Çavdar Tarlasında Çocuklar sadece J.D. Salinger’in ilk ve tek romanı değil, Salinger’in kendisi!
Okumak üzere bir kitap seçerken, herkesin kendine göre bir yöntemi mutlaka vardır. İlgi alanımız, merakımız, arkadaşlarımızın tavsiyesi, kitabın yazarının kim olduğu, çok okunması, bir dönem hakkında fikir vermesi ve mutlaka okunmalı gibi sıralanabilecek çeşitli gerekçeler bizi bir kitapla buluşturabilir.
Çavdar Tarlasında Çocuklar orijinal adı ile The Catcher in the Rye kitabı sıralanan gerekçelerden birden fazlası ile okuyucunun karşısına çıkmış görünen o ki çıkmaya da devam edecek. Kitap (New York: Little, Brown and Company, 1951.) yayınlandığında anlatımı çarpıcı, başarılı bir ilk kitap olarak nitelendiği gibi otuz hafta boyunca New York Times Best Seller listesinde kalıyor. Bugüne kadar milyonlarca okura ulaşan kitabın karakteri bir dönem genç okuyucular arasında kült bir figüre dönüşüyor.
Yazarı J.D. Salinger, 1953 yılında verdiği bir röportajda kitabının otobiyografik özellikler taşıdığını ifade ediyor. Nitekim okurken aklımıza gelen “acaba öyle mi?” sorusunun cevabını da bulmuş oluyoruz. Kitabın adı, İskoç şairi Robert Burns’ün 19. yüzyılda İskoç köylerinden derlediği “Coming Through the Rye” adlı türküden esinlenilmiş. Yeri gelmişken yazarımızla ilgili bir kaç not düşmekte fayda var. 1919 doğumlu olan Salinger, İkinci Dünya Savaşı’nda askerlik yapmış, bu romandan önce çeşitli öyküler yazmış, hatta kitabımızın kahramanı Holden Caulfield ilk olarak bu öykülerden birinde resmedilmiş. Göz önünde olmaktan pek hoşlanmayan Salinger, en son edebi üretimini 1965, son röportajını ise 1980’de gerçekleştirmiş. 2010 yılında hayata veda eden Salinger, kitabın filme uyarlanması için gelen yoğun talepleri ısrarla reddetmiş. 1984’te biyografisinin yazılmasını reddetmesine rağmen yine de kaleme alan Ian Hamilton’ı da mahkemeye vermiş. Münzevi olarak nitelenen Salinger çağdaş dünya edebiyatının önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Salinger’ın Dokuz Öykü, Franny ve Zooey adlı eserlerini bu kitabı ile beraber düşündüğünüzde yazarın kendisini tekrar etmediğini kendisini tekrar eden bir döngü içindekileri ne eksik ne fazla oldukları gibi betimlediğini görüyorsunuz.
Çavdar Tarlasında Çocuklar kırklı yılların sonunda, başarısız bir kolej öğrencisinin Noel öncesi yaşadığı sıra dışı bir kaç günü kahramanının ironik anlatımı ile bizlere ulaştırıyor. Okuyucunun bir anlık ilgisizliğini affetmeyen, her bir satırında “acaba bir şey kaçırdım mı?” duygusu yaratan kitapta bölümler adeta, kendi içinde bir öykü gibi. Roman görece kısa sayılabilecek olmasına rağmen, yoğun ve etkileyici anlatımıyla okuyucuyu uzun bir maratona sokuyor. Kendinizi Holden ile beraber kolejde, New York sokaklarında, barlarda, otellerde, parkta ve müzede dolaşırken buluyorsunuz. Zaten bunu yapamıyorsanız kitabı okumaya da devam edemiyor ara verme ihtiyacı hissediyorsunuz.
Kitabımızın kahramanı; maddi durumu oldukça iyi bir ailenin bir kaç kolejden kovulmuş, çevresindekilerce tuhaf biri olarak görülen çocuklarından biri. İnsanlar hakkında kesin yargıları genellemeleri olan, iki kayıp travması yaşamış Holden Caulfield kendisine içinde bulunduğu dünyada yer bulamamış duygusuyla yaşayan bir ergen. Bilinç akışı tekniği ile kaleme alınan eserde Holden’ın iç sesini takip ederken kimi zaman sarf edilen bir cümleden kendimiz de bir alt metin yazarak ilerliyoruz. Kişilerin her birinin tipik özellikleri ile ilgili söylediklerini örnek alabiliriz: “Sizden hep büyük bir iyilik isterdi”, “Hep böyle tırnaklarını temizlerdi”, “Anneler hep bir parça aklı başında olur zaten”, “Bu sporcu herifler birbirlerini acayip tutuyorlar” gibi cümleler okuyucunun bilincini aktarılanı kurgulayıp eklerde bulunmaya itiyor. Bilinç akışı demişken Holden’ın taksi şoförüne sorduğu soru tam evlere şenlik türden: “Güney Central Park’ın hemen yanındaki o gölde bulunan ördekleri biliyor musunuz? O küçük gölde hani. Acaba, göl donduğunda o ördekler nereye gidiyorlar, biliyor musunuz? Haberiniz var mı, acaba?”
Bulunduğu ortamlarda herkes için sıradan olan ayrıntılar, Holden için bir çıkmazın göstergesi olabiliyor. Kolej(ler)de henüz öğrenci iken, sınıfsal ayrımların yol açtığı çelişkilerin, alt sınıftan arkadaşlarının hüzünlü durumunun Holden’ı etkilediğini görüyoruz. Velinin şişman ya da kötü giyimli olması durumunda okul müdürü tarafından uğradığı yok sayılma, daha iyisinden haberi olmayan öğrencilerin yemekhanedeki berbat yemekleri silip süpürmesi, akıllı ya da mizah duygusu gelişkin olan öğrencide bile yoksulluktan gelen aşağılık duygusunun yok olmaması. Yoksul öğrencilerin ailelerinden utanması kahramanımızın kitap boyunca bize anlattığı ufak öykülerle gözümüze çarpıyor. Okuyucu olarak kolej ortamındaki hiyerarşinin şiddete varan sonuçlarına tanıklık ederken, bu kurumlarda düzenin sarsılmaması uğruna göze alınan adaletsizliğe üzülüyoruz.
Öte yandan, Holden’ın okuldan ayrılıp kendi başına takıldığı zamanlarda karşılaştığı ve betimlediği insan manzaraları ile dönemin New York’unda gündelik yaşama göz gezdirme fırsatı buluyoruz. Hakkında yorum yapılan birçok kişi alaycı bir üslupla, ya acınacak durumda ya da hiç bir sürprizi olmayan tipler olarak resmediliyor. Tiyatro önünde erkek arkadaşlarını bekleyen genç kızları anlattıktan sonra başlarına gelecek rezillikleri düşünüp şu sonuca varıyor Holden: “Herhalde çoğu, sersem heriflerle evlenecek diyordunuz. Hep o lanet arabalarının mil başına kaç litre benzin yaktığından bahseden herifler… Çok ters herifler. Çok sıkıcı herifler. Hiç kitap okumayan herifler.”
Entelektüellerin kendi aralarındaki diyaloğu da itici buluyor Holden: “ Düşünün, bir bar tezgâhının çevresine dizilip oturmuşlar, sırtlarında o lanet damalı yelekler, tiyatro oyunlarını, kitapları, kadınları, o yorgun, kasıntı sesleri ile eleştiriyorlar. Bitiyorum bu heriflere.” Belki de durumu anlatmak için sıradanlık burada en uygun sözcük olacaktır. Herkes sıradan Holden’a göre. Taksi şoförleri, otel görevlileri, genç kızlar, genç erkekler, çiftler, hayat kadınları, sarhoşlar, piyanistler, entelektüeller, öğrenciler, öğretmenler, psikiyatristler, anneler, babalar, müdürler ve bu sıradanlığın parçası olmaktan ölesiye korkan Holden. Alaycı olmadığı zamanlar bir şeylerden gerçekten etkilendiği mesajını ise şu cümle ile alıyoruz: “ Ben aslında dalga geçmek istemediğim kızlardan hoşlanırım en çok.”
Gelelim kitabın her okurunun bir yerinden yakaladığı ilgi çekici sözlerine. Telaşa gerek yok, her okur için mutlaka bir tane bulunuyor. Mesela, bir kitabın iyiliğinin kriteri ne de güzel ifade edilmiş. Ya da hayatın bir oyuna benzetilmesi ile nasıl da dalga geçilmiş. Söylemek istemediğimiz halde söylemek zorunda kaldıklarımız, huzurlu ve güzel bir yer bulmanın imkânsızlığı, “ancak bu kadar doğrudan anlatılabilirdi” dediğimiz cümleler. Hele dünyada insan davranışları karşısında şaşkınlığa düşme konusunda yalnız olmadığımızı ifade edenine ne demeli ya da bir şeyi çok iyi yapmanın gösterişe kaçma tehlikesi barındırdığını işaret edene? Okuyucuyu fazlası ile tatmin eden bu cümleler kitabın anlatımını güçlendirirken, üzerinde uzun uzun düşünmenize de yol açıyor.
Aslında kitap boyunca Holden, hiç kimseye tam olarak kendisini anlatamıyor kız kardeşi Phoebe dışında. Phoebe bir çocuk olduğundan, Holden’ın O’na anlattıkları da karşılıksız bir diyaloğa dönüşüyor zaten. Hayatta yapmak istediğini Phoebe’ye heyecanla anlatan Holden’ın aslında size seslendiğini düşünmeden edemiyorsunuz. Ortak bir noktanız olduğunu ve O’nu anlayanın bir tek siz olduğunuzu… Ya da sadece uçurumun bekçisi olmak istiyorsunuz tıpkı Holden gibi…
- Çavdar Tarlasında Çocuklar
- Yazar: J. D. Salinger
- Çevirmen: Coşkun Yerli
- Yayınevi : Yapı Kredi Yayınları
- Sayfa Sayısı: 198
- Baskı Yılı: 43. Baskı / Aralık 2015
- Harper Lee’den Geriye kalan - 24 Şubat 2016
- Holden ile çavdar tarlasında karşılaşma - 1 Şubat 2016
- Tespih ağacının gölgesinde bülbülü öldürmek ya da öldürmemek… - 7 Aralık 2015
FACEBOOK YORUMLARI
One Comment
[…] eseri. Bakınız bu güzel kitap hakkında Kitap Eki’ne yazılmış güzel bir yazı daha var. (https://kitapeki.com/holden-ile-cavdar-tarlasinda-karsilasma-2/) Lütfen onu da okuyun. Sonra gidip kitabı alınız. Pişman […]