
Kendine özgü karmaşık ama akıcı dili, büyüyle harmanladığı çarpıcı gerçekliği ve bir karnavalı anımsatan karakter zenginliğiyle Yüzyıllık Yalnızlık, 460 sayfalık bir mücadeledir okuru için.
1965 yılı, sıcak bir Meksika günü. Evli ve iki çocuk babası Gabo, cümbür cemaat bir aile tatili için tıngır mıngır Acapulco’ya gitmektedir. Arka koltuktan oğlanların heyecanlı, yan tarafındansa Mercedes’in sahte mi gerçek mi olduğu anlaşılmayan kızgın sesi gelmektedir. Gabo, onları hayal meyal duymaktadır; çünkü çoktan bambaşka bir dünyaya dalmıştır: kendi büyülü, efsanevi hikâyelerini kurguladığı hayal dünyasına. Birdenbire zihninde bir cümle belirir. Neredeyse yirmi yıldır arayıp bulamadığı o ilk cümle, iki saatlik bir araba yolculuğunda adeta yoktan var olmuştur: “Albay Aureliano Buendia, yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı.”
Gabo, oğlanlardan yükselen itiraz seslerine rağmen gittiği gibi Acapulco’dan o zamanlar yaşamakta olduğu Mexico City’ye döner. Eve kapanır, hiç durmadan yazar. 1966’ya gelindiğindeyse bizim Gabito, yirminci yüzyılın ve belki de tüm edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı ve ünlü romanlarından birini elinde tutmaktadır.
İşte size Yüzyıllık Yalnızlık’ın doğuş hikâyesi!
Elbette bu hikâyenin bir parça öncesi vardır. Gabo, henüz yirmilerinde, terütaze bir gazeteciyken Ev adını vermeyi planladığı bir roman yazmaya girişir. Roman, kendi çocukluğunu geçirdiği büyük evden, aile fertlerinden ve onlardan dinlediği hikâyelerden beslenecektir. Tek eksik ise sağlam bir giriş cümlesidir. Acapulco tatili, bu eksiğin kapandığı önemli bir yol ayrımıdır yazar için.
Márquez’in Kısır Döngüsü
Bundan sonrasıysa okur için yol ayrımlarıyla doludur. Hayatında en az bir kitabını okumuş olanlar bilirler ki, Márquez, anlaşılması hiç de kolay bir yazar değildir. Ve Yüzyıllık Yalnızlık’ı en az bir kez okumuş olanlar da bilirler ki, Yüzyıllık Yalnızlık, Gabo’nun en zor kitaplarından biridir. Bu noktada iki soru sormak gerekir. Bir kitap milyonlarca insan tarafından okunuyor ve böylesine sevilip ünleniyorsa, bu kitap nasıl “zor anlaşılır” olabilir? Ve eğer bir kitap “zor anlaşılır” ise, okurları tarafından nasıl bu kadar benimsenebilir? Kısır bir döngü gibi, değil mi?
Ama Márquez’in büyüsü tam da buradadır. Kendine özgü karmaşık ama akıcı dili, büyüyle harmanladığı çarpıcı gerçekliği ve bir karnavalı anımsatan karakter zenginliğiyle Yüzyıllık Yalnızlık, 460 sayfalık bir mücadeledir okuru için.
Kabaca özetlemek gerekirse, roman, yazarın diğer kitaplarında da zaman zaman karşımıza çıkan hayali Macondo kasabasında geçer (Gabo’nun diğer kitaplarında karşılaşıp bu Macondo da nereden çıktı, diyenler için söyleyeyim, kasabanın yaratılış öyküsü de Yüzyıllık Yalnızlık’ta gizlidir). Romanın hemen hemen bütün karakterleri Buendia ailesine mensuptur ve kitap, bu ailenin üç neslini, onlarla birlikte kasabanın geçirdiği değişimleri ve yaşanan pek çok siyasi-toplumsal altyapılı olayı anlatır.
Asker, Kâhin ve Anne
Mikroskopla incelenebilecek binlerce konuya ev sahipliği yapar Yüzyıllık Yalnızlık. Gökyüzüne süzülen genç kızlardan hükümet tarafından katledilen üç bin yerliye kadar geniş bir yelpazesi vardır. İşte bu yüzden, okuduğum her seferde beni en çok etkileyen, aynı zamanda en çok zorlayan konuyu sizinle paylaşmaya karar verdim: Karakter karnavalı!
Pek çok okurun (ve elbette benim) kitapla en büyük mücadelesi, karakterler ve adlarıyladır. Romanda -aileye mensup- erkek karakterlerin hepsinin adı ya Aureliano ya da Arcadio’dur. Kadın karakterler ise isim çeşitliliği açısından daha şanslıdır. Fakat bu, okurken sürekli ilk sayfada verilen soy ağacına dönmenize ve bu hangi Aureliano’ydu, diye kara kara düşünmenize engel değildir. Üstelik, bir karakterin adını -nihayet- öğrendiğinizde, onun hikâyeden çıkması da küçük öfke patlamaları için birebirdir.
Bunca farklı karakterin barındığı bir romanın baş karakteri nasıl olur, dediğinizi duyar gibiyim. Cevap vereyim; olur, hem de bal gibi olur! Kitabı okumamış olanların bile bir şekilde namını duyduğu Albay Aureliano Buendia, annesi Úrsula Iguaran-Buendia ve kâhin-simyacı, çingene Melquíades, romanın en etkili üç ismidir bana kalırsa. Tek tek anlatsam sayfalar sürer çünkü bu üç isim de romanın olmazsa olmazıdır.
Albay Aureliano Buendia, sert mizaçlı, özgürlüğüne ve -tüm Buendialar gibi- yalnızlığına oldukça düşkün bir askerdir. Márquez, bu karakteri, kendi dedesinden esinlenerek yarattığını söyler anılarında. Romanın büyülü atmosferini dengede tutan grevler, katliamlar, muz şirketleri, Latin Amerika’nın yalnızlığı gibi gerçekliği bulunan olayların temelinde bir şekilde Albay vardır. Albay’ın yaşadıkları ve öncü oldukları, Márquez’in “Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.” sözünün yansımasıdır adeta.
Melquíades ise Albay’ın tam tersi düşünülerek yaratılmış gibidir. Romanın ilk üç bölümünde görünüp daha sonra sadece ismen yaşayan bir karakter olmasına rağmen aslında her şey Melquíades’le başlayıp Melquíades’le bitmektedir. Buendialara kimsenin çözemediği bir dilde, sayfalar dolusu elyazması bırakmıştır bu gizemli çingene. Kitabın son sayfalarında anlaşılacaktır ki, bu elyazmaları aslında ailenin tarihçesi, eski bir kehanetin taşıyıcısıdır ve Melquíades de bir kâhindir; büyünün kendisidir.
Erkek karakterlerin baskın olduğu bir romandır Yüzyıllık Yalnızlık. En güçlü, en gösterişli, en parlak onlar çizilmiş gibi gelir çoğu okura. Ama tam olarak böyle değildir. Bu kitabın geri kalan herkesi cebinden çıkaracak bir kadın karakteri vardır: Úrsula Iguaran-Buendia! Albay ne kadar gerçekçi ve Melquíades ne kadar büyülüyse, Úrsula o kadar dengelidir. Nesiller boyu Buendiaları bir arada tutan harçtır o. Güçlü bir kadın portresi görmek isterseniz, Úrsula’ya bakmanız yeterlidir.
Yüzyıllık Yalnızlık öyle bir kitaptır ki yazsanız ciltler, anlatsanız saatler yetmez. Tam da bu sebeple önemli Latin Amerika edebiyatı eleştirmeni ve Márquez uzmanı Gerald Martin, şöyle der: “García Márquez Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmasaydı da Latin Amerika’nın en büyük romancıları arasında gösterilecekti. Ancak sadece Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmış olsa bile büyük bir romancı olarak görüleceği kesin.”
Katılmamak elde mi?
![]()
|
- Ağrı Dağı’nda Var Bir Şeytan - 30 Haziran 2018
- Görünmez Adam; Hiç eskimeyen bir anti-kahraman! - 23 Kasım 2017
- Modern Lindisfarne: Sefer - 14 Ekim 2017
FACEBOOK YORUMLARI