Frankl, yazdığı “İnsanın Anlam Arayışı”ında anlattıklarıyla, hem insanoğlunun acılar ve yıkımların yarattığı çaresizlik karşısında düşebileceği hali, hem de bu halden kurtulabilecek gücünün varlığını gözler önüne sermiştir.
‘Bir kitap okudum hayatım değişti’ denir ya, hayır, ben okunan her kitabın insanı değiştirdiğine ve dönüştürdüğüne inanırım. Bazen büyük sarsıntılar bazen de küçücük damlalar halinde olan birikimlerle, her kitap insan hayatını yeniler. Ama bazı kitapların yeri özeldir ve onlar zaman içinde yeniden, yeniden okunurlar. Başucu kitaplarımızdır onlar. Victor E. Frankl’ın ‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabı da benim için özel, zaman zaman yeniden okuduğum, başucu kitabımdır.
“Yaşamak acı çekmektir. Yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktır.” Cümlesiyle, yaşama anlam katmanın önemi vurgulayan Victor E. Frankl, 25 Mart 1905’de Avusturya’da doğmuş nörolog ve psikiyatrdır. Auschwitz’de, dört ayrı toplama kampında geçirdiği yıllar boyunca deneyimlerinden yararlanarak geliştirdiği, ‘Logoterapi’ yöntemiyle, Varoluşsal Psikiyatrinin önemli temsilcilerinden biri olmuştur.
1914-1945 dönemi, Avrupa’yı merkez alan, kapitalist ekonominin küresel krize sebep olduğu, savaş dönemidir. Karşıt ulusal kapitalist bloklar arasında silahlanma yarışı, emperyalist savaşlar ve dünyanın zor kullanılarak yeniden paylaşılmasının ana odak noktasını oluşturduğu bu savaşın, ana ekseni İngiliz-Alman çekişmesi, ana savaş alanı ise Avrupa’dır.
II. Dünya Savaşı sürdüğü altı yıl boyunca, 60 milyon insan hayatını kaybetti. Modern ekonominin etken ve özgürleştirici potansiyeli sanayileşmiş bir yok ediciye dönüşerek, görülmemiş kıyıcılıkta makineler yarattı. Yaratılan bu yok edicilikte insan kaybı ve kaynak israfı akıl alamayacak boyutlara ulaştı. Eylül 1939, Ağustos 1945 yılları arasında her gün ortalama 27.000 insan öldü.
Ekonomik üstünlük sağlamak için Alman Kapitalizmi; gerekli olan hammadde ve işgücü kaynaklarına, fabrika ve pazarlara güvenli bir şekilde erişmek isteği olan emperyalist düşünü, kendi halkını savaşa motive etmek amacıyla gerekli olan ötekiyi, içte ve dışta ‘Yahudi Düşmanlığı’na dönüştürerek yarattığı ‘Faşizm’ olgusuyla bütünleştirdi. Dünyayı kana buladı ve 19. Yüzyılın sonundaki krizini ancak emperyalizmle, silahlanmayla ve dünya savaşıyla atlatabildi.
Buraya kadar yazdıklarım, dünyanın o ölüm çağında yaşadıklarının, içinde yaşadığımız karanlık çağa olan benzerliğine dikkat çekmek içindi. Farklı olan tek şey, ana savaş alanının, bizim de içinde olduğumuz, Ortadoğu olmasıdır. Yaşanan savaşların ve katliamların şekli değişse de amacı ve acımasızlığı değişmemiş, krize giren kapitalist ekonomi, kendini savaşla ayağa kaldırmaya, katliamlarla iyileştirmeye çalışmaktadır. Bugün Ortadoğu ve Afrika’nın neredeyse hemen hepsi birer Auschwitz kampı olma durumundadır. Nazilerin Auschwitz’de ve diğer toplama kamplarında, gözden ırak yaptığı toplu imhalar artık, televizyon kanallarında naklen yayınlanarak olağan seyirlikler haline getirilen gösterilere dönüştü. Alıştığımızı sandığımız, fakat bilinçaltımızda onulmaz yaralar açan, insan doğasını alt üst eden bir süreçtir işleyen. Bir avuç kapitalistin yarattığı yok oluş karşısında dünyanın sürüklendiği korkunç yıkımın farkında varmamız, elimizden alınan değerlerimizi tekrar kazanmamız en acil ihtiyacımızdır. Başka seçeneğimiz yoktur. İnandırıldığımız çaresizlik ve duyarsızlık halimizden acilen kurtulmalıyız.
Frankl, yazdığı “İnsanın Anlam Arayışı”ında anlattıklarıyla, hem insanoğlunun acılar ve yıkımların yarattığı çaresizlik karşısında düşebileceği hali, hem de bu halden kurtulabilecek gücünün varlığını gözler önüne sermiştir.
Victor E. Frankl eseriyle bizi, bu zor günlerde hayatı ve yaşadıklarımızı sorgulamaya, kapıldığımız uyuşukluktan ve umutsuzluktan sıyrılmaya davet ediyor. İnsan olarak sınırlarımızı ve gücümüzü hatırlatıyor. Başına oturtularak hipnotize edildiğimiz televizyonlarda, seyirlik bir oyun gibi sunulan, bize dokunmayacağına inandırıldığımız bu oyunu bozabileceğimize, kaybolan umudumuzu, birbirimize olan güvenimizi kazanabileceğimize, insan olarak varlığından şüpheye düşürüldüğümüz aklımızı ve gücümüzü yeniden keşfedebileceğimize olan inancımızı tazeliyor.
Edebi ve felsefi derinliğiyle büyük bir hazine olan kitap, üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm yazarın toplama kampı deneyimleri. Frankl kitaba; “Bu kitap, gerçeklere ve olaylara ilişkin bir açıklama olma iddiasında değildir, milyonlarca tutuklunun tekrar tekrar yaşadığı kişisel deneyimlerin bir özetidir. … … sağ kurtulmayı başaranlardan birisi tarafından anlatılan iç öyküdür.” Diye başlıyor ve bölüm boyunca, toplama kampına gidişinden, Amerikan birliklerince serbest bırakılıncaya kadar geçen dönemi anlatıyor. Kampta yaşananların çoğu, şimdiye dek okuduğumuz kitaplardan ya da seyrettiğimiz filmlerden farklı değil. Farklı olan, kamp oluşumunun Frankl gibi bir varoluşçu psikiyatrın gözünden, anlamlandırılarak ve edebi bir anlatımla aktarılması. Cümlelerin her biri insana varoluşsal sorgulamalar eşliğinde eşsiz bir felsefi derinlik kazandırıyor. Toplama kampına içten bakış geliştirmenizi sağlıyor.
“Kitlelerin psikopatolojisine ilişkin bilgimizdeki derinleşmeyi, ikinci dünya Savaşı’na borçluyuz, çünkü bu savaş bize ‘sinir savaşı’nı ve toplama kamplarını kazandırdı.” (sf:19) Bu cümlenin içeriğini oluşturan ortamda insanı, hayatta kalması için güdülendiren neden, kişinin kendi yaşamında bir anlam bulma arayışıdır. Varoluşsal Psikolojiye göre; insan koşullarda özgür değildir ama koşullar karşında alacağı tavırda özgürdür. Bu özgürlük başıboş bir davranış özgürlüğü değildir. Dünyaya ve diğer insanlara karşı sorumluluk üstlenilen, acı, korku, kaygı gibi duygularda anlam kazanan bir özgürlüktür.
Frankl’ın birinci bölüm boyunca vurguladığı; insanın, aklıyla vücudu arasındaki biyolojik ve psikolojik birlikteliğinin farkına vararak, aklını kullanabilme yetisini devreye sokabilme başarısını göstermesinin yaşamda güçlü olmanın şartı olduğudur. İnsan, varoluşunu devam ettirmek için, kendine anlamlı bir neden bulmalıdır. Ya da böylesi bir cehennemde, tek gerçeğin ölüm olduğunun bilinciyle, yaşamda var olmanın anlamlılığında, yaşamayı hayatının anlamı kılabilmelidir. Ancak bu anlam yükleme olgusundan sonra hayatta kalınabilir.
“Sahip olduğumuz tek şey, kelimenin tam anlamıyla çıplak varoluşumuzdu. … … Aptalca çıplak yaşamımızdan başka kaybedecek hiçbir şeyimizin olmadığını biliyorduk”(sf:26) İnsanın bulunduğu şartlar acımasız ve çok kötü olsa dahi, istemese de her şeye alışabilir. Bu şartlar altında, insanı insan kılan varoluşun bu çetin koşullarında bile onurlu insan olabilmektir. Kitapta bu alışmaya yapılan vurgu çok anlamlı. Auschwitz Kampında ilk şokların sonucunda intihar fikrinden vazgeçme, gaz odalarının dehşetini kaybetmesi, olumsuz koşullara rağmen soğuğa, sıcağa, yaralanmalara alışıp bağışıklık kazanılması, acıyı duymama, tutsağın evine ve ailesine yönelik sınırsız özlemi, onu çepeçevre saran olanca çirkinliğe ve bunu çağrıştıran her şeye yönelik tiksintiye alışma, insanı güçlendiren kazanımlar oluyor.
Frankl’ın tutsaklığın ilk evresi olarak tanımladığı, kampa gelişin ilk günlerini atlatabilenler ikinci evreye geçiyorlar. Yazar bunu, kişinin çoşkusal ölülüğe girdiği, nispi duyarsızlık evresi diye isimlendiriyor. Duyguları körelmiş, izlediği şeyden etkilenemez olmuştur artık tutsak. Bu duyarsızlık evresine girmeyi başarabilenlerin hayatta kalma şansları da artmıştır. Bunu yazar kitapta şöyle açıklıyor; “Tutukluların ruhsal tepkilerinin ikinci evresinde ortaya çıkan semptomlar, çoşkusal ölülük (apati), yani kişinin göze alamadığı çoşku ve duygularını köreltmesiydi. Bu da sonunda tutukluyu her gün, her saat karşı karşıya olduğu dayağa karşı duyarsızlaştırıyordu. Bu duyarsızlık yoluyla tutuklu kendini kısa zamanda çok gerekli ve koruyucu bir kabukla kaplıyordu.”(sf:32)
Kamptaki yetersiz beslenme, pislik, ağır çalışma koşulları, hava durumunun yıpratıcı etkisinin eşliğinde hayatta kalma üzerine odaklaşmaya yönelen tutsaklar, içsel yaşamlarını ilkel düzeye indiriyorlar ister istemez. Ruhsal gerilemelerin sonunda da arzuları rüyalarında açıklık kazanıyor. Ekmek, pasta, sigara, banyo gibi arzu giderici (wishfulfilling) rüyalarla basit arzuları giderilmesi mümkün oluyor.
Ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, acı da insanın ruhuna ve bilincine tamamen yayılır. Dolayısıyla insanın çektiği acının büyüklüğü kesinlikle görecelidir. Ayrıca önemsiz bir ayrıntı bile sevinçlerin en büyüğünü yaratabilir.”(sf:51) Frankl, birinci bölüm boyunca kendinde ve diğer tutuklularda gözlemledikleriyle yaşama bağlanmanın ve hayatta kalmak için mücadele etmenin, yani hayata bir anlam yüklemenin insanı ne kadar güçlü kıldığını örneklerle kanıtlıyor. Yaşamı anlamlı ve amaçlı kılan insanın acılara dayanma gücü artıyor. Bu aşamada Frankl’ı güçlü kılan anlam, çok sevdiği karısına ve ailesinin diğer fertlerine bir gün kavuşacağına olan inancı oluyor. Bir gün kamptan çıkabilmek de tek amacı. Acılarla mücadelemizde ya insan oluruz, ya da insanlığımızdan oluruz.
Baştan sona bir solukta okunan “İnsanın Anlam Arayışı”, bugünümüze ışık tutup insanın varoluşsal çabasının sonucunda nelere göğüs gerip, neleri alt ettiğinin ışığında, değiştirici ve dönüştürücü gücümüzün yeniden keşfi için bulunmaz bir kitap. İnsanı iyileştiren, umut aşılayan, yaşamsal güdülenmenin önemini anlatan bir kitap.
Kitabın diğer bölümleri ise “Genel Anlamıyla Logoterapi” ve “Trajik bir İyimserlik Tartışması” diye isimlendirilmiş. Son bölüm, üzerine sayfalar dolusu yazıla bilinecek bir bölüm olduğundan, okuyup keşfetmeyi size bırakıyorum. Sadece bir alıntıyla ipucu vermek istiyorum.
Frankl, günümüzde hâkim olan “haz” kaynaklı “anlamsızlık duygusu”nun nedeni için şunu diyor bu tartışma bölümünde; “Anlamsızlık duygusunun nedenine gelince, aşırı basitleştirme de olsa, insanların yaşamlarını sağlayacak çok şeyin bulunmasına karşın, uğruna yaşayacakları bir şeyin olmadığı söylenebilir; insanlar araçlara (means) sahip, ama amaçları (meaning) yok. Elbette bazılarının araçları bile yok.”(sf:129)
Ne dersiniz, son yıllarda kapitalistlerin çılgınca üretip çok elzem ihtiyaçlarımızmış gibi bize sunduklarını satın almamız için dayattıkları “tüketim” çılgınlığı, haz kaynaklı anlamsızlık duygusunu elimize verirken, yaşamımızı anlamlı kılan nelerin elimizden alındığını fark etme zamanı gelmedi mi?
“insanın gerçekte ihtiyaç duyduğu şey gerilimsiz bir durum değil, daha çok uğruna çaba göstermeye değer bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir. İhtiyaç duyduğu şey ne pahasına olursa olsun gerilimi boşaltmak değil, onun tarafından yerine getirilmeyi bekleyen potansiyel bir anlam çağrısıdır.” (sf:100) Bütün anlamlarımızın elimizden alındığı, düşünme ve muhakeme yapma yetimizin yok edildiği bu dönemdeyiz. Çıkmazlarımızın sonunda içine düştüğümüz ruhsal problemlerimizde, son zamanlarda çok moda olan sakinleştirici ve uyuşturucu ilaçlara başvurmaktansa, dünyanın birçok yerinde başarıyla uygulanan logoterapiyi okuyup üzerinde düşünmek gerekir.
.. dünya kötü bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha kötüye gidecek. Bu nedenle uyanık olalım, iki anlamda uyanık olalım: Auschwitz’den bu yana insanın ne yapabileceğini biliyoruz, Hiroşima’dan bu yana da neyin tehlikede olduğunu biliyoruz.” Diye bitiriyor kitabını Frankl. O halde okumak zamanı.
Eminim, Victor E. Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabı, sizin için de bir başucu kitabı olacak.
- İnsanın Anlam Arayışı
- Yazar: Victor E. Frankl
- Türü: Psikoloji
- Baskı Yılı: . Baskı, Mart 2000
- Sayfa Sayısı: 141 Sayfa
- Yayınevi: Okuyan Us Yayınları
- Okuyanı derinden sarsan bir hikâye; Eşiktekiler - 12 Nisan 2018
- Gerçekleri görmek için bir çağrı; İçimdeki Gölge - 27 Mart 2018
- Mete Kaynaroğlu imzalı öyküler; Spartaküs’lerin Ölümü - 6 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI