
Okurken, bu kitaptan ne güzel film olurdu diyeceğiniz türde bir roman Işık Ülkesinden. Zeynep Göğüş’ün ilk romanı…
İnanç, tarih, doğa, ekalliyet algısı gibi damarların kol gezdiği roman Rumeli’den İstanbul’a göç eden bir ailenin neredeyse yüz yıllık tarihini anlatıyor. Cumhuriyet öncesinden başlıyor yetmişli seksenli yıllara kadar uzanıyor.
Işık Ülkesinden kimlik algısına edebiyat merceği ile bakmaya çalışan bir roman. Kadın karakterler çok geniş bir yelpazede ve ön planda. Çocuklar, torunlarla zenginleşen aile zaman içinde genişliyor. Kuşak çatışmaları, uyum, uyumsuzluk, dönüşümler, dönüşüme dirençler farklı karakterler üzerinden anlatılıyor. Yazar’ın kalemini gerçeküstüye kırdığı anlar ayrı bir lezzetle takip edilirken, gerçeği bunca iyi tasarlanmış bir kurgunun içine doğallıkla yerleşmiş olması da ayrı bir hüner.
Ailenin kadınları aracılığıyla yazılı olarak taşınan sırsa romanın başka bir boyutunu oluşturuyor.
Kitabın kalbinden bir paragraf:
“Ölüm bir son değil başlangıçtır bize. Işığa inandık Hak dostu olduk. Doruklarda yaşadık güneşe yakın olalım diye. Kuvvetli ve keskindik, şehirlerimizi mavi derinliklere çeken depreme dayanamazdık bir tek. Kayalıklarındaki her kovuktan ayrı bir renk fışkıran topraklarımız saldırıya uğradığında kadınları ve çocukları ırz düşmanı katillere teslim etmeyip ateşe verdik. Savaşarak can veren erkeklerimiz gök kubbede yıldız oldu. Yaylada kalıp kurtulanlar gam oldu keder oldu.”
“…Yol geçen hanıydı topraklarımız hep direndik, havarilere gelince tesir altında kalsak da itaat etmedik, Tanrı’nın sevdiği sıradan halk bizdik. Ayrılmak gerektiğini hissedince yollara düştük, garba ve şimale doğru ilerledik. Suları aşıp yeni topraklara geldik. Vardığımız yerde noksan idik tam olduk. Dönen dönsün dedik sazın tellerine vurduk.”
![]()
|
- Kadınlar öykülerin içinden başkaldırıyor! - 7 Mayıs 2019
- Bu kitabı bir bitki yazdırdı… - 12 Nisan 2019
- Tempus Kitaplığı’nın yeni konuğu Nuray Atacık - 2 Nisan 2019