Hayvan Olarak Yaşamış Adamla Tanışmak

Biraz kaçık ama nefis bir metafiziksel arayışın ürünü olan Hayvan Olmak, kimi evrensel (insan olmak ne demektir?) kimi kendi kimliğine ilişkin (Charles Foster olmak ne demektir?) çok temel sorular soruyor.

“Simon Hattenstone’nin Kolektif Kitap’tan yayımlanan
Hayvan Olmak kitabının yazarı Charles Foster’le yaptığı söyleşi
Çeviren: Eda Doğançay

Yerinde duramayan solucanı ağzına götürürken, “şerefe,” diyen yazar: Charles Foster.

Ardından tokuşturuyoruz solucanları.

Solucanın kaçmaya çalışabileceği ve ortadan ikiye ayrıldığında tuhaf, iğrenç bir his yaratabileceği konusunda uyarıyor beni.

Her parçasını midesine indirdiğinden emin olmak için yüksek sesle çiğnerken yüzünü ekşitiyor. Foster haklı: Cesur hayvanlar şu solucanlar. Menüdeki ilk tercihimin onlar olmayacağıysa neredeyse kesin.

Günün büyük bir kısmını dört ayak üstünde geçiren Foster, porsuk, susamuru, şehirli bir tilki ve zaman zaman alageyik ya da ebabil gibi yaşadığı zamanları yad ederken, bir şekilde yaşadığı elli üç senenin çoğunu hayvan olarak ya da en azından olmaya çalışarak geçirdiğini söylüyor.

Foster, Manchester’da yaşayan küçük bir çocukken, yatak odasının penceresinden gördüğü sokak lambasına tünemiş alaca baykuşa hayran kalır. Ailesi Sheffield’a taşındığında, sürekli bahçedeki karatavukla yatıp kalkar. Karatavuk, sarı hareli siyah gözbebekleriyle ona baktığında adeta dalga geçtiğini düşünür kendisiyle. Ama bir bildiği vardır o kuşun, Foster’ın bilmeyip de peşinden gittiği.

Öfkeden kuduruyordum,” diyor. “Kütüphaneye gittim ve karatavuklarla ilgili ne varsa adeta yuttum. Bir karatavuk beyni bulup, formalinli bir kavanoza koydum. Sürekli elimde taşır, bilgeliğinin bana nüfuz edip etmeyeceğini merak ederdim. Karatavuğu doldurup yatağımın üzerine sarkan bir ipe astım. Etrafımızdaki tüm karatavuk yuvalarını haritalandırıp bir çizelge hazırladım. Uçuş yollarını belirledim, merdivene çıkıp yuvalarını inceledim. Ama ne yazık ki bir türlü çözemedim karatavukların olayını.

Foster, sıradışı bir adama dönüşen sıradışı bir çocuktur. İkisi de ilkokul müdürü, başarılı bir anne babanın oğludur. Ailesi onu meslek okuluna gönderir ama o kütüphaneye gidip devlet okulu burslarını araştırır. Foster’ın hayalleri daha büyüktür. Ailesine söylemeden başvurduğu bir okula kabul edilir. Meslek okulunu bırakır ve evinden uzakta, ayrıcalık ve beklentiyle yoğrulmuş yepyeni bir dünyaya adım atarak Bristol ve Shrewsbury’deki devlet okullarında eğitim görür. Bir yarısı hayatından nefret ederken, diğer yarısı ilerleme hayalleri kurar.

Kendisine bir söz verir; liseyi bitirir bitirmez doğal yaşama tekrar karışacaktır. “Son kompozisyonumu yazar yazmaz önce eve gittim, sonra evimizin yukarısında kalan Mayfield Vadisi’nde, bir tavşanın göz hizasından dünyaya bakarak geçirdim günümü. Hayatı inkar eden sınavlarla dolu bir yaşamın izlerini silerek günahlarımdan arınmayı diledim. İlk kez bilinçli olarak hayvan gibi yaşamaya çalıştığım gün buydu sanırım.

Peki bundan keyif almış mıydı Foster? “Keyif bu deneyimi tanımlayabilecek bir kelime değil. Ama toksinlerimden arındığımı hissediyordum. Şunu daha iyi anladım ki hayatı doğal hâliyle yaşamıyoruz. Ayrıca doğru dürüst bir insan olmak için, önce hayvan olmanın hakkını vermeliyiz,” Foster durup bana bakıyor. “Deli olduğumu mu düşünüyorsun?

