Merve Koçak Kurt’un, yirmi iki öyküden oluşan Oysa Rüyaydı isimli kitabı rüya metaforu etrafında dönüyor, okurun rüyasına mutlaka arka fonda çalınan şarkılar eşlik ediyor.
“Dokunduğu kâğıdın, içinde hem zehir hem şifa barındırdığını
ve kendine has bir büyüsü olduğunu bilmiyordu ki.”
Merve Koçak Kurt’un ikinci öykü kitabı Oysa Rüyaydı’nın kapağını sürrealist Şilili ressam Christian Schloe’nun “They Keep Their Secrets” isimli resmi süslüyor. Ayı yastık yaparak uyuyan kadın kitabın özeti gibi; rüya gördüğü yüzünden belli oluyor, etrafını bembeyaz çiçekler sarmış başında da bir papağan var ama rengi kuzguni. Tıpkı hayat gibi güzellik ve çirkinlik, acı ve tatlı, kavuşma ve ayrılık yani zıtlıklar bir arada.
Yirmi iki öyküden oluşan hayli hacimli olan kitap rüya metaforu etrafında dönüyor, okurun rüyasına mutlaka arka fonda çalınan şarkılar eşlik ediyor. Yorgo Bacanos’un mahur bestesi ‘Hâlâ kanayan kalbimi aşk ateşi dağlar’ı Nesrin Sipahi seslendiriyor ya da ‘Ne Me Quitte Pas’ çalınıyor bir yerlerde. Kimi zaman Seçil Heper’in sesinden ‘Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok’u duyuyorsunuz sayfaların arasında kimi zaman ‘Gitme kal bu şehirde !’ diye yalvaran Nazan Öncel’in.
“Yüzümün hep aynı yanını eskitiyorum bu yöne yatmaktan.” diyordu. / Yalnızlığını solda bulmuştu. / İçi oyuktu. / Kendine kıvrılmış ve dünyanın bütün sabahlarına sırtını dönmüş gibiydi. / Uyusa, uyusa, uyusa ve sonra uyansaydı. / Hiçbir şeyin değişmeyeceğini de biliyordu. Kelimelerden başka… / Böyle birdenbire, hiç umulmadık bir biçimde karşılaşmak da neyin nesiydi o halde?”
Dil işçiliğine önem veren ve kelimelerle oynamayı seven Merve Koçak Kurt’un kitabını sırasına değil de konusuna göre anlatmak okurun rüyasında açılan sırtını örten bir el olabilir. Başat konular, anne – babayla hesaplaşma, aşk –ama genellikle kavuşulamamış olması sebebiyle aşk acısı– ve yıllar sonra yaşadıkları hayatın muhasebesini yapan arkadaşlar.
Kızıldut’un Boynu, evliliğe verilen bir es sırasında anne ve oğulun, kadının baba evine dönüşündeki ruh halini anlatıyor. Kelebekler Öldüğünde de, okumak için memleketinden ayrılan kızının gidişe razı olmayan babanın, kızını suçlar gibi yok sayması, bu geleneksel baba figürünün zamanla kızı için ‘babacığım’dan ‘baba’ya dönüşmesi yolculuklar üzerinden anlatılıyor. Kapında Kül Bulutu’nda öyküsünde, ufacık bir bebekken terk edip giden annenin sırrına vakıf olma hali anlatılırken okur olarak annenin yokluğunu sorgulayan dili ve çocuğu içinizde hissediyorsunuz.
Kâğıt Kesiği, iki düzlemde yürüyor; ön planda kâğıt kesme sanatı ‘katı’ var ama asıl öykü arkada kalan başından kesilmiş aşk hikâyesi. Göz Göz Olmuş Yaralarımız, boranla savrulmuş bir evliliğin ardından yazılan hasar raporu adeta. “Bir turunç ağacına tüneyen kumru ile anımsanır çocukluk. Artık geri gelmeyecek günler için hüzünlenilir. Mermer lahitlerin üzerindeki kolu kopmuş heykellerin hüznüne benzer bir hüzündür bu.” diyen Rima’nın yıllardır defterlerinde kelimeler biriktirdiği Ali’siyle kadim şehir Antakya’da yeniden buluşmalarını Feyruz’un Sesinde’n dinliyoruz. “Bir ayrılıktan başka aramıza giren neydi ki? Ayrılık upuzun bir kelimeymiş, öğrendim.” diye biten Bu Bizdeki Derinlik Sarhoşluğu, bir başka şehirden gelen kadının Kadıköy’de eski sevgilisinin hatıralarını kovaladığı bir öykü.
Anlatıcının tanıklığında gözlerindeki karanlık yeşili ışığa kestirecek kadını arayan adamın ‘ışık’la karşılaşmasının ama kavuşamamasının hikâyesi Gözlerindeki Yeşil Su Yılanı. Adam maalesef bilmez, ‘ışık’ın tam ortasından kesildiğini yıllar önce. Yine bir tanığın anlatımından dinlediğimiz rüyamasal bir aşk olan Bahar, Ey Bahar’ı önceki öykünün devamı olarak okumak mümkün, her ne kadar adamın gözleri buz mavisi olsa da. Gidip gelen sosyal medya mesajlarındaki kelimeler üzerinden kurulan modern zaman âşıklarının yüz yüze gelecekleri ve aşklarının sese döküleceği anın öyküsü Vakitler Denk Geldiğinde: “Hiç bilmediği, yüzünü görmediği, sesini duymadığı, ama varlığını istediği, ta içinde hissettiği, boşluğunu doldurduğu, eksiğini tamamladığı bir başka hayatın yarımıydı beklediği. Onu bekleyen…” Kazım Koyuncu’nun Ayrılık Şarkısı eşliğinde okunan bir öykü Sevdiğim Otobüs Kenarında, aşkı… evliliği… sonra… sonra… herkesin kendi kovuğuna sığınmasını ve içinde baykuş büyütmesini anlatan. “Oysa artık yaşantıları değmiyordu birbirine. Hatta teğet bile geçmiyordu. Herkes kendi toprağında büyütüyordu çiçeğini.”
Mayıs’ın Sardunya Kırmızısı’nda komşu evlerde büyüyen zamanla farklı yerlere savrulan iki arkadaşın yıllar sonra hayatlarını vuran bir kasırga sonrası bir araya gelmesi anlatılıyor. Ses/im Uzaklaşıyor Benden, ölmek üzere olan bir dosta veda mektubu: Bazen bir nokta ile başlıyor her şey: Tam bittiği yerde… Bazen de çember daralıyor ve başladığı yere geliyor: Kendine…”
Merve Koçak Kurt, ilk yazdıklarından itibaren kendi öykü evrenini kurabilmiş bir yazar. Nevi şahsına münhasır bir kalem, illa bir akrabalık kurulacaksa Bilge Karasu, Vüs’at O. Bener’in yeğeni diyebiliriz. Kelimelerle oynamayı seviyor; keserek, bükerek, eksilterek farklı anlamlarda (s)özünü söylüyor. Dolaylı anlatımı yeğliyor, kahramanların içsesleri ve bilinç akışları üzerinden duruma vakıf oluyoruz. Öyküleri kalabalık kadrolu kumpanyalardan ziyade bir solist ve assolistin çıktığı sadece müdavimlerinin gittiği unutulmayan eski zaman gazinolarına benziyor: Genellikle iki kişi arasındaki ilişkiye eğiliyor yazar, geçmiş zamanların bugüne yansımasını anlatıyor ve sık sık şarkılar türküler kulağınıza çalınıyor. Hani öyküler için sinemasal denir ya… Merve Koçak Kurt’unkilerse musikimasal. Okurken ezgileri işitiyorsunuz, hayal mi gerçek mi anlayamıyorsunuz… Oysa Rüyaydı tüm duyduklarınız.
“Sevgili Okur” için… diyerek açılan kitabı kapattığınızda, Oğuz Atay’dan bu yana beklenen okurun bu güzel kitabı bulmasını diliyorsunuz.
|
- KÜÇÜK ANATOLA’YI KURTARMAK - 2 Aralık 2019
- Hişt! Hişt! Hayal Kursana Dostum - 25 Mart 2019
- Jules’ün Bağladıkları - 17 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI