Doğal sadeliği, net çerçevesi ve odaklanmasıyla, insanlığın kadim hikaye anlatma geleneğine bağlı bin yaşında genç yazar Truman Capote’tan, Ateşteki Güve!
İnsan neden hayal kurar? Ne çok farklı yanıt verilebilecek bir sorudur bu. Hayattaki belki de en soyut kavramdır, hayal. Ve edebiyatçının en somut konularından biridir. Peki, tamamen kişisel biçimde ele alınabilir mi; yoksa hayal, ancak toplumsal bir mesele olarak mı işlenebilir?
Böyle soruların ileri sürdüğü iki yanıt seçeneği, çoğu zaman ortaya bir dilemma niteliği çıkarıyor. Hani bir tür emeklilik kararı alan II. Murat tarafından çocuk yaşta tahta çıkarılan Fatih Sultan, yaklaşan düşman ordusu haberini alınca babasına mesaj gönderir ya, öyle: “Padişah sen isen gereğini yap, ordunun başına geç; padişah ben isem, emrime uy, ordunun başına geç.”
Hayal konusunun kişisel mi toplumsal mı olduğunu düşünürken, verilen iki seçenekten birini seçmeyi kabul edince de böyle bir dilemma içinde kalınabilir. Seçeneklerin her ikisi de aslında aynı yaklaşımın sınırlamasına hapsolmuştur. Kişinin iç dünyası ile onun yaşadığı dönemin, koşulların, kültürel etkilerin, hatta antik çağlardan beri meydana gelen gelişmelerden insan türünde kalan izlerin karşılıklı etkileşim içinde olduğu göz ardı edilebilir mi? İnsanın iç dünyası ile dış dünyası birbirinden bağımsız görülebilir mi?
Sen Okyanustaki bir damla değilsin
Damladaki okyanus, işte o sensin
Mevlana’nın bu dizelerle ortaya koyduğu gibi, her bir insan teki, insanlık denizinin temel niteliklerini yansıtan birer damla değil mi?
HERKES VE HAYAL
Erich Fromm’un ayrıntılarıyla anlattığı gibi, yaşamının başında insan ayrı bir varlık olarak kendisinin farkında değildir. Annesinden başlayarak diğer varlıkları tanıdıkça, kendisini de fark etmeye başlar. Böylece kişinin ben kavramı oluşur.
Sosyal ortamlara girdikçe, sorunlar yaşadıkça, rekabetlerle ve çelişkilerle haşir neşir oldukça, yani bir insan teki olarak yaşadıkça bu “ben”i iyice belirginleşir. “Ben” ile dış dünya arasındaki çelişki ve rahatsızlık ise, hayatın en başındaki o birlik duygusu kaybolur kaybolmaz başlar.
Yaşamak, bir yönüyle, kişinin iç dünyası ile dış dünyası arasında bir denge, bir uyum çabası olarak da görülebilir. Fakat bu uyumun kalıcı bir şekilde kurulması mümkün değildir. Çünkü her şeyden önce, hayat ve kişi devinim halindedir. Ayrıca, kişinin varlığını ve geleceğini tehdit eden bunca “dış koşul”un etkisi altında, bu uyuma bir an bile ulaşmak çok düşük olasılıktır.
Hayal kurmak, işte bu sorunla bağlantılıdır. Kişi, kendisini rahatsız eden, uyum sağlayamadığı dış dünyanın etkisinden kaçmak ister. Sorun yaşamayacağı, beklentilerini karşılayan hayali bir dünya düşler. Zihinsel bir yolculukla o hayali dünyaya gittiğinde, iç dünyası ile dış dünyası arasında bir uyum duygusu yaşar.
KİŞİSELLİK VE HAYAL
Muhlis Akarsu dile getirince, hayaller elbette gerçekten daha gerçek, duygular düşüncelerden daha doğru hale gelir:
Deryasın damlalar sende saklanır
Dertler derman olur sende aklanır
Bütün güzellikler sende toplanır
Benim yaradanım sensin sevdiğim
Fromm gibi bilim insanları, hayal olgusunun herkes için geçerli açıklamasını yapsa da, her kişinin hayali farklı biçimde canlanıyordur zihninde. Örneğin, Sally’nin hayali, öylesine mahremdir, aynı zamanda öylesine bilindik. Truman Capote, Ateşteki Güve kitabının son öyküsü olarak bize anlatmasaydı, Sally’nin hayalini aynen olduğu gibi göremezdik, ama okuyunca her birimiz, içimizdeki ikinci bir hayat kadar tanıdık hissederiz.
Sally’nin hayallerine, onun iç dünyasında olup bitenlere yönelik ilgimiz magazinsel bir nitelik taşımaz. Çünkü Truman’ın anlatımıyla haberdar oluruz ondan. Mevlana’nın, Fromm’un, Akarsu’nun sözünü ettiği gerçeklikler somutlaşır.
GÜNDELİK HAYAT VE DERİNLİK
Sally hayallerini gündelik hayatına ara vererek canlandırmaz. Tersine, bir yandan çevresiyle iletişimini sürdürürken, bir yandan da içinde başka bir dünya dönmektedir. Kitaptaki bu son öyküye gelene kadar, zaten Capote’un hikaye anlatıcısı olarak genel tavrını öğreniyoruz. Bir kahramanın yaşadığı bir olayı ve aldığı bir tavrı anlatırken, aslında genel olarak onun durumunu belirginleştiriyor. Onun durumunu ortaya koyarken, bir insanlık halini canlandırıyor. Gündelik hayatın rutini içinde sıradan insanların hikayesi, böylece magazinselliği aşarak derin bir edebiyat haline geliyor.
Yazarımızın ölümünden sonra yayımlanan bu kitap, henüz ünlü Truman Capote olmadan önceki gençlik döneminde kaleme aldığı ve çok sonraları New York Halk Kütüphanesi arşivinde keşfedilen öykülerden oluşuyor.
Doğrusu, David Ebershoff’un önsözü biraz “gereksizlik” duygusu yaratıyor. Öyküleri överken ikide bir günümüz modasına uygun biçimde “empati” sözcüğünü kullanıyor; “kusurlardan” söz ederken ise yazarın acemiliğini ima ediyor, bazı karakterlerin gotik ve arketip nitelikte olduklarını ileri sürüyor. Belki de bu öykülerin “ilk çalışmalar” olduğunu bilmenin neden olduğu bir önyargıdır.
Çerçevesi net belirlenmiş, odaklanması bilinçle seçilmiş, doğal bir sadeliğe ulaşmış, insanlığın kadim hikaye anlatma geleneğine bağlı, bin yaşında bir yazarın kitabı bu!
- Ateşteki Güve
- Yazar: Truman Capote
- Çeviri: Melisa Kesmez
- Türü: Öykü
- Baskı Yılı: Ekim 2016
- Sayfa Sayısı: 140 Sayfa
- Yayınevi: Sel Yayıncılık
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017
FACEBOOK YORUMLARI