Sonra bir süre daha toplumsal kaidelere uygun bir yaşam sürer Foster. İçindeki tavşandan ödün verip, veterinerlik bilimi ve hukuk eğitimi aldığı Cambridge Üniversitesi’ne gider. Mezun olduktan sonra veterinerlik ve avukatlık yapar, üniversitelerde sağlık hukuku ve etik dersi verir, dergilere köşe yazıları yazar. (Foster bu çalışmalarını sürdürmekte ve Oxford Üniversitesi’nde ders vermektedir.) Doğanın keyfiliğine tapan o küçük çocuktansa hiçbir zaman vazgeçmez. Ama vahşi hayvanlarla empati kurmak yerine onları avlamaya başlar. Afrika çöllerinde iki yüz elli kilometreye varan maratonlar koşar. Avukatlık iyi para kazandırır; tüvitle avlanır ve güzel bir hayat sürer.

Ama yanlış giden bir şeyler olduğunu sezinler. “İyi bir avukat olmanın sırrı bir katilin veya bir tecavüzcünün ruhunun sizi ele geçirmesine izin vermektir. İnsanın ruhunu tüketen bir meslektir. Bana verdiği zarar şunu düşünmemi sağladı: Sürekli fikir beyan eden Charles Foster adındaki bu canlı, nasıl olur da iyi ahlaklı, etik anlayışı güçlü bir birey olduğunu iddia edebilir?

Peki Charles Foster gerçekte kimdi? “Gerçek Charles Foster, Sheffield’ın kırsalında büyüdü, yol kenarlarında çiftleşti ama kendini bambaşka yerlerde buldu.” Rider Haggard romanlarındaki palavracı karakterlere benzetiyor kendisini. “Diğer meslektaşlarımın yanında bile fazla kibirli, küstah ve kendine güvenli bir avukattım.

Bir gün bir aydınlanma yaşar, ya da bir karşı aydınlanma. Sina Yarımadası’nda bir gezide güneşin alnında otururken, başarılarını tartmaya başlar. “Charles Foster’ın son derece harika ve bin bir renkli hayatını gözden geçirmeye karar verdim. Hiçbir şey göremedim. Karanlık bir kuyuya bakmak gibiydi. Bir panik dalgasına kapıldım ve senelerce kendime gelemedim.

Peki en dibi görmek neleri değiştirmiştir hayatında? “Afili hayatım bir gecede sonlandı,” diyor. “Kibri arkamda bıraktım. Avukatlığa devam ettim etmesine ama, giderek daha içe dönük bir insana dönüştüm.

Otuzlarının ortasında ilk evliliğini sonlandırır ve zamanını giderek hayvani güdüleri daha fazla anlamaya çalışarak geçirir: Bok kokusuyla yolunu bulan bir susamuru olmak nasıl bir histir? Şehirli bir tilki kadar yetenekli midir?

Ormana varınca duruyoruz. Mütevazı ama güzel bir in olabileceğini söylediği yeri işaret ediyor. Dallarla örtülü küçük bir delik. Foster iki metreye yakın ve doksan kiloluk iri yarı bir adam. Dudak uçuklatan bir kıvraklıkla dalıyor deliğin içine. Wales’da oğluyla porsuk gibi yaşadıkları zamanlarda, gündüzleri uyuyup geceleri de etrafı kolaçan ettiklerini söylüyor.

Foster’ın deneyimlerini yazdığı Hayvan Olmak, görmenin yersiz, kokunun vazgeçilmez olduğu bir yaşamın hissiyatını başarıyla aktarırken vahşi yaşam karşısındaki başarısızlıklarını da oldukça esprili bir dille anlatıyor. Evet, oğlu Tom ve o, porsuk yaşamının katı bir kamp hayatına tekabül ettiği yaz aylarıyla baş etmeyi başarırlar ama kışları çok zorludur. Susamuru olmayı ise tam olarak kıvıramaz Foster. Susamurlarını sevmediği gibi, övülesi olmayan pis katiller olarak görüyor onları. Dışkılamaktan keyif aldığını (çocuklarıyla birlikte dışkı koklar ve çok geçmeden her birinin bokunu ayırabilir hâle gelir) ve saatlerce Exmoor göllerinde yüzdüğünü söylüyor. Ama hayır, bir susamuru yaşamının ruhu besleyecek hiçbir yanı yoktur.

Alageyiğe gelince zorlanır. Evet, saçlarını ve ayak tırnaklarını uzatır ama bunlar yüzeysel değişimler gibi gelir ona. Arkadaşından av köpeklerini üzerine salmasını ister, böylece av olmanın ne demek olduğunu öğrenecektir. İlk kaçmaya başladığında vücudundaki adrenalin seviyesi tavan yapar, ama önünde sonunda çok aşağılayıcı bir deneyim olur Foster için. Av köpeği ona kibirli bir bakış fırlattıktan sonra dönüp arkasını gider. Foster’ın işe yaramaz bir geyik olduğunu kabul etmesini ister. “O an piramidin alt basamaklarındaki bir ava dönüşmemin imkansız olduğunu anladım,” diyor.

Öte yandan ebabil olmayı tam anlamıyla tecrübe etmek ne kadar imkansız olsa da, onu çok mutlu eden bir yanı vardır. Kuşların en uhrevisi olduğunu düşündüğü ebabillere bayılır ve onların Oxford’daki yuvalarından atalarının evi Kongo’ya kadar gidip gelmelerine ve hiç tünemeden yılda elli bin kilometre uçabilmelerine (ebabiller havada uyuyup çiftleşiyor) hayret eden Foster, yamaç paraşütü yapar, Afrika’ya uzanan göç yollarını takip eder, ebabil gibi beslenir ama bunların hepsi ona sadece ne kadar lümpen olduğunu hatırlatır.

Ormanda hava çok açık ama buz gibi. Foster ininden sessizce çıkıyor, Guardian’ın fotoğraf çekimleri için ona gönderdiği maskeleri çıkarıyor ve ufak gaz ocağında sarımsak ve ısırganotuyla sotelediği solucanları kızartmaya başlıyor. Kayganlığını kaybeden pişmiş solucan tadı daha lezzetli.

Onun en çok porsuk olmaya çalışırken daha rahat olduğunu söylüyorum. “Neden öyle diyorsun?” diye soruyor. Hayal kırıklığına uğramış görünüyor, “Sanırım her şeyin ötesinde en çok tilkilere yaklaştım.

Kendimi kötü hissediyorum. En iyi tilki olur ondan tabii ki: Çöpleri karıştırır, Londra sokaklarında sinsice dolanır ve duygusal zekalarına ortak olur. “Bir porsuk gibi koklama duyumu kullanamıyordum,” diye açıklıyor Foster. “Porsuk olmaya yaklaşamamamın diğer bir nedeniyse, onların doğayla daha yakın ilişkiler kurabilmeleri. Ben acınası, yalnız bir hayvanım, porsuklarsa öyle değildir.

Tom çok iyi porsuk olmuş ama diyorum. Foster öve öve bitiremiyor oğlunu. “Evet, Tom mükemmel bir porsuktu.

Eve geri dönüyoruz. Foster’ın ikinci karısı Mary balkabağı çorbası yapmış bizi bekliyor. Evi çekip çevirip dört çocuk yetiştiren güçlü bir kadın (Foster’ın önceki karısından iki çocuğu var), aynı zaman haftada bir gün pratisyen hekimlik yapıyor. Doldurulmuş kuşlar, porsuklar, tilkiler ve susamurlarına takılmadan evde adım atmak mümkün değil. Oturma odasındaki bir duvarı boydan boya zebra derisi süslüyor. Foster’ın avcılık günlerini esefle andığını düşünürdüm. “Ama çok güzel, ” diyor. Onu asmanın mazoşist bir tarafı yok mu? “Evet,” diye cevaplıyor, “Geçmişin günahlarını hatırlatan bir tür çilecilik gibi.

Öğle yemeğine oturuyoruz. Mary’e Charles’ın eve her döndüğünde evcil hayata ne kadar zamanda uyum sağladığını soruyorum. “Aileyle çabucak kaynaşıyor; onun için en zor olanı çatal bıçak kullanmak. Masada oturmak. Temel sosyal gereklilikler. Zaten ayakta yemeyi, gezinmeyi ve sürekli bir şeylerle uğraşmayı seviyor,” diye yanıtlıyor.

Charles bir porsuk veya susamuru olarak yaşadıktan sonra eve döndüğünde, kocasının hangi hayvanı deneyimlediğini ayırt edebiliyor muydu peki? “Hayır edemiyordum,” diyor Mary nazikçe. “Ben daha çok çocukların altlarını temizlemekle ve yemek pişirmekle meşgulüm.” Foster’a şefkatle bakıyor. “Hak ettiğin ilgiyi göremiyorsun!

Hayvan gibi yaşayacağını söylediğinde Mary şaşırmış mıydı peki? “Yok hayır, bugüne kadar olduğu kişiye aykırı değildi. Benimle tanışmadan önce de Londra’da şehirli bir tilki gibi yaşıyordun. Geceleri parkta pusuya yatıyordun,” diyor Foster’a dönerek.

O zamanlar parkta uyumuyordum,” diye açıklıyor. “Şehirli bir tilkinin zihnine girmeye çalışıyordum, çöp tenekelerinden yiyor, bazen de çalılıkların arasında uyuyordum. Londra’da yaşadığım süre boyunca düzenli aralıklarla yaptım bunları.

Mary, Charles’ın her zaman sınırlarda yaşadığını söylüyor. “Yaşamın üstesinden gelebilmek için onu dibine kadar yaşıyor ve mücadele veriyorsun.” Bu mücadelenin nasıl gerçekleştiğini soruyorum. “Hem sözlü hem fiziksel. Her zaman yaşamın anlamını ve tam manasıyla insan olmanın ne demek olduğunu sorgulayarak. Bense sadece düşünüyorum. Birilerinin çocukları doyurması gerek sonuçta.

Biraz kaçık ama nefis bir metafiziksel arayışın ürünü olan Hayvan Olmak, kimi evrensel (insan olmak ne demektir?) kimi kendi kimliğine ilişkin (Charles Foster olmak ne demektir?) çok temel sorular soruyor. “Hepimiz ayrı tellerden çalıp çalmadığımızı, en yakınımızdakileri tanıyıp tanıyamayacağımızı merak ederiz. Bu kitap bu sorulara farklı bir bakış açısı sunuyor. “Eğer bir tilki veya bir porsukken kendimden başka olanla ilişki kurabilirsem, belki karımı, çocuklarımı ya da en yakın arkadaşımı daha iyi tanırım diye düşündüm.

Bu aydınlanmayı tilki gibi olmayı deneyimlediği zamanlarda, tavuk budunu çalan bir başka tilkiyle yüz yüze geldiğinde yaşadığını söylüyor. “Sadece ben değildim etrafta olup bitenleri izleyip inceleyen, aynı zamanda izleniyor ve inceleniyordum. Bu karşılıklılık hâlini arzuladım hep ve bu hissi başka hiçbir yerde yaşamadım.” Şehri en iyi tilkilerin deneyimlediğini söyleyebiliriz o hâlde. “Kesinlikle! Tilki benden daha iyi bir Londralı. Daha hızlı koşuyor, daha az uykuya ihtiyacı var, dişleri, burnu ve kulakları daha keskin. Kısacası her şeyiyle daha üstün.

Bütün bu deneyimlere değdi,” diyor. “Bir kere daha emin oldum ki doğayla ilişki kurabilmek imkansız değil. Ve yine eminim ki Mary’e dair bir şeyler biliyorum. Gerçek seçimler yapabilen Charles Foster adında bir öz mevcut.” Endişeli bu üstinsan gülümseyerek rahatlıyor. “Bu deneyim kendime olan güvensizliğimi ufak da olsa onardı.

  • Hayvan Olmak
  • Yazar: Charles Foster
  • Çeviri: Ece Bulut
  • Türü: Bilim
  • Baskı Yılı: Eylül 2016
  • Sayfa Sayısı: 238 Sayfa
  • Yayınevi: Kolektif Kitap
Turgay Özçelik
Takip Edin
Vinkmag ad

Read Previous

Zweig’in Büyülü Dünyasında Parlayan Son Yıldız: Satranç

Read Next

Osmanlı’nın Frankeisntein’ı…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *