandırılması gereken tarihsel kesitler. Ama daha da önemlisi kitabı belirleyen düzlem, SİP-TKP yapıcılarının “Haziran Direnişi”ne kadar olan tarihi. Dolayısıyla 2013 ve sonrasında yaşananlara bakıldığında romanın devamı gelecek mi diye düşünüyor insan. Ne dersin?

Kitapta tarihe çokça tanıklık ediyoruz. Ve senin de dediğin gibi o tarihin içerisinde yapıcıların kendilerini var ettiklerine ve yapıyı yükselttiklerine şahit oluyoruz. Az önce de dediğim gibi o kadar dolu doluydu ki o yıllar, sadece bir romanla bütün boyutlarını anlatabilmek mümkün değil. Bu nedenle de o dönemin daha fazla anlatılmış olmasını isterdim. Kimi olaylar pek çok romanın, öykünün, şiirin, filmin ve şarkının konusu oldu, 2 Temmuz bunun örneklerinden bir tanesi. Ama Zonguldak Madenci Yürüyüşü, Gazi Eylemleri, 96 Üniversite İşgali, Susurluk Kazası ve daha nice olay, tek başına bir esere kaynaklık edebilecek ağırlığa sahip. Kim bilir, belki bu kitaptan sonra o dönemin hakkını veren başka eserler de kaleme alınır. 2013 sonrasının romanı da zamanı geldiğinde elbette yazılacak, ben yazabilmeyi çok isterim.

Henüz zamanı gelmedi diyorsun sanırım?

Yukarıda bahsettiğim “yarım kalmışlık” kavramını yinelemek istiyorum. Kitapta 2013’e kadar bir sürekliliği betimlemeye çalıştım. O tarihten sonra ise hem ülkenin siyasal gündemini belirleyen keskin dönüşümler hem de kitaba kaynaklık eden örgütlülük zemininde ortaya çıkan fay hatları bahsettiğim yarım kalma durumunu oluşturdu. Bu kitap, yarım kalana devam etme çağrısı da aynı zamanda. Bu çağrı karşılık bulacak ve işte o zaman 2013 sonrasının kitabı, “Gün Doğarken Yürümek” gibi, benim ya da bir başka kişi tarafından yazılacak.

Romanında fazla karakter var ama her karakter ilerleyen sayfalarda yerli yerine oturuyor. Eminim ki, okuyan herkes kendinden bir şeyler bulmaya çalışacak. Bu arada kitabını “yoldaşlık ruhuna” adamışsın. Nedir yoldaşlık ruhu?

Kitabı okuyan ve 90’ları kitapta anlatılan haliyle öyle veya böyle yaşayan herkes, gerçekten de kendinden bir şeyler bulacaktır. Kitaptaki karakterlerin farklı farklı yönlerimizle yüzleşmeyi sağladığını düşünüyorum. 96 kuşağı, biraz Seda, biraz Aylin, biraz Salih, biraz da Canan’dır. O dönemi yaşayan herkes; Sinan’ı, Haluk’u, Evrim’i ve Engin’i yakından tanır. Çok fazla karakter olduğu doğru. Tersini yapsaydım, kahramanlar yaratmış olacaktım ve bu gerçekliği yansıtmayan benim hayal ürünümden ibaret bir tercih olurdu. Elbette kahramanlar yaratmadan da az sayıda karakter ile bir dönem anlatılabilir. Ayrıca romanın bir hayal ürünü olması kadar doğal bir şey de yoktur. Ama yazarken, hatta yazmaya başlamadan önce, senin de sorduğun “yoldaşlık ruhuna” yakışanın kitabın bu hali olduğunu hep düşündüm ve gönlüm farklı bir yazıma razı olmadı. “Yoldaşlık ruhu” nedir diye soranlara kitabı okurken “işte budur” dedirtebildiysem eğer, ne mutlu bana!

Kolektif bir ruhtan bahsediyorsun diyebilir miyiz?

Kesinlikle diyebiliriz. Az önce de söylediğim gibi, anlatılan kuşaktan herkes, kitaptaki karakterlerde kendinden bir şeyler bulacaktır. Önemli bir detay daha var. Karakterlerimizin farklı özelliklerinin, duygusallıklarının, önceliklerinin ötesinde ortaklaşılan yanları vurgulamaya çalıştım. Hayatını adayan, inat eden, kavgaya giren, yeri geldiğinde kendini önemsizleştiren ama ne olursa olsun doğru bildiklerinde ısrar eden bir kuşağın izini sürmek istedim.

Canan karakteri belki de romanın akışında okurun kafasında kurduğu dünyayı yerle bir eden bir karakter. Mücadelede yaşadığımız ama bir türlü kabul etmek istemediğimiz bir yol ayrımı gerçeğine işaret ediyor değil mi?

Canan da anlatılan dönemin doğal bir parçası. Tıpkı ayrılan ve birleşen yollar gibi. Ama Canan’da somutlaşan karakterin de hakkını yememek ve takdiri okura bırakmak gerekiyor.

Parçası olduğumuz, kitabınla hatırladığımız dönemi ve 96 kuşağını betimlerken, o kuşağa ait olmayan ya da o dönem siyasal mücadele içerisinde olmayan okurların zorluk çekebileceği aklına geldi mi? Çünkü kitap oldukça “içeriden” bir tarz ile yazılmış.

Bu konu, kitabı yazdığım dönem boyunca ara ara benim de kafama takıldı. Mümkün olduğunca dışına çıkıp yazmaya çalıştım ama bu kaygıya takılıp kalırsam anlatmak istediklerimden uzaklaşacağım kaygısı daha ağır bastı. Kullandığım dilin de yine senin dediğin gibi “içeriden” bir tarza sahip olduğunun farkındayım. Ama bende iz bırakan dönem romanlarını düşündüğümde hepsinin benzer bir özelliği olduğunu farkettim. Bahsettiğim kitaplarda kafamda oluşan boşluklar, sözkonusu dönemi farklı kaynaklardan okumaya veya dinlemeye yöneltmişti beni. Yeni kuşaklar için böyle bir etkisi olmasını dilerim. Bizim kuşaktan olup 90’larda siyasetle doğrudan ilişkili olmayanlara gelirsek, onlarla mesafeyi Haziran Direnişi ile çoktan aştık ve bu çok iyi bir şey diye düşünüyorum.

İnsana dair tüm duyguları yansıtmışsın kitabında. Kişisel olarak romanı değerli kılan şeyin bir de bu olduğunu düşünüyorum. Bu romanı “insan(lığ)a dair bir roman” olarak da değerlendirebiliriz. Bugüne baktığında bu duyguları o dönemki gibi hissedebiliyor musun?

Tabii ki! Gün doğmaya devam ediyor, gün doğarken yürüyenler de torbalarında umut ve insana dair ne varsa taşıyorlar hala…

Gün Doğarken Yürümek

  • Gün Doğarken Yürümek
  • Yazar: Hande Durna
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Haziran 2018
  • Sayfa Sayısı: 203 Sayfa
  • Yayınevi: Yeni Ülke Yayınevi

 

Okuma önerisi!

Tütüncü Çırağı – Robert Seethaler

Gökçesu Özgül’ün incelemesi; “Ve fail bir kişiydi; Tütüncü Çırağı
yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

Kısa sürede akıcı dili, duru ve sakin anlatımı ile okuyucuyu etkisi altına alabilen Tütüncü Çırağı dokunaklı ve kuvvetli hikayesi ile de zihinlerimizde yer etmeye aday.

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Veli Nereye Gitti…

Read Next

Başarılı bir ilk roman: Gök Kuşaksız

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *