Yürümenin Felsefesi

Yürümenin Felsefesi” bize, çok dallandırmadan, aslında hayatın felsefesini de anlatıyor.

Frederıc Gros’un, “Yürümenin Felsefesi” kitabını okuyorum bu aralar; büyük bir hayretle, büyük bir heyecanla. Bir gün, yine dalgın dalgın İstiklal Caddesi’nde yürürken, telefondan bir yazıda adına tekrar rastlamış, tam İstiklal Caddesi’ni bitiyordum ki geri dönmüş, Aslıhan Pasajı’na dalmış ve hemen girişteki ikinci –adını hatırlamıyorum- sahafçı abladan satın almıştım. Daha önce bir çok kez kitap evlerinde görmüştüm elbette ama alıp kütüphaneye koymak o gün o yazıdan –yazıyı da hatırlamıyorum- sonra olmuştu. O da kendi zamanını bekledi, her kitapta olduğu gibi. Her kitabın bir okunma zamanı vardır zira. Bunu, bir kütüphaneye sahip herkes bilir.

Peki “Yürümenin Felsefesi” olur mu? Dürüst olacağım: olur sevgili okur çok güzel de olur, daha doğrusu oluyormuş. Ben de bu kitap sayesinde bir kez daha ve daha iyi bir şekilde öğrendim. Yürürken en büyük eksikliğimiz algılarımızı kapatıp yürümemiz midir? Etrafımızdaki hiçbir şey ilgimizi çekmeyecek kadar dalgın yürümemizin izahı neyle nasıl yapılabilir? Yürümenin menzili var mıdır? Her dönüş veya her mekândan-okul, ev, iş yeri vb.- ayrılış, atılan adımlar bir yürüyüş müdür? Yürümek, varoluş meselemize, algılarımıza, dünya ve doğa anlayışımıza bir ayna mıdır? Belki de asıl soru: biz yürümeyi biliyor muyuz? Tüm bu soruların ve daha nicesinin cevabını kitapta bulmak mümkün. İtiraf ediyorum, kitaba göre: Ben yürümeyi bilmiyormuşum. Ne şehirde ne doğada, yürümeyi bilmiyormuşum. Her adım atmak yürümek olmadığını anladım. Kitaptaki fikirlere katılmak gibi bir zorunluluğumuz yok tabi. Ama ben rahatlıkla kitapta, ‘yürümek’ adına söylenen her şeyi derinlemesine düşündüm ve farkındalık adına eksikliklerimi mülahaza ettim.

Yazar, “Yürümek Spor Değildir” başlıklı yazısıyla kitaba giriş yapıyor. Yürümenin neden spor olmadığını; felsefe, biyoloji ve sosyolojiden faydalanarak okurlarına açıklamaya çalışır. Ve bence başarılı da oluyor. Akabinde “Özgürlükler” başlığı altında konuya derin bir bakışla okurunu burada şaşırtıyor. Burada, tabi, daha çok kendi fikirlerini neşrederken, Jack Kerouac’dan destek alır. Onun fikirlerine paralel bir zeminde ilerler.

Kitabın, belki de en ilginç tarafı: Dünyaca çok okunan, çok tartışılan ve dünyayı belki de yaşamaya değer kılan isimlerin yaşantılarına tuttuğu ayna. Bunu, ‘yürüme’ kavramı etrafında ele alması, kitabın yazılış amacına ve konusuna çok başarılı bir şekilde yedirdiğini söylemem lazım. Kimler yok ki: Nietzsche, Henry David Thoreau, Jean Jaques Rousseau, Nerval, Kant, Gandi, Rimbaud…

Tüm bu dahillerin ortak özellikleri; yürümenin temelinde yatan felsefeleridir. Bunun yanında özel hayatları, kitaplara, yazarlara, topluma, çağa, doğaya ve kendilerine karşı bakış açılarını da öğrenmiş oluyoruz kitap boyunca. Çok detaya girilmeden, okuru sıkmadan ve aralara kendi görüşlerini yukarıda saydığım dâhilerin görüşleriyle bağdaştırması; kitaba yenilikçi bir hava katığını da söyleyebilirim. Yeni- eski fikir çatışması olarak değil, birleşmesi olarak anlamalıyız bunu. Nietzsche’nin ölümü trajedi olduğunu okuyoruz. Ne kadar özgün bir filozof olduğunu, detaycı ve muhteşem bir hafızaya sahip olduğunu anlıyoruz. Ölmeye yakın, deli gibi etrafa bağırarak söyledi şu üç cümle ise sarsıcıdır: “Her şeyin sonunda ölüm”, “Atları ortalığa saçıyorum”, “Işık kalmadı”.  Henry David ‘in tam bir doğa aşığı olduğunu, doğada şekillenen fikirlerinin her çağa ayna tuttuğunu da öğreniyoruz. Mesela: “ Bir şeyin maliyeti, aslında, ister uzun vadede olsun, hayatta neye mal olduğuyla ölçülür”, “ Tarihi anlamak, sanat ve edebiyat eserlerini incelemek, soyumuzun köklerine inmek için Doğu’ya yöneliriz. Batıya ise geleceğe gider gibi, serüven ve atılım ruhuyla yöneliriz”. Doğu-batı meselesine ayna tutacak bu tespite kime itiraz edebilir.

Rousseau’nun elitist bir çevreye sahip olduğunu ve zamanla bu çevreden uzaklaştığını ve kendini yazıya ve doğaya, yürüyüşe adadığını; neredeyse tüm fikirleri bu yürüme sırasında ortaya çıktığını okuyoruz. Müzik öğretmenliği, katiplik yaptığını; sert konuşmalar ve eleştirileri için de dışlandığını öğreniyoruz yine. Kant’ın ne kadar disiplinli ne kadar az uyuduğunu, yürümenin onun için ne kadar önemli olduğunu da büyük bir özenle dille getiriyor yine yazar. Gandi’ye ayırdığı başlıkta yepyeni şeyler öğreniyoruz; Gandi’nin mistik ve siyasi taraflarını okuyoruz. Oraya özgü kavramlarla tanıştırıyor bizi: Satyagraha, aparigraha, swadeshi… Kiniklere dair söylediği ise ilginç olmakla beraber, düşündürücüdür de. Onu da kitabı okuyunca kendiniz anlayın istiyorum.

Yazar, bir çok düşünür üzerinden, onların fikirlerini baz alarak geçmişe ve geleceğe dair çıkarımlarda bulunurken; yaşamaya dair, özellikle “ayrıntı” ve “görme “üzerinde yepyeni bir felsefe de ortaya atıyor. Şahsım, kendi adıma, bu felsefenin insan olmanın gerektirdiği tüm dengeleri ve kavramları sil baştan yaratacağını düşünüyorum.

Mesela, niçin okumalıyız? Kitaplar bize ne vadeder? Sorularına verilebilecek en güzel, en anlamlı ve felsefi cevap sanırım bu olmalı: “Kitapların amacı yaşamayı öğretmek değil, içimizde yaşama, başka türlü yaşama isteği bulundurmaktır”. Hakikate dair söylediği şu sözler: “Hakikati aramak dış görünüşü aşmak demektir. Alışkanlıkları, gelenekleri, gündelik olandan uzaklaşmalar, riyakarlıklar ve yalanlar kadar eleştirmek demektir”  bu günkü ahlak ve hayat anlayışımızı sarsmalıdır diye düşünüyorum.

Çağa en güzel yakışan sıfat: “Kokuşmuşluk”. Bakın yazar bu konuda ne diyor: “Aslında, ne yazık ki, uzun zamandır pek çoğumuz, doygunluğa ulaşmanın nesnelere sahip olmaya ve toplumsal itibara dayandığı inancını aşılayan kötü imajların tuzağına düşmüş durumdayız. Aslında çok yakınımızda ve çok basit olan ve belki de bu yüzden zor görünen neşeyi aramaya çok uzaktan başlarız”.

Şüphesiz yazara, kitaba, hayatta, doğaya, insanlığa, geçmişe, geleceğe, varlığa, hiçliğe, anlama ve sanatta dair söylenecek çok şey var ama bu yazıya hepsini sığdırmak imkânsız. Kısacası; Frederic Gros insanlığa, hayata; sıradan gibi görünüp aslında hiç de sıradan olmayan küçük ayrıntılara dair 21. YY insanlarına çok güzel bir kitap armağan etmiştir. Bize de bu emeğine sahip çıkmak ve yeniden ama yeniden okumak düşüyor. “Yürümenin Felsefesi” bize, çok dallandırmadan, aslında hayatın felsefesini de anlatıyor.

Yazarın son bir sözü ile yazıya son verelim : “Can sıkıntısı boş zihinle karşılaşan bedenin hareketsizliğidir”

  • Yürümenin Felsefesi
  • Yazar: Frédéric Gros
  • Çeviri: Albina Ulutaşlı
  • Türü: Felsefe-Düşünce
  • Baskı Yılı: Ocak 2017
  • Sayfa Sayısı: 191 Sayfa
  • Yayınevi: Kolektif Kitap
Doğan Yalçın
Latest posts by Doğan Yalçın (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

“bir harf daha bulsam tamamlayacağım özlediğim kelimeyi”

Read Next

Bozcaada’da edebiyat günleri

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *