Monokl Yayınları yayımladığı bir çok eserde olduğu gibi yine özel bir kitabı kütüphanelerimize kazandırmış bulunuyor: Karl Ove Knausgaard’tan Sonbahar
Dünyaya gelecek her canlı bu kargaşa dolu aleme olabildiğince yabancı olacaktır. Onun, o bitmek tükenmek bilmeyen deveranında hep bir acele ve koşturmaca yaşamından eksik olmayacak. Bunun en çok farkında olan ve buna en çok sebep olan canlı olan insan, derdini anlatmak için kelimeleri kullanmayı öğreneli bir hayli zaman oldu. Kelimeler ve manaları bizim yaşama şekil verme şeklimiz, yol göstericimiz halini aldı. İletişim kurabilir, derdimizi çözebilir ya da yaraya tuz basabilir olduk.
Ölene değin üzerinde yaşayacağı bu dünyayı yeni doğacak olan bir bebeğe nasıl anlatırsınız? Ya da anlatır mısınız? Kelimeler anlatıldıkça, kullanıldıkça anlam kazanır, diğer bir tabir ile işe yarar hale gelir. Anlam vardır ancak ulaşınca özümsenebilir. Yeni doğacak çocuğu için dünyayı ve onun kelimelerini anlatmaya karar veren Karl Ove Knausgaard, bunu yılın mevsimlerinin isimlerini taşıyan kitaplar aracılığı ile yapmayı seçmiş. Serinin ilk kitabı ise yaşamın en kasvetli hallerini tattığımız Sonbahar.
Kitabına bir mektup ile başlıyor yazar. Doğmamış kızına hitaben. Onu geleceği dünyada kimlerin beklediğini, aile üyelerini, kardeşlerini anlatıyor. Nasıl bir dünyaya geleceğine dair ilk satırları burada okuyoruz. Evi, yaşayacağı yer vs. gibi bilgiler ile lafa nasıl gireceğini kestirmeye çalışıyor adeta. Devam eden kelimelerinde dünyanın aslında ne kadar da tanıdık olmadığını, ona yabancı olduğumuzu dile getirir. Yaşamın temposu onu yaşamayı bir şekilde sağlıyor ancak bilmeyi engelliyor. Hayat, bir şeyleri fark etmek için çok hızlı akıp gidiyor. Oysa ki verdiği örnekte olduğu gibi kapı bir kanat gibi açılır. Çok basit. Bu gibi basit şeyler dahi hayatın yaşanmaya değer olması için pekala yetebilir. Kelimeler yani yüklediğimiz tüm bu şeyler hayatın şekillenmesini sağlamak değilde nedir?
Yazarın esasen kendine sonra da bize söylediği bir şey var; dünyayı anlatmak ya da anlamak hayatı yaşanır kılıyor. Kızına anlattığı bu dünya aslında hepimizin farkına varmadığı bir alem, kara parçası. Onu fark etmek, bilmek yerine sadece yaşıyoruz.
Güneş. Benzin. Kan.
Mevsimlerden oluşacak dörtleme Sonbahar, bu mevsim ise Eylül ile başlıyor. Her bir kelimeyi anlatırken kendi yaşamından anektodlar veriyor. Misal yaban arılarını anlattığı bölümde onlarla yaşadığı bir husumeti anlatıyor; evinin havalandırma kanalında yuva yapan arılardan bahsederek. Kitabın içerisindeki bir çok madde bu şekilde ya bir anı ya da yaşamın döngüsünde ne denli gözden kaçtıklarına dair örneklerle ele alınmış. Ve bunların her birinde yazardan sayfalara akan duygu yoğunluğu hissediliyor. Anlatırken hem kızı hemde kendisi için aynı heyecanı duyduğunu anlıyoruz.
Ama bu, yazarın eserlerinde yer verdiği melankolik ve dingin hal pekala anlaşılıyor. Daha evvelden Kavgam kitabını okurken yine aynı ritm ve akış ile yazdığını gördüm. Çok fazla lafı uzatmadan söylemek istediğini söyleyen, sonrasında yazmaya, anlatmaya devam eden bir tarzı var. Adeta gereksiz kelimeler kullanmadan konuşmayı seven bir sohbet arkadaşı gibi. Buna yakın anlatımı genelde Norveçli yazarlarda tespit etmek mümkün. Tabiri caizse soğuk hava iliklerine işlemiş. Mesafeli olmasa da çok fazla samimi olmayan bir dil kullanıyorlar.
Böyle bir eserin yazılmış olması fikri dahi beni heyecanlandırıyor. Sebebine gelince hayat onu hangi amaçla, tutkuyla yaşıyor olursak olalım bir şeyleri kaçırdığımız bir serüven. Güneş bile orada, gökyüzünde ona uzun süre bakmamıza izin vermezken ama hayatın ta kendisi olabilirken ne kadar farkındayız. Kan, damarlarımızı sayısız defa tavaf ederken ve bizi yaşama bağlayan en önemli şeylerden biriyken aktığını görmeye dayanamıyoruz bazen. Hele ki bizden ya da sevdiklerimizden istemsizce akana kadar yokmuş gibi davranıyoruz… Bir farkındalık projesi falan değil kitap. Bir çaba. Hayatı ve onun verdiklerini anlama çabası. Dile getirene kadar bihaber olduğumuz şeylere dair…
Kitap sadece barındırdığı metin değil çizimleri ile de dikkat çekiyor. Özellikle arka kapak desenini çerçeveletip duvara asmak isteyeceğim kitaptaki çizimler eseri tamamlamak konusunda oldukça başarılı. Vanessa Baird imzası taşıyan desenler yazarın az evvel bahsettiğim, kelimeleri kağıda dökerken büründüğü ruh halinin çok iyi birer yansıması. Bir şeye ruh vermekten bahsediyorsak bu çizgiler tam olarak onu yapıyor.
İçerik olarak çok özel bir çalışma olan eserin fiziki anlamda da güzide bir eser olduğunu söylemek gerek. Kalın ciltli yapısı ve yüksek kaliteli kağıdı yıllara meydan okumayı kafasına koymuş bir kitap Sonbahar. Bütünlük hissi anlattığı kelimenin kendisine has olması hasebiyle zaman zaman rastgele açıp okumak ya da “fark etmek” için nitelikli bir alternatif. Monokl Yayınları yayımladığı bir çok eserde olduğu gibi yine özel bir kitabı kütüphanelerimize kazandırmış bulunuyor. Serinin diğer kitaplarını hem heyecanla hemde eserin ruhuna uygun bir sükunet ile bekliyorum. Bakalım, önümüz Kış…
|
- Pazartesi Sendromu: Hayat Nasıl Bir Şey Biliyor Musun… - 28 Ocak 2019
- Sonbahar: Hayatı Anlamak İçin Kelimelerin Çabası - 14 Ocak 2019
- Yedi Yıl: Hayat Nedir Ki, Mutsuzluk Anlarından Başka - 12 Kasım 2018
FACEBOOK YORUMLARI