Sessizlik Ağacında Huzur Meyveleri Yetişir mi?

Beyaz Kalp’in kahramanları da aynı Macbeth gibi, yapılan şey dillendirilmediği sürece kendi yaşamlarını sürdürmeye devam ederler.

Yaşamımızın son bir yılını gözümüzün önünden geçirince hayatımızı nasıl devam ettirdiğimize şaşırıyoruz. Bunca yaşanandan sonra sanırım belleğimizin seçiciliği devreye giriyor ve yaşanan kötülükleri unutmamızı sağlayan bir tedavi mekanizmasıyla sarmalanıyoruz. Buna eşlik eden şey ise yalanların ve sırların yardıma koşması. Yaşadıklarımızı önemsizleştirdiğimiz, söylenenlere inandığımız, belleğimizi yok saydığımız zaman dünya yaşanacak bir hale gelecek sanki. Oysa hafızamıza ihanet etmemek daha onurlu bir davranış değil mi? Bu soruya doğru yanıtı vermek bizi kurtarmıyor ne yazık ki. Söz ile eylemin arasındaki ilişki ve çelişkilerin tartışılması zorunlu hale geliyor. Sanırım edebiyat, daha doğrusu nitelikli edebiyat, bu noktada devreye giriyor. “Büyük roman” diyebileceğimiz eserler, insanlığın çelişkilerini açığa çıkardıkça değerleniyor. Bunu klasikler için de yaşadığımız dönem yayımlanan romanlar için de söyleyebiliriz. Çünkü bazı yazarlar çağ gözetmeksizin kanona eklenebilecek ya da eklenen eserler kaleme almayı başarıyorlar. Diliyle, biçimiyle, derdiyle ve kendinden önceki büyük yazarlarla-kitaplarla diyaloğuyla öne çıkan bu yazarlar ne yayımlatırsa yayımlatsınlar okurunu hayal kırıklığına uğratmayacaklarını hissettirirler. Hayal kırıklığı hissettirmemelerinin bir nedeni de kendilerine özgü tuhaflıklarını okuyucuya sezdirmeleridir. Teknik olarak mükemmel, dil açısından pürüzsüz metinler yazdıkları için değil, özgün bir edebi tavrı benimsedikleri için klasikleşecek metinler çıkar ortaya. İspanyol dilinin yaşayan en önemli yazarlarından biri olan Javier Marias, ilk kitabından bu yana okurunu hayal kırıklığına uğratmayan bir edebiyatçı olarak dikkat çekiyor. 2000’li yıllarda tüm eserleri teker teker yayımlanan Marias’ın 1992’de tamamladığı Beyaz Kalp, yazarın başyapıtı olarak adlandırabileceğimiz üçlemesi Yarın Ki Yüzün’ü önceleyen ve edebi tavrını netleştirmeye başladığı önemli bir roman. Eser, aynı zamanda yaşanan ile dillendirilen arasındaki gerilimi çok iyi yansıttığı için de okuyucunun dikkatini çekmeyi hak ediyor.

Shakespeare Etkisi

Beyaz Kalp, Javier Marias’ın kitap isimlerini Shakespeare alıntılarından seçme alışkanlığını sürdürdüğü bir kitap. Kitabın girişinde romana isim veren epigrafla karşılaşıyoruz: “Ellerim senin renginde; ama bu kadar beyaz bir kalp taşımaktan utanıyorum.” Marias’ın Macbeth’te yaptığı bu gönderme tesadüfi değil. Epigrafa kitabın, anlatıcının hiç tanımadığı teyzesinin kendini öldürmesiyle açılışı eşlik ediyor. Aile içinde konuşulması neredeyse yasaklanmış, ailenin küçük sırrı haline gelmiş bu ölüm, kahramanımız Juan’ın tesadüfen dikkatini çeker. Aynı zamanda babası Ranz’ın eski karısı da olan Teresa, balayından döndükten kısa süre sonra neden intihar etmiştir? Bu konu konuşulmadığı sürece hayat akıp gitmiş, kimse de yaşadıklarının bir sır perdesiyle lekelendiğini hissetmemiştir. Juan, bu ölüm üzerine düşündükçe, kendi hayatındaki küçük sırlara ve bu sırların yaratabileceği kötülüklere odaklanarak, muammayı çözmeye çalışır.

Macbeth’e yapılan gönderme bu noktada önem kazanır. Macbeth Kral Duncan’ı öldürdükten sonra ünlü sözleri söyler: “Yaptığımı bilmektense kendimi bilmemeyi tercih ederim.” Kendini bilmekten vazgeçiş klasik trajedi kahramanının yazgısıdır. Kendini aşan aşkın güçlerin elinde oyuncak olan trajedi kahramanı hem masum hem suçludur. Masumdur, çünkü sadece tanrıların kendine çizdiği yazgıyı takip etmiştir. Suçludur, çünkü kendi öz-bilinciyle tanrıların çizdiği yazgıyı reddetme sorumluluğunu gösterememiştir. Macbeth ise klasik trajedi kahