Yüksek Doz Serisinin İkinci Kitabını Distopya Çevreliyor: Çürüyüş

Altın Kitaplar etiketiyle ilki 2017 yılında çıkan “Yüksek Doz” kitaplarının ikincisi, geçtiğimiz Şubat ayında “Yüksek Doz Çürüyüş” ismiyle raflarla buluştu.

“Direnmek güzeldir… Çürümenin ve çöküşün çağına hoş geldiniz!”

Altın Kitaplar etiketiyle ilki 2017 yılında çıkan “Yüksek Doz” kitaplarının ikincisi, geçtiğimiz Şubat ayında “Yüksek Doz Çürüyüş” ismiyle raflarla buluştu. İlk kitap Yüksek Doz Gelecek’te olduğu gibi, ikinci kitapta da beş farklı yazar tarafından kaleme alınan beş novella bulunuyor. Her iki kitapta yer alan kısa romanlar bilim kurgu türünde olsa da, ikinci kitap için kurgunun sınırları belirlenmiş: Distopya. Bunun bir sonucu olarak, Yüksek Doz Gelecek’te bilim kurgu dünyasını başka başka noktalardan yakalayan ve birbirinden tamamen bağımsız görünen novellalardan farklı olarak, ikinci kitapta okuduğumuz kısa romanlar birbirine daha yakın bir noktada konumlanıyor.

Kitapta yer alan novellalar Orkun Uçar, Umut Altın, Mert Süğlün, Cem Can ve Kadim Gültekin tarafından kaleme alınmış. Her bir kısa romanı okuduğunuzda -özellikle kurgu üzerine düşünürseniz-oldukça uzun soluklu bir çalışmanın ardından ortaya çıkan, son derece özen gösterilmiş bir eserle karşı karşıya olduğunuzu fark ediyorsunuz.

Orkun Uçar – S.O.D

Yüksek Doz Çürüyüş, Orkun Uçar’ın yazdığı S.O.D isimli romanla başlıyor. İlk satırlarda yaşlı bir mahkûmla tanışıyor, SODdiye adlandırılan bir rejimle karşılaşıyoruz. Açılımı Sistem, Otorite, Disiplin olan rejimin her kolunun bir lideri mevcut; Kül, Toz ve Kum. İçerisinde bir gözün bulunduğu piramit şekliyle simgelenen yönetimin en tepesinde ise sözü edilse de, varlığından şüphe duyulan bir lider bulunuyor.

Piramit şeklinde inşa edilmiş bir yapının en alt katlarında bulunan hapishanedeki hücresinden, sorgu için çıkarılan mahkûmun yazar olduğunu ve niçin orada bulunduğunu öğreniyoruz: Yazmadığı için. Böylece yazar ve sorgu odasında görüştüğü Sistem Adamı arasında bir pazarlık başlıyor. Eserleriyle SOD’a ilham vermiş yaşlı mahkûm yazmaya devam etmesi karşılığında piramidin karanlık hücrelerinden çıkarılıyor ve esaretini, şartların daha iyi olduğu bir odada geçirmeye başlıyor. Böylece piramidin giderek daha üst kademelerine taşınan mahkûmun yolculuğuna tanık oluyor, yazdığı öyküleri okuyoruz.

Kitabı okumayanların keyfini kaçırmadan S.O.D hakkında daha fazla ayrıntı vermek pek de mümkün görünmüyor.  Orkun Uçar, okuru yormadan kendini anlatan ve son satırlarıyla şaşırtan bir esere imza atmış.

“Eskiden insanlar görünmeyen tanrılara taparmış, ama bizim tanrılarımız aramızda dolaşıyor. Arkalarında kanlı ayak izleri bırakarak…” (syf.105)

Umut Altın – Corpus Mentis

Umut Altın’ın romanını okumaya başladığınızda yolunuz, başkasının bedenindeki birisiyle kesişiyor. Söz konusu durumun nedenini, kafası son derece karışmış başkarakterle birlikte çözmeye çalışıyorsunuz.

Bir süre sonra “Yoksa zombilerle ilgili bir roman mı okuyacağım?” diye düşünürken bulabilirsiniz kendinizi, ancak ilerledikçe tam olarak böyle bir kurgunun içine düşmediğinizi fark etmeye başlıyorsunuz.

Bir virüs nedeniyle dönüşen insanlar dolaşmaktadır etrafta. Aynı zamanda başkalarının bedenlerinde soluk alıp vermeye devam eden tek kişinin başkarakterimizden ibaret olmadığını da öğreniyoruz. Böyle bir dünyada cevap arayanların kendilerini ifade edebilmeleri için başka başka sözcükler de ürüyor pek tabii: GB(gerçek ben), iç insanı gibi. Ayrıca kendisi öyle olduğuna inanmasa da sahip olduğu gücü sonuna kadar kullanan bir mehdiyle ve müritleriyle karşılaşıyoruz.

Corpus Mentis, yol boyunca farklı farklı yerlere bıraktığı izleri zamanla bir araya getiren ve ancak son satırı okunduktan sonra kendini tam anlamıyla bulan bir roman.

Mert Süğlün – Çıkmaz Solak

Çıkmaz Solak’ın adını duyduğumda bile gülümsüyorum ve hakkında çokça konuşmak istiyorum. Neden mi? Bu soruya cevap verebilmek için sıklıkla eleştirilen bir huyumdan ve başımdan geçen bir olaydan bahsetmem gerekiyor.

Okuduğum bir kitap, izlediğim bir dizi ya da film; ne olursa olsun eserin tamamını bitirmeden hakkında yorum yapmam. Sırf bu yüzden hiç de keyif almadığım hâlde son dakikasına kadar izlediğim filmler, her bölümünü seyrettiğim diziler ve son satırına kadar okuduğum kitaplar olmuştur. Tam da bu nedenle “Kendine eziyet ediyorsun, vaktini boşa harcıyorsun!” diyenler vardı çevremde; neyse ki ne kadar kararlı olduğumu ve bu huyumdan vazgeçmeyeceğimi anladıkları için artık pek ses etmiyorlar. Bahsetmem gereken bir diğer husus ise yayımlanan ilk kitabımla ilgili. Gizlenen Karanlık henüz taslak hâlindeyken arkaik kelimeleri çokça kullandığım konusunda eleştirilmiştim. Hâlbuki söz konusu eskimiş kelimelerin çoğu, ölümsüz bir tür olan mireler tarafından sarf ediliyordu. Sizden iki nesil öncesini düşünün, dedelerimiz bizler gibi mi konuşuyorlardı? Sonuç olarak, eleştirilen o arkaik kelimeleri ben yerleştirmemiştim konuşmalara, mireler öyle konuşuyorlardı ve bu konuda yapabileceğim bir şey yoktu.

“Tüm bunları neden anlattın?” diye sormakta olduğunuzu işittim ve hemen yanıt veriyorum. Çıkmaz Solak’ı okumaya başladığımda karakterlerin konuşmalarında erkeklerden erkeklerdiye söz edilirken kadınlardan ısrarla bayanlardiye söz edildiğine şahit oluyordum. Sonra olması gerektiği gibi, “Sakin ol Özge, sonuçta bu kelimeleri sarf edenler romandaki karakterler; betimlemelerde falan geçmiyor. Sakın soğuma. Zaten öyle ya da böyle sonuna kadar okuyacaksın.” diye düşünmeye zorladım kendimi. Evet, ben de bazı sözcüklerin hayatımızda işgal ettiği yer konusunda kafa yoranlardan biriyim.

Sayfalar hızla akıp giderken ve Mert Süğlün’ün yarattığı distopyanın içerisine girdikçe düşüncelerim tamamen değişti. Okumayı bitirdiğimde ayakları yere öylesine sağlam basan bir kurgu vardı ki karşımda… Karakterlerin telaffuz ettikleri kelimeler, incelikle işlenen yapay zekâ… Muhatabına ve yerine göre sahte bir nezaketle süslenen ama hayatın her alanına yayılmış ve yapışmış bağnazlık…

Çıkmaz Solak; düşündüren, oldukça yakınınızda hissedeceğiniz, sosyolojik ve hatta -bildiğim kadarıyla öyle bir alt tür olmasa da-dinî diye nitelendirebileceğimiz bir bilim kurgu romanı.

Cem Can – Soggarth

Soggarth, emekliliğine haftalar kalan Genk Türk’ün -basit diye nitelendirilse de-son derece tehlikeli olabilecek bir göreve çağrılmasıyla başlıyor. Eli mahkûm, görevi kabul eden Genk Türk, kazara öldüğü söylenilen bir ajanın ölümünü araştırmak üzere Vesta adı verilen bir gezegene gidiyor. Gezegendeki yetkililer ajanın ölümünün kazadan ibaret olduğu konusunda Genk Türk’ü ikna etmeye çalışıyorlar ancak pek de başarılı olamıyorlar. Böylece Vesta’nın yer altındaki karanlık koridorlarında bir kovalamaca başlıyor.

Ajanın ölümünün ardında yatan gerçeğin ne olduğunu araştıran Genk Türk’ün bu süreçte geçmişiyle yeniden yüzleşmesine ve yıllarca hizmet ettiği iktidarın göz ardı edilemeyecek asıl yüzüyle yaşadığı içsel hesaplaşmaya da tanık oluyoruz. Zamanla Genk Türk’ün cevabını aradığı sorular derinleşiyor ve okur, çok daha mühim bir bilinmezlikle karşı karşıya geliyor.

Kadim Gültekin – Tanrı Makinesi

Tanrı Makinesi alışagelen distopyalardan ayrılan bir roman, bu yönüyle Yüksek Doz Çürüyüş’te okuduğumuz diğer kısa romanların bizleri çağırdığı, bir miktar daha yakınımızda hissedebildiğimiz kurgulardan da ayrılıyor.

Kalemiyle, Zaman Oyunları adlı kitabı sayesinde tanıştığım Kadim Gültekin; bu kısa romanında zaman kavramı üzerine düşünmemize neden oluyor. Başlangıç ve sonun birleşerek bir olduğu Tanrı Makinesi’nde sorguladığınız tek şey zaman değil; bu açıdan çok yönlü ve içeriği oldukça zengin bir novella okuyoruz.

Tanrı Makinesi; tanrılar, yaradılış, din, efsaneler, iktidar mücadeleleri üzerine kurulan tartışmalarla, anlatılan masallarla örülmüş ve son satırlarıyla geçmiş ile gelecek arasındaki ayrımı enkaza çeviren bir roman olarak vücut bulmuş.

“Bet yürekli tanrılar gibi, zihnini kötülüğe esir eden insanlar da oldu. Bu değişmez bir gerçeklik, varoluşun temeliydi. Evrenin sonsuzluğundaki her bir çarpışmanın yeni doğumlar yaratması gibi, kötülükle iyilik hayata yön verecekti…” (syf. 472)

  • Yüksek Doz Çürüyüş
  • Yazarlar: Orkun Uçar, Umut Altın, Mert Süğlün, Cem Can, Kadim Gültekin
  • Türü: Bilim Kurgu
  • Baskı Yılı: 2019
  • Sayfa Sayısı: 480 Sayfa
  • Yayınevi: Altın Kitaplar
Özge Arıkal Gönül
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Yokdünya’ya Uyananlar

Read Next

Uzak dünyaların yakın şairleri: Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *