Pir Sultan Abdal ve Alevi-Bektaşi Geleneğindeki Halk Şiiri

Pir Sultan Abdal, Alevilerin yedi büyük şairinden biridir. Medrese eğitimi görmemiş, divan edebiyatından etkilenmemiştir. Bu yüzden de onun şiirinde örneğin, Dadaloğlu’nun musammatlarından farklı olarak asıl Türk şiirinin dörtlüğü esastır.

15. yüzyıl Sonlarında Anadolu ve Pir Sultan Abdal’ın Yeri

“Karşıdan görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şaha giderim

Eğer görüben bostan olursam
Şu halkın diline destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan Şaha giderim

Bir bölük turnaya sökün dediler
Yürekteki derdi dökün dediler
Yayladan ötesi yakın dediler
Ben de bu yayladan Şaha giderim

Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstü kan köpüklü meşeseliyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Ben de bu yayladan Şaha giderim

Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür geri dönülmez
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şaha giderim”

Pir Sultan Abdal

Anadolu’da  şeriat yasalarına uyan, fakat Şii, yahut Sünni, yahut da İslamda akıl yolunu tutanlar diyebileceğimiz İ’tizal inancını benimseyenler, bu yollarda yürüyen bilgin ve sufilerle beraber Batıni temayülleri yürüten topluluklar da bulunmaktaydı. Çoğu gezginci olan Rum abdalları, Kalenderiler, Camiler, Haydariler, yahut fütüvvet yolunun savaşla uğraşan seyfi kolu olan Alp erenler bu zümrelerdendi. 15. yüzyılın sonlarına doğru ve 16. yüzyılda bunların hemen hemen hepsini Bektaşilik temsil etti

Moğol akını sonrasında yerle bir olan Anadolu’da vergiler ve dışarıdan gelen askerlerin bakımı yüzünden yoksulluk çeken halk, her türlü inanca sarılarak avunmaya çalışıyordu. Anadolu’nun iki kıtayı bağlayan bir geçiş yeri olduğunu düşünürsek birçok farklı inancın bu topraklarda tutunabileceğini söylemek yanlış olmaz. Abdülbaki Gölpınarlı yukarıdaki alıntıdan da anlayacağımız üzere Anadolu’da tutunmayı başaran bu çok çeşitli inançların birçoğunu 15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyılda Bektaşiliğin temsil ettiğini söylüyor. Bu dönemin halk edebiyatının da çoğunlukla tekke çevrelerinde söylenen şiirlerden oluştuğunu düşünürsek, kaynağını Yunus Emre’den alarak ilerleyen Alevi-Bektaşi edebiyatının büyük şairleri olduğundan bahsedebiliriz. Bunlardan biri de Pir Sultan Abdal’dır.

Pir Sultan Abdal, Alevilerin yedi büyük şairinden biridir. Medrese eğitimi görmemiş, divan edebiyatından etkilenmemiştir. Bu yüzden de onun şiirinde örneğin, Dadaloğlu’nun musammatlarından farklı olarak asıl Türk şiirinin dörtlüğü esastır. Medrese eğitimi görmemiş şairlerin halk tarafından kutsal bir yetenek olarak görüldüğünü ve onlara daha çok değer verildiğini düşünürsek, Pir Sultan Abdal’ın halkın gözündeki yerini daha rahat kavrayabiliriz.

Bunun yanısıra, onun şiirinde tasavvuf daha geri planda kalır. Tabiat güzellemeleri, kendi yaşadığı çevre, mevsimler ve bitkiler gayet somut bir şekilde onun şiirlerinde ön planda olmuştur. Bu özelliklerin hepsi, kanımca onu bir halk şairi olarak görmemize yeter. Ayrıca Pir Sultan Abdal, Alevi-Bektaşi edebiyatının bu anlamda en lirik şairidir ve halk şiirindeki temalar, divan edebiyatına göre her zaman daha somut olmuştur.

Pir Sultan Abdal’ın bu özelliklerini rahatça inceleyebileceğimiz bir şiiri de “Ben de bu yayladan Şaha giderim” kavuştaklı şiiridir. Şiir, 11’li hece ölçüsüyle yazılmış, bağlamalı tipte, dörtlüğün son dizeleri kavuştak olan güzelleme türünde bir koşmadır. Türk şiirine ait dörtlüklerle kurulan şiir, türü, tipi ve kafiye yapısı ve dörtlüklerden oluşması nedeniyle Türk Halk Şiri özelliklerini yansıtır.

