
Sevtap Ayyıldız, Belleğin Bahar Temizliği adıyla bir araya getirdiği öykülerinde karanlık kuytulara ışık tutmayı göze almış.
İyi öyküler yaşamın kuytularında gezinmeyi sever. Günlük güneşlik anların içindeki gölgeleri, insanın insana yaptığı haksızlıkları, büyük şehirlerin ışıl ışıl vitrinlerinin yansıtmadığı kötülükleri dillendirir. Duymak istemediklerimizi söylerken, görmek istemediklerimizi gösterirken kaçarak kurtulamadıklarımızla yüzleşmemizi sağlar. Bu yüzden zor bir türdür öykü belki de. Yaşamın kılcallarında dolaştırırken büyük korkularla hesaplaşmamızı sağlar.
Evet, yin yang öğretisinde olduğu gibi iç içedir insanın yüreğinde iyilik ve kötülük. Güzellik çirkinlikle, sükûnet gürültüyle, barış savaşla diyalektik bir ilişki içindedir. Günah ve sevap, yasa ve suç, siyah ve beyaz…
Sevtap Ayyıldız, Belleğin Bahar Temizliği adıyla bir araya getirdiği öykülerinde işte bu karanlık kuytulara ışık tutmayı göze almış. Yoksulluğu, eğitimsizliği, çaresizliği üreten toplumsal çarkların acımasızca öğüttüğü insanların kişisel dramlarından damıtmış öykülerini.
Her şeye rağmen devam eden hayatların acı dolu yol ayrımlarını sözcüklere dökerken haksızlıkları nesnel bir bakışla ele almayı başarmış.
Kitabın Ankara katliamında yitirdiklerimize adanmış olması ve yaşanan o büyük acının henüz taze olduğu günlerde okurla buluşmuş olması dikkat çekici bir ayrıntı. Yazarın bu tavrı ülkesinde yaşananlara karşı taşıdığı sorumluluk duygusunu yazdıklarına bilinçli olarak yansıttığını gösteriyor. Öykülerde bu duyarlılığın izlerini kişisel hayatların yaslandığı sistemi sorgulayan bir tutum olarak hissediyoruz.
Kitabın ilk cümleleri yaşadığımız coğrafyanın kaderimiz oluşuna yönelik çaresizliğimizi anlatır gibi. Öylesine çarpıcı ve sarsıcı ki yaşamak için taşa dönüşmek gerektiğini anlatıyor böylece:
“Taş oldum. Soğuk kayanın oyuğunda küçük bir taş. Bir gün biri gelecek, taşı alıp fırlatacak. Daha ne kadar uzağa gidebilirim ki?” (Taş)
Her öyküde kişisel dramların sonrasına, geçmişlerinde ağır bedeller ödemiş olan kahramanların taşınması zor yükleri göğüsledikleri anlara tanık oluyoruz. Devam eden bir döngü değil midir bu? İsimlerin anlamsızlaştığı, acının korkuyla beslendiği bir karanlıkta yolunu bulmaya çalışırken kaybolanların öykülerini okurken adeta hıçkırığınız boğazınızda düğümleniyor. Kaskatı bir acıdan doğan yeni acılara rağmen hayata tutunan öykü kahramanları kendini zamana savurarak yaşıyor kaderini. Beklemek bir ömür sürüyor bazen:
“Gökyüzü puslu, kasvet dağıtıyor yeryüzüne. Hızla geçen vagonlara çarpıyor bunaltı. Bugün de inmeyecek trenden. İstasyondaki yolcuları büyük bir dikkatle inceliyor. Yok, yine yok. İçi titredi birden, hasır koltuk gıcırdadı. “ ( Balkondaki Kadın)
En büyük çaresizlik hep kadının omuzlarında değil midir? Bunca yükü taşımak kadından kadına geçen bir yazgıdır işte. Aykız genç bir kadınla eşcinsel bir erkeğin yoz değerler uğruna yaşadıkları dramı anlatıyor. Yazar yalın bir anlatımla yaşanan ama dile getirilemeyen, üstü örtülen yani halının altına süpürülen pislikleri ortaya sererken umudun kapısını da aralamayı ihmal etmiyor:
“O gün karar verdim, bu evden, tutsaklığımdan kaçacaktım. Balçık gibi yoğun yalnızlığımdan kurtulmayı beklemek nafile bir uğraştı. Korkunun kanadını kıracaktım.”
Şarkıların ve şiirlerin eşlik ettiği aşklar, iç hesaplaşmalar, koca bir ömrün ardından yakılan ağıtlar gibi dökülüyor sözcüklere. Bambaşka hayatlara savrulmuş âşıkların şarkılara sığınması tek çaredir belki de:
“Belki de seni bana çeken şey ikimizin de içinde küllenen yalnızlıklarımızdı. Sen bunu anlamadın. Sevdiğin her şeyin uzağında durdun. Bana hep uzaktan bakışların, en uzak masalara geçip sırtını dönüp oturuşların bu yüzdendi. Ben kadınca ihtiraslara yüreğimi feda ettim. Ya sen? Neden böyle koyuverdin kendini? Gözbebeklerimde saklı yalvaran yalnızlığımı da görmedin.” (Söyle Canım Ne Dersin )
Mavi Kareli Gömlek adlı öykü yaşadığımız gerçekliğin daha doğrusu bize isteğimiz dışında yaşatılan gerçekliğin bambaşka yanlarına ışık tutuyor. Uyan Uyan adlı öykü ise gerçeküstü unsurların ustaca kullanıldığı ölümün kol gezdiği bir coğrafyada geride kalanların yasına ortak oluyor.
Sevtap Ayyıldız yalın bir anlatımı ve klasik olay örgüsünü tercih eden bir yazar olmasına rağmen bakış açısını monologlarla zenginleştiriyor. Öykü zamanını geniş tutarken yaşanılan andan geçmişe ve geleceğe uzanarak kahramanlarının yaşantılarına ve iç dünyalarına farklı açılardan yaklaşmayı başarıyor. Dokunduğu konuların bıçak sırtı konular olması nedeniyle söz oyunları yapmadan doğrudan bir yaklaşımla çağırıyor okuru anlatıya.
Dostoyevski ne demişti; “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.”
Bence, Belleğin Bahar Temizliği işte bu bilinçle yazılmış öykülerden oluşuyor. Okumamış olanlara bir kış temizliği için bahane olsun. Geç kalmış sayılmazsınız…
![]()
|
- İsimsiz Ada’da Yaşanan Sarsıntının Romanı - 11 Aralık 2018
- Yusuf Atılgan’dan Kalanlar - 28 Temmuz 2018
- Varoluşun Alacakaranlığında Gezen Öyküler - 9 Ocak 2017