Konusuna yabancı olmasak da, karakterleri, oluşturduğu yer yer eğlenceli ve yer yer kara mizahi dili ve atmosferi ile McEwan kendine has üslubunu koruduğunu söyleyebiliriz. Fındık Kabuğu, her şekilde kendini okutabilen bir roman…
Ian McEwan bir önceki romanı, kaliteli metinler takip edenler için heyecan verici bir roman olarak yerini almıştı. “Çocuk Yasası” hem konusu itibariyle hem de kurgusuyla ve bunların yanında kullandığı dille edebiyat dünyasına kaliteli bir eser olarak kendine yer edinmişti. Sonda söylemem gerekeni başta söylemek istiyorum: Yazar bu romanıyla da edebiyat dünyasında üst tabakada yerini korudu ve eleştirmenlerin takdirini kazandı. Konu itibarı ile Hamlet ile benzerlik taşıdığını söyleyebiliriz. Ama yetkinlik veya atmosfer olarak karşılaştırmak çokta doğru olmasa gerek. Burada okuyucular bir aldatma olayını anlatan roman ile karşı karşıyalar. Belki de en ilginç tarafı bu romanın başkahramanının bir fetüs olmasıdır. Yani tüm olayları biz fetüsün ağzında dinliyoruz.
“İşte buradayım, bir kadının içinde, baş aşağı duruyorum. Kollarımı sabırla kavuşturmuş bekliyorum, bekliyorum ve kimin içinde olduğumu, ne için orada bulunduğumu merak ediyorum. (…) Şimdi, baş aşağı dönmüşken, kımıldayabileceğim birkaç santim boşluk bile olmadan, dizlerim karnıma bastırılmışken, düşüncelerim de meşgul kafam da dolu… Başka seçeneğim yok, kulağım bütün gün ve bütün gece o kanlı duvarlara yapışık. Dinliyorum, içimden notlar tutuyorum ve kaygılanıyorum. Amansız niyetler güden yastık sohbetleri duyuyorum ve beni bekleyen şeyler, beni içine çekme ihtimali olan şeyler dehşete düşürüyor beni.”
Bilge bir başkahraman
Bu sözlerin sahibi yukarıda bahsettiğimiz fetüsün ağzından çıkan sözler. Bu cümlelerden yola çıkarak başkahramanımızın fazla bilge olduğunu düşünebiliriz. Belki de bu fazlaca bilge hali okuyucuların roman sanatı konusunda şüpheye düşürebilir ama ilerideki sayfalarda bunun açıklamasını da okuyacaklardır. Yukarıda da dediğimiz gibi aldatma olayını anlatan bir romanla karşı karşıyayız. Fetüsün annesi Trudy babasını yani John’u amcası Claude ile aldatmasının hikâyesini okurken polisiye romanlarındaki atmosferden eksik kalmayacak bir atmosferin içerisine buluyoruz kendimizi. John işlerinde pek başarılı olmayan bir yayıncıdır. Saf duygularla karısını sever ve karısına sadık biridir. Amcası Claude babasına göre daha başarılı ve ne istediğini bilen, inşaat işleriyle uğraşan sevimsiz bir tip. Trudy güzel ve alımlı bir kadındır ve Claude aşıktır. Claude’nin asıl amacını çok sonradan öğrenir öğrenmesine ama iş işten geçmiştir.
Trudy ve Claude planlarını devreye sokar ve John’u öldürürler. Romandaki bir cinayetin planlama sürecine ve en sonunda ölümle biten hazin bir sona şahit olmak heyecan verdiği kadar buruk bir tat bırakır okuyucuda… Bunu öncesinde Jhon’un bu ilişkiden başından beri haberdar olduğunu ve Trudy’i kıskandırmak için başka bir kadınla eve geldiğini, zaman zaman Trudy’i kıskandırmaya çalıştığını, cinayet olayını da bu şekilde hızlandırdığını okuyoruz. Tam da burada iyi karakter ve kötü karakterin çatışmasına şahit oluyoruz. İyilerin kazandığını pek göremesek de bu çatışmada kötülerin de kazanmaması okuyucuyu psikolojik evrede rahatlatabilir.
John’un ölümünden sonra John’un sevgilisi gibi davranan karakter her şeyi Trudy’e söyler. Onun söylemesinden sonra Trudy’un ruh halindeki değişimi görebiliyoruz. O arada polislerin olaya el atmaları ve cinayetten şüphelenmeleri romanın atmosferini iyice tırmandırır. Bu sırada ülkeyi terk etmeye çalışan iki suçlu, fetüsün annesi ve amcası daha çok hata yapar, annesi Claude’nin asıl amacını anlar ve onun kendisini bırakıp gitmesini önlemeye çalışır. Bilge kahramanımız da onlardan intikam almak için doğuma daha olmasına rağmen bir an önce dünyaya gelmeye çalışır. Ve erkenden dünyaya gelerek endişeleriyle beraber bu şekilde annesinden ve amcasından intikamını aldığını düşünür, nitekim onlar kaçmadan polisler kapıya dayanır, bir nevi amacına ulaşır.
Fındık Kabuğu; şimdiki dünyaya eleştirel yaklaşımlar
Romanın içerisinde günümüze dair teolojik, siyasi, çevresel sorunlara rastlıyoruz. Bundan yazarın bilinçli olarak yaşadığımız sorunlara gönderme yaptığını ve çok memnun olmadığını, hatanın bizden kaynaklandığını, ileriye dönük ve yeni nesil için iyi bir dünya bırakmadığımızı, bırakamadığımızdan dem vurduğunu görüyoruz. Bir nevi şimdiki dünyaya dair eleştirilerini romanında harmanlamak, aradan göz kırpmak istediğini söyleyebiliriz. Konusuna yabancı olmasak da, karakterleri, oluşturduğu yer yer eğlenceli ve yer yer kara mizahi dili ve atmosferi ile McEwan kendine has üslubunu koruduğunu söyleyebiliriz. Her şekilde kendini okutabilen bir roman…
|
- Musa’nın Uykusu - 9 Ağustos 2019
- Varoluşun İçsesi: Nefaset Lokantası - 30 Temmuz 2019
- Yürümenin Felsefesi - 6 Temmuz 2019
FACEBOOK YORUMLARI