Yukarıda Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde somut tabiat güzellemelerinin mevcut olduğunu ve onun yaşadığı çevreden etkilendiğini söylemiştim. Bu özellikleri seçtiğim şiirde de incelemek mümkün:

Karşıdan görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle

Tıpkı 17. yüzyılda gördüğümüz “Ben bugün bir güzel gördüm” ile başlayan şiirlerdeki gibi burada da şiirin somut bir tema etrafında yazıldığını ve bir halk şiiri örneği olduğunu görebiliyoruz. Burada bahsedilen “yayla” da tıpkı “güzel” gibi somuttur.

“Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstü kan köpüklü meşeseliyim”

Örneğin, bu dizelerde de ovada hava açık ve güzel iken dağda yağan yağmur netincesinde ovayı bir anda basarak önüne kaptığını götüren bir afet olan meşeselinin kullanıldığını görüyoruz. (Gölpınarlı, 1965, s.419) Meşeseli burada, doğaya oldukça içkin bir imgedir.

Neden Pir Sultan Abdal?

Pir Sultan Abdal’ın Alevi-Bektaşi şiiri ile ilintisinden ve “Karşıdan görünen ne güzel yayla” dizesi ile başlayan şiirinin Halk Edebiyatına ne denli içkin olduğunu tartışmaya çalıştım. Yazı için, bu şiiri seçmemde birçok etken bulunuyor. Bunlardan ilki Abdülbaki Gölpınarlı’nın da dediği gibi, o dönemde Anadolu’daki birçok inancın temsilini Bektaşi geleneğinin üstlenmesi, ancak bugün edebiyatımızın tam tersi yönde bir sünni tarih yazımı ile karşı karşıya olması… Bu yüzden de Alevi-Bektaşi inancının edebiyatımıza ve kültürümüze olan katkılarına rağmen yeterince incelenmediğini düşünüyorum.

Bunların yanısıra, Alevilik inancının ve Alevilerin varlığının birçok radikal İslamcı grup tarafından gerek Suriye’de gerekse Anadolu’da sürekli tehdit ediliyor oluşu ve geçmişte Anadolu isyanlarının önemli bir kısmını oluşturan Aleviliğin, bugün çeşitli açılımlarla isyancı ruhunu kaybediyor oluşu da beni Pir Sultan Abdal’ın şiirlerini daha dikkatli okumaya itti.

Bunlara ek olarak, seçtiğim bu şiirde, diğer birçok tekke edebiyatı ürününe göre daha anlaşılır ve maddi dünyaya daha bağlı bir anlatım görmekteyim. Bu da şiiri incelemeye çalışmam da önemli bir etken. Dilerseniz, bu izlenimi şiir üzerinden açıklamaya çalışayım:

“Karşıdan görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şaha giderim”

Diğer tekke şiirlerinde aruzun, gazel ve tasavvufun daha ön planda olduğunu düşünecek olursak, bu şiirlerin anlamının daha kapalı ve arabesk olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır. Oysa bu dörtlükte anlam daha açık ve dili sade Türkçedir. Ayrıca bu dörtlükte Pir Sultan’ın maddi ve dünyevi olandan maneviyata bağlandığını söyleyebiliriz. Dörtlükte, dünyevi alanda (yayla) yeterince dem sürememiş yani neşeli ve eğlenceli bir zaman yaşayamamış bir şair görüyoruz. Kanımca “himmet eyle” derken de bir müddet zaman istiyor ve  yeterince doyup bu yayladan şaha gideceğini söylüyor. Burada gayet dünyevi bir istekten Şah’a yani maneviyata varıyor. Bu şiiri diğer tekke şiirlerine göre daha anlaşılır bulduğumu belirtmiştim. Ancak bu, şiirin “kuru” bir şiir olduğu anlamına gelmiyor. Bana kalırsa, aksine, şiirde oldukça felsefi, panteist bir tavır da vardır. Üçüncü dörtlükte geçen “Yayladan ötesi yakın dediler/Ben de bu yayladan Şaha giderim” dizeleri, yayladan ötesinin yakın olması sadece “yaşlılık” ve “zaman” ile ilgili değil, aynı zamanda öbür dünyayı bu dünyaya bağlama inancını temsil ediyor.

“Eğer görüben bostan olursam
Şu halkın diline destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan Şaha giderim”

Aynı şekilde yukarıdaki dörtlükte de Pir Sultan Abdal’ın bu dünyada “kalıcı olmak” ile manevi olanı, yani Şaha gitmeyi ilişkilendirdiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden onun şiiri, anlamı açık olmakla birlikte derin bir felsefi düşünce de barındırıyor. Ayrıca, bu dörtlüğün yine tasavvuf şiirinden farklı bir yanı var. Tasavvuf deyince akla, manevi aşkın maddi aşkın önüne geçişi gelmekte. Oysa, bu dörtlükte insanı sevmek, Şahı sevmektir. Pir Sultan’ın burada ölümle bir kavgası vardır. Onun amacı toprak olup ilahi aşka ulaşmaktan öte, maddi dünyada kalıcı olarak ona ulaşmaktır. Pir Sultan’ın Şaha kavuşmadan önce yapacak bir şeyi vardır: Dillerde destan olup kara topraktan yani ölümden üstün olarak anısını bu dünyada kalıcı kılmak. Onun amacı, insan hayatına müdahale ederek Şaha ulaşmaktır. Çünkü halkın dilinde destan olabilmek için kahraman olmak, onun yararını gözetmek gerekmektedir. Dervişlik yolunda inzivaya çekilmektense isyan etmeyi ve destan olmayı tercih eder. Bu anlamda o, bana kalırsa birçok tasavvuf şairine göre daha halkçı bir şairdir. Bu yüzden de yinelemek gerek: Bu şiirden görebileceğimiz üzere Pir Sultan’a göre, insanı sevmek, maneviyata ulaşmanın birinci koşuludur.

Toparlamak gerekirse, yazının başında 15. yüzyılın sonları ile 16. yüzyılda Anadolu’da tutunmuş olan çeşitli inançları Besktaşiliğin temsil ettiğini söyledim. Bu geleneğin en güçlü şairlerinden biri Pir Sultan Abdal’dır. Onun çeşitli özelliklerini “Karşıdan görünen ne güzel yayla” dizesi ile başlayan şiirinde incelemeye çalıştım. Bu şiirde kendini gösteren Pir Sultan’a ait en önemli özellik, onun “insanı ve hayatı sevmek” ile maneviyatı ilişkilendirmesi ve manevi olana dünyevi olan aracılığı ile ulaşabilmesidir. Bence, bu durum onu tekke çevresinde üretilen birçok eserden de ayırıyor.

Şiirin koşma olması ve Türk Halk Şiirine ait dörtlüklerle kurulması gibi özellikleri ve “meşeseli” gibi doğa olaylarından, bir doğa güzelliği olan “yayla”da “dem sürme isteği”nden bahsetmesi, tasavvuf şiirine göre daha açık ve daha somut bir konuya sahip olmasını sağlıyor. Bu nedenle onu, halk şiiri içerisinde değerlendirebilmekteyiz. Alevi-Bektaşi geleneğinin Türk Halk Şiirinin gelişiminde çok önemli bir etkisi olduğunu biliyoruz. Pir Sultan Abdal’ın gazel, aruz yerine Türk şiirine ait dörtlükleri ve hece veznini kullanması da bu dönemin şiirini önemli bir şekilde etkilemiştir. Kanımca bu gelenek, 16. yüzyılda Karacaoğlan şiirlerine ve Köroğlu’na devreden bir gelenek olmuştur.

Ancak, bugün yaşanan siyasi gelişmeler nedeniyle Alevilik, Şiilik geleneği özünü kaybetmekte, kendini koruyabilen örnekler ise marjinalleştirilerek hain ilan edilmektedir. Bu durum Türk şiiri ve tarihi açısından büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu nedenle Pir Sultan Abdal’ın önemli bir temsilcisi olduğu Nesimi, Hatayi gibi birçok büyük şairi barındıran Alevi-Bektaşi geleneği özellikle bugün üzerine düşülmesi gereken ve Anadolu tarihi açısından önemini kavramakla yükümlü olduğumuz bir gelenektir. Bunun bilinciyle hareket ederek, toplumun bu şairlere hak ettiği değeri vermesini sağlamak, üzerimize düşen önemli bir görevdir, diyebiliriz.

Kaynakça:
Gölpınarlı, A.(1965)Pir Sultan Abdal”. Türk Dili-Türk Halk Edebiyatı Özel Sayısı

Çağla Üren
Vinkmag ad

Read Previous

Sinop’un delileri, tarihin delilleri

Read Next

Sevim Ak, edebiyattaki 30. yılını yeni romanı Melo’yla selamlıyor!

One Comment

  • yazı çok güzelde bir şerh koymak gerekir.anadolu aleviliğinin şiilikle kültürel anlamda pekte alakası olduğunu söylenemez.tabii mezhepler tarihi içinde öyle değerlendiriliyor o ayrı.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *