Zeynep Delav‘ın Hep Kitap etiketiyle yayımlanan ilk öykü kitabı Kemik Tozu 11 öykü ve bir novelladan oluşuyor.
Kitabın ekseninde baskı altına alınmış, görmezden gelinen insanlar var. Romanının yayımlanması hayat memat meselesi olan içe kapanık bir adam… Kocasından sürekli şiddet gören bir kadın… Aile baskısından yılmış iki kız kardeş… Öldükten sonra eşyaları eşe dosta dağıtılan bir genç… Evlenip sınıf atladıktan sonra kazandıklarını kaybetmemek için her şeyi göze alan bir kadın… Geçmişlerinden, çevrelerinden kaçmak zorunda olan bir çift…
Zeynep Delav’ın bugüne kadar pek çok edebiyat dergisinde öyküleri yayımlandı. Yazar, kalıpların dışına çıkarak, farklı bir üslupla kaleme aldığı öykülerinde anlaşılmamayı, yalnızlığı, terk edilmişliği ince ince işlerken insana ve var olmaya dair umudunu da paylaşıyor okurlarla.
Kemik Tozu’nun kitapseverlerle buluşmasının ardından kitabın yazarı Zeynep Delav’la bir söyleşi gerçekleştirdik.
-
Daha önce birçok edebiyat dergisinde öyküleriniz yayımlandı. Bu kez de okurlarınızın karşısına Kemik Tozu ile çıktınız. Kitabınız aracılığıyla okurlarınızla ne tür duyguları paylaşmak istediniz?
Öykü yazarken gördüğümü anlatmak gibi bir çabam var. İlla da şöyle bir mesaj vereyim diye bir sınır çizmiyorum. Gördüklerimi anlatmak okurda neye denk geliyorsa, aslında tam olarak duygu da o oluyor.
Gördüklerim nasıl şeyler diye kendimi yokladığımda, sürekli sert rüzgarlara maruz kalmış, hiç geçmeyen acıları olanlar, tam boş verecekken ‘bi daha’ diyerek yeniden yaşama telaşına bürünen hayatlar görüyorum.
-
Öykülerinizin kitap haline gelmesi ne kadar zamanınızı aldı? Bu süreç öykülerinizde bir değişim yarattı mı?
Ortalama yedi-sekiz yıl gibi bir zaman aldı. Elbette, zamanın kurmaca metinler üzerinde “demlenme” dediğimiz bir etkisi var. Öykülerimde demlenme sürecini ciddi biçimde yaşadım. Genellikle, uzun soluklu olması gereken yerlerde işe yaradı diyebilirim…
-
Öykülerinizi etkileyen farklı bir birikiminiz var mı?
Aldığım eğitimler var. Galiba birikimden kastınız bu. Ancak bu eğitimlerin teorik olarak yazıya bulaşmaması için de içimde büyük bir özen var.
E peki hiç mi etkisi yok derseniz? Elbette var. Gözlemleme gücü, empati yapabilme gücünü buradan alıyorum. Bunlar, birikimden ziyade, beni yazınsal olarak disipline eden şeyler.
-
Öyküleriniz kağıda dökülmeden önce nasıl bir süreçten geçiyor? Öykülerinizin harmanında neler var?
Kahramanlarla tanışıyoruz ilkin!-O kahramanlar ne zaman karşıma çıkıyorlar, bu çok izah edilebilir bir şey değil-Onları baştan aşağı süzüyorum. Öyküde yazmamış olsam da kendileri hakkında her şeyi biliyorum. Çoğu defa, bir olay karşısında nasıl refleks gösterirlerdi diye sorguluyorum. Mesela, kimi savaşır, kimi terk eder…
Bu yaşadığım durum sıklaşmaya başlayınca da zaten yazmaya başlamış oluyorum. Dipte duran, sanki yokmuş gibi yaşayan insanlar var öykülerin harmanında.
-
Size göre kadın gözüyle mi yoksa erkek gözüyle mi yazmak daha zor? Toplumsal koşulların cinsiyetler üzerindeki etkisi öykü yazımını bu bağlamda nasıl etkiliyor?
Her ikisi de zor ancak bu zorluk nasıl baktığınızla ilişkili. Bana kalırsa yazı, kadın ya da erkek fark etmeden herkese aynı toleransı gösteriyor. Bunu cinsiyet üzerinden zorlamak, aşındırmak bir şey kazandırmıyor. Kadın veya erkek yazar olmak gibi bir ayrım ya da kadın dili böyle olmalı diye bir ihtar yok benim için. Hiçbir zaman olmayacak!
-
Öykülerinizde toplum tarafından tahakküme uğrayan kadınlara da yer verdiniz. Öykülerinizi kaleme alırken öyküye konu olan kadınlarla, bir kadın olarak mı yoksa bir yazar olarak mı ilişki kurmak daha kolay?
Tabi ki yazar olarak ilişki kurmak daha kolay ve en sağlıklı olanı.
-
Sizce öykü diğer kategorilere göre nerede duruyor? Bu türün daha görünür olması için neler yapmak gerekir?
Öykü, bana kalırsa hep görünür bir türdü. Dünyanın okuma biçimi “işte şu tür” denilse de ya da bunu kim diyor onu da bilmiyorum duygu olarak, bıraktığı etki olarak falso vermeden anlatabilmek öyküden başka hiçbir türde yok. Özellikle son on yıldır oldukça görünür ve kendi alanında son hız derinleşmeye devam ediyor.
Öykünün ele avuca sığmayan bir tavrı var. Beni öykü yazmaya iten en büyük güç bu belki de. Bununla birlikte, öykünün hiçbir şey anlatmama gibi tehlikeli bir lüksü var. Bu lüksü, bu tehlikeyi seviyorum. Lüksü ve beraberinde tehlikeyi sevenler öyküyü daha görünür yapacak.
-
Kitabınızın kapağının içerikle uyumuna dair kişisel yorumunuzu alsak? Tasarım, kitabın kitapseverlere ulaşmasında önemli bir etken sonuçta…
Editörlüğün verdiği bir refleks ve kafada dönen sorular vardır. Her kapak çalışmasına, “Bundan iyisi olabilir mi? Bir daha denesek nasıl bir şey çıkacak ortaya?” Vb.
Sebebi de içerikle kapağın başka başka şeyler söylüyor oluşudur.
İçerik olarak öyküler, kendilerini içten içe yakan savaşları olan hayatlarla örülü. Düşünün ki bir tabure var. Otursan yanıyorsun, oturmasan ayakta kalmaktan yoruluyorsun. Bundan daha iyi bir uyum olamazdı. Ne bir eksik, ne bir fazla!
-
Baskı altına alınan insanlara bir çıkış öneriyor musunuz öykülerinizde? Yoksa okur bu yolu kendi mi bulacak?
Herhangi bir önerim, mesajım yok. Olmamalı da! Sadece insana hep sorular sorulur o da cevaplamaya çalışır, çıkış yolları bulmaya gayret eder. Bunu okurun kendisi görmeli veya vurup geçmeli.
-
Bir sonraki adımınız yine öykülerle mi olacak?
Kısmet 🙂
|
Okuma önerisi!“Yunanistan gezisi için yol arkadaşı; Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan“ Yunanistan gezisi için “Daha az turistik, daha fazla yerel deneyim” arayanlara keyifli bir yol arkadaşı; Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan |
- Kehribar Geçidi’nden Tadımlık… - 29 Kasım 2021
- Kitap Eki Dergisi 7. Sayı Çıktı! - 15 Temmuz 2020
- Kitap Eki Dergisi 15 Ocak’ta Okurlarıyla Buluşuyor - 1 Ocak 2020
FACEBOOK YORUMLARI