Aşktan koşarak kaçmaya çalışanlara: Kırlangıç Dönümü

İçe bir yolculuk, aynanın öte yüzünden bir bakış, kaçarken geride bıraktıklarımızla bir yüzleşme Sinan Sülün’ün Kırlangıç Dönümü.

“Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana
bazen hayata bağlandığından çok daha
kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.”
(Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali)

Henüz üniversitede öğrenciydim; 2001 yılı olmalı, İstanbul Üniversitesi. Yine hareketli bir dönemdi; rektörlük peş peşe soruşturma açıp uzaklaştırıyor, polis de dayağı ve gazı eksik etmiyordu. “Hayvan Dergisi’nden röportaja gelmişler” dedi arkadaşlar, okula giremediğimiz için Yabancı Diller binasında bekliyorlarmış. Basının en ufak bir haberi bile önemliyken, röportaja gelmiş olmaları muazzamdı. Koşa koşa gittim ve Sinan Sülün ile ilk kez orada tanıştım. Hayvan’ın editörüydü, röportajı o yapıyordu. Haber çıktığında, tam olarak hatırlamıyorum ama, afili bir manşet attığını anımsıyorum. Hoşuma gitmişti.

kirlangic_donumu

Yıllar sonra, bir arkadaşımızın doğum gününde karşılaştık ve gerçek anlamda tanıştık. Hem Kültür Mafyası, hem de Karahindiba* yeni yayına girmişti. Doğumgünü ortamından kopup, saatlerce Kültür Mafyası ile ilgili konuştuğumuzu ve neler yapmak gerektiği üzerine projeler çıkarttığımızı hatırlıyorum. O da benim kadar heyecanlanmış, Kültür Mafyası’nı sahiplenmiş ve onunla ilgili kafa patlatıyordu. İkinci hoşluk…

Onun Kültür Mafyası’na yazdıklarını okurken, ilk kez benim okuyor olmamın hazzını yaşadım hep. Cümleleri, içime içime işler; yüreğimi okşar, gıdıklar, acıtır ve kanatırdı. Yıllarca görmediğim ve özlediğim biriyle karşılaşmak gibiydi onu okumak; bildik, tanıdık, bizden biri… Sanki ben yazmışım gibi gelirdi çoğu zaman, ya da ben anlatmışım o kaleme almış gibi; öyle içten… Onun diliyle alakalı çok şey söylendi; Yusuf Atılgan’a, Sabahattin Ali’ye benzetildi. Ama beni yakalayan tanıdıklık bu değildi, daha özsel, daha bana dönük bir şey… Aynı kuşak olmak belki, aynı yerlerde benzer şeyleri yapmış olmak… Aynı kortejde yürümek, aynı sloganı atmak, aynı kadına sevdalanmak belki de…

Kırlangıç Dönümü’nü okumaya başlamadan önce, doğrusu bir burukluk vardı Sinan’a karşı içimde. Dergi kapandıktan sonra görüşemez olmuştuk, siteye artık yazmıyor, yazıları başka mecralarda çıkıyordu. Biliyorum, şimdi karşılaşsak, yine heyecanlanacak, yine coşkulu bir şekilde projeler üretmeye başlayacağız birlikte, iki muhabbete bakar. Ama bir uzaklık girdi işte araya, olur ya bazen, işte öyle.

sinan-3

Kırlangıç Dönümü elime geçtiğinde, daha kapağını açmadan, o burukluk buhar olup gitmişti bile. Beklenen bir dosta kavuşmak, gözünü yollarda bırakan mektubun nihayet gelmesi ya da memleketten gelen kolinin eve girmesi gibi. Hemen açmadım kapağı; Lokum’u gezdirdim, dönerken Tekel’den iki bira aldım (kahveyle gitmeyeceğini tahmin etmiştim), duş aldım; ardından Vivaldi Spring Waltz eşliğinde çevirdim kitabın kapağını.

“Başını kaldırıp göğe baktı. Gökyüzü pürüzsüz mavi bir bilye gibi berraktı. Ayın geceden kalma şaşkın yüzü yavaş yavaş siliniyor, güneş görünmez bir çengelle ağır ağır yukarıya çekiliyordu.”

Kafamı kaldırdım kitaptan, biraz eğilip pencereden gökyüzüne baktım; ayın yüzü henüz silinmiyordu ama, o çengeli hissedebildim. Tekrar doğruldum, biramdan bir yudum aldım ve okumaya devam ettim; ardından Ali geldi. Sanki hep burada, yanımdaydı da ben yeni fark etmiştim onu. Kitaplığımı karıştırıyor, bir kitabı eline alıp sayfaları karıştırıyor, kokluyor bir şeyler mırıldanıyor, sonra onu yerine koyup başka bir kitabı eline alıyordu. Ses etmedim, okumaya devam ettim.

“O sırada bir kumrunun, gelip duvarın üstüne konduğunu gördü Ali. Sonra gelip yanına bir tane daha kondu. Aklına kumruların eşleri ölünce kendileri de ölene kadar başka bir kumruyla çiftleşmedikleri geldi.”

Öyle mi gerçekten Ali, dedim. İçine gömüldüğü kitaptan kaldırdı kafasını, bana baktı, daha doğrusu benim olduğum tarafa, sonra tekrar kitaba eğildi.

“Sertçe yüzüne vuran rüzgarı kısa nefeslerle yutuyor, her adımında biraz daha hafifliyor, sanki yere değil de havada asılı duran bir merdivene basar gibi gökyüzüne doğru çıkıyordu. Ali koşarak aşktan kaçacağını sanıyordu.”

O gece epey dertleştik Ali’yle. Daha doğrusu ben anlattım, o dinledi, pek yorum yapmadı. Ben ağladım, o Lokum’la oynadı; ben öfkelendim, o pencereden gökyüzüne baktı. Kitabı bitiremedim o gece, sona doğru yaklaşmışken bıraktım. Hemen bitsin istemedim, ertesi gün eve geldiğimde, aynı heyecan ve ritüelle devam etmek, Ali’yle tekrar zaman geçirmek istedim…

Bu yazıyı yazmak için de epey bekledim diyebilirim, cümleler günlerce kafamda dolanıp durdu ama, bir itki gerekiyordu onların kağıda dökülmesi için. O itki, aşkın içimde havalandırdığı kuşların kanatlarıyla geldi bir gün…

“Aşk birdenbire, güneşin altında parıldayarak, yüzlerce tesadüfün gizemli uyumuyla kapıdan içeri girdi.”

Kırlangıç Dönümü, Sinan Sülün’ün her zaman yaptığı gibi, beni bana anlattı 257 sayfa boyunca. Kah Ali oldum, kah Verda; kah Kültür Merkezi’nde ders verdim, kah bir sivil tarafından takip edildim… İncelikli, naif, vurucu, sarsıcı bir metindi. Hem farklı olandan korkmamaya, hem sıradanlığın sahiciliğine dair iyileştirici bir romandı…

Farklı bir şey anlatmıyor Kırlangıç Dönümü, sıfırdan bir dünya, bilmediğimiz karakterler yaratmıyor. Ama belki ilk kez anlatılıyor bildiklerimiz, gördüklerimiz, yaşadıklarımız bu kadar iyileştirici şekilde…

İçe bir yolculuk, aynanın öte yüzünden bir bakış, kaçarken geride bıraktıklarımızla bir yüzleşme Kırlangıç Dönümü.

 

  • Kırlangıç Dönümü
  • Yazan: Sinan Sülün
  • Yayınevi: İletişim Yayınları
  • Sayfa Sayısı: 257
  • Baskı yılı: 2015

*Yazı Kültür Mafyası ile eşgüdümlü yayınlanmaktadır…

Turgay Özçelik
Takip Edin
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Aşkın Liberal Hali

Read Next

Eşitlikçi bir ütopyanın iki tekerli kapısı: Bisiklet Öyküleri

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *