Sanık Sandalyesinde Bir Tanık

Sevgi Soysal neyi anlatmak istediğinden çok emin. O kadar ki, kurgunun içerisinde tüm karakterler bu fikri yaşatmak için varlar.

‘’Bir insanı değiştirmek tek bir insan işi değildir. Bu bir düzen, bir çevre, bir coğrafya konusudur.‘’ Sevgi Soysal – Şafak

Türk edebiyatında toplumcu gerçekçi tarzın en önemli yapı taşlarından biridir Sevgi Soysal. Kendini ne kadar 12 Mart’ın tanığı olarak adlandırsa da sanık sandalyesine oturmuş ve dönemin sorunlarını birebir yaşamıştır. 1971 de hakkında verilen 1 yıllık mahkumiyetin ardından 2 ay sürgünde kaldığı Adana’da yaşadıkları ruhunda derin izler bırakmış olmalı ki Şafak gibi bir metni eserleri arasına katmış.

Şafak, roman türünde yazılmış bir metin. Oya adında bir kadının Adana sürgününde yaşadıklarını anlatıyor. Hikaye kurgusu; zaman mekan kaygısından daha çok karakter betimlemeleriyle canlı tutulmaya çalışılmış ve ustalıkla işlenmiş. Bu betimlemeler karakterlerin fiziki özelliklerinden ziyade yaşadıkları ve meselelere verdikleri reaksiyonlar üzerinden oluşturulmuş.  Roman türünde çok rastlanır bir durum değil. Genel itibariyle roman yazarlarının metni diri tutmak ve okurun düşün dünyasını kurgunun kalitesine ikna etmek için kullandıkları en önemli etken hikayeyi tek başına taşıyan karakter yaratımıdır. Tüm sorumluluğu üzerine yükledikleri karakteri sevdirmek romanı sevdirmekle aynı noktada duruyor bu tarz metinler için. Edebiyatımızda yazarının adını unutturan bir çok roman karakteri mevcut. Sevgi Soysal neyi anlatmak istediğinden çok emin. O kadar ki, kurgunun içerisinde tüm karakterler bu fikri yaşatmak için varlar. Kurgu, karakter, mekan, zaman bu fikre itaat halinde kusursuz çalışıyor. Bu itaati sağlamanın zorlukları ise metnin temelinde başlıyor.

Hikayenin zeminini birden fazla karakterle doldurup her birini taşıyıcı karakter gibi güçlendirmek çok ciddi bir iş. 12 Mart şartlarının toplumsal yapı üzerinde yarattığı bireysel seviyedeki bozulmaların gözle görülür düzeyde olması karakter yaratmakta kolaylık sağlasa da, kişilerin düşün dünyasını tek tek beslemek büyük bir özgüven ister. Her kesimden insanın iç dünyasında 12 Mart’ın baskısını ve darbe şartlarıyla doğrudan alakalı olmayan dönemin Adana’sında ki kültürel yozlaşmışlığı, çarpık ilişkileri, kadının toplumda ki yerini, erkekle hiç de organik olmayan bağını sayfalar ilerledikçe okuyucuya acı acı aksettiriyor yazar. Tabi ki iyi seçilmiş mekanların, anlatımı güçlendirdiği gerçeğini göz ardı etmemek gerek ama karakter zenginliğinin aksine mekan konusunda kısır olması yazarın tercihinde olan bir durum değil. Fikrin en iyi hazırlanacağı mutfağı seçmek zorunda kalmış Sevgi Soysal; insanların birlikte yaşadığı sıcak bir aile ortamı ve tüm değer yargılarının, ahlak kriterlerinin kapı dışında bırakıldığı polis karakolu.

Sevgi Soysal’ın şiirsel anlatımı metne yarı profesyonel roman havası vermiş. Kişilerin düşün dünyası arasında ki geçişleri iyi takip edebilmek için metinden hiç kopmamak gerekiyor. Bir an Oya’nın aklında gezinirken hiç farkında olmadan kurgunun yaşandığı gerçek zaman sahasına girebiliyorsunuz. Okuyucuyu kitaba odaklanma zorunluluğu veren bu durum metnin başından sonuna kadar devam ediyor. Sadece şimdiki zaman/düş dünyası geçişleri değil, düş dünyası içerisinde de zaman ve olay geçişleri var. Oya, Mustafa ya da Hüseyin’in fikirleri ve geçmişleri içerisinde yol alırken dikkat edilmediği durumda anılar arasında kaybolabilirsiniz. Geçişleri birbirine bağlayan gözle görülür noktalar ya da esler kullanılmamış. Kitap için dezavantaj olan okuyucunun metinden kopuş durumu, şiirsel dilin yardımıyla tedavi edilmiş. Özellikle kitabın birinci ve ikinci bölümünün giriş kısmını oluşturan Adana betimlemeleri Sevgi Soysal’ın ne kadar güçlü bir tekniğe sahip ve hakim olduğunun ispatı niteliğinde.

Romanı roman yapan kriterlerin hepsini acımasızca ve büyük ustalıkla fikre biat ettirmiş. Sevgi Soysal’ın anlatmak istediğini bu kadar önemli kılan şey insanın kendisidir. Hikayenin çizgilerini oluşturan işleyiş çok sıradan ve tanıdık duygularla ilerliyor.

İşçi Ali insanlarını bir akşam yemeğine evine davet ediyor. Yeğenlerinden Mustafa’da Adana’da sürgünde bulunan Oya’yı. Misafirperver işçi Ali, komşusu Ekrem’i aralarında görmek ve yedirmek içirmek istiyor ama kapıda içeriyi dinleyen polisten habersiz. Masada konuşulan güncel politik cümleler içerisinde geçen tek bir komünist kelimesi polislerin baskın yapmasına yetiyor. Apar topar karakola götürülen Maraşlı Ali, avukat Mustafa, öğretmen Hüseyin, Oya ve Zekeriya. İlk kopuş noktası burada başlıyor. Karakola gittikten sonra yaşananlar detaylı durum yazımı olarak değil, kişilerin daha önceki tecrübelerini yani düşün dünyasını harekete geçirecek objelerin ve polis muameleleri üzerine yaşanmış travmaların yazımıyla anlatılıyor. Anlatım içerisinde, insanın güncel fikir dünyasını şekillendirecek pratiklerin anlamlandıramadığı sıradan objeleri kavram kriterlerinde açıklayan ve kişiye özel travmatik tanımlar yükleyen yazar, metine derinlik kazandırmış. ‘’Cop’’ objesi hikaye içerisinde ki konumu ve karakterler üzerinde bıraktığı psikoloji sebebiyle önemli örneklerinden biri. ‘’Cop‘’a yüklenen cinsel organ misyonunun kurgudan değil direk işkencecinin ahlakından ötürü kaynaklandığını görüyoruz. Kitabın en keskin ve dikkat çekici pasajı da burada devreye giriyor.

Sema ; “Bak Oya… Aslında cinselliği doğal karşılarım ben. Yakın zamana dek bunu hiç büyütmedim, meselede yapmadım. Gereği kadar önem verdim bu konuya. Aşırı kapalı, şartlanmışta değilim. Ama o üç herif, copu zorla makatıma sokmaya kalktıklarında, doğa da, cinsellik de korkunç şeyler olarak göründüler gözüme. Cinsellik insanın en bayağı yanıymış gibi. Cinsellik olmasa, beni döverler evet, elektrik verirler, tırnaklarımı sökerler…  her ne ise. Ölesiye acı çektirirler, acıdan delirtebilirler… Ama bunlar anlatılabilir, bunlardan sonra, şimdi duyduğum tiksinti duyulmaz asla. Böyle utanılmaz. Üç erkek, erkek demek belki yanlış, birlikte, birbirlerinden güç alarak bastırdılar copu. Delice bir acıydı, ama tiksinti, utanç daha fazlaydı. Kadın ve erkek ayrımı, bana oynanan oyunların en kötüsüydü. Kadın olmak en büyük ihanet gibi geliyordu bana. Adamlar kendilerinden geçmişlerdi. Sanki benim kim olduğum, ne olduğum önemli değildi onlarca. Üçü de yüzyılların en çirkin erkeklik organının sahibiydiler sadece, yüreklerinin en iğrenç işlevini yüklemişler, buna kaptırmışlardı kendilerini. Sonra istekleri olunca… bayılmadan önce… bir alkış sesi duydum. Sonra biri… ‘’ coooop ‘’ diye bağırdı. Aynı, hani maçlarda, çılgın kalabalığın, kendinden geçerek ‘’ goool ‘’ diye bağırışı gibi… aynen…”

Metnin bu denli etkileyici olmasının göz ardı edilemeyecek etkeni , ‘’Kadın’’  ve onun gözüyle anlatılan bir dünya. Kadın meselesini kadının gözünden anlatan yazar, karşı cinsi sadece cins misyonu yüklemek yerine ona bir isim takmış. Salt erkeklik kavramından soyutlanmış olan ‘’erkek’’ kişisi tek bir isim altında toplanarak insan tanımının dışında tutuluyor. Hikayede polis, suçlu, işkenceci, kaçakçı, pezevenk hepsinin adı ‘’ABDULLAH’’. Arapçada ‘’ Allah’ın erkek kulu ‘’ anlamına gelen Abdullah isminin bu özellikleri taşıyan karakterlerin ortak adın olmasının kaçınılmaz bir sebebi olduğu aşikar. Vatan, millet, cihat, ölüm, işkence, namus, uyuşturucu, tecavüzcü gibi özeliklerin karakter çatısı altında Abdullah olarak adlandırılması din olgusuna bir tepki niteliğinde. Belki de dolaylı yoldan Tanrı kavramına karşı bir eleştiri barındırıyor olabilir. Abdullah’ın genel karakteristik özellikleri suçu içerisinde barındıran fikirler olmasına karşın, Abdullah kişisinin analizi tabi ki bu kadar sığ bırakılmıyor. Her şeyden önce suç fiilinden direk olarak etkilenen ve hatta suçun uygulanması hususunda birinci etken olan kadınla olan ilişkisi üzerinden yapılıyor. Roman da suç genel itibariyle kadınlara karşı işlenen bir tutum.  Ya da ‘’suçun en üst noktası kadına karşı işlenmiş olanıdır‘’ fikri hikayede kendini belli ediyor. Feminist bir tutum içerisinde yapmıyor bunu Sevgi Soysal.  Evet suçu işleyenlerin hepsi erkek lakin anlatımın gidişi ve kullandığı metalar yada suçu tetikleyen çevresel ve toplumsal faktörler o kadar iyi eklemlenmiş ki karakterlere salt erkekliğin suç ile taban tabana olmadığını da izah ediyor.

Darbenin kişi üzerindeki açmazlarını gerçekçi toplumcu tarzda derinlemesine ele alan, şiirsel anlatım tekniğiyle insana ait kavramları psikolojik tabanda inceleyen mükemmele yakın bir metin ŞAFAK.

Sevgi Soysal’ın hikayeyi sarmalayan sorunlara sunduğu çözümü ise yine kendi kaleminden izah etmek gerekirse ‘’Bir insanı değiştirmek tek bir insan işi değildir. Bu bir düzen, bir çevre, bir coğrafya konusudur.‘’

İYİ OKUMALAR…

  • Şafak
  • Yazar: Sevgi Soysal
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2003
  • Sayfa Sayısı : 232 Sayfa
  • Yayınevi: İletişim Yayınları
Aydoğan Melih Horasan
Vinkmag ad

Read Previous

“Cicili bicili görünen her çocuk kitabı iyi değildir”

Read Next

Bir Üst Uygarlığın Süperben’i!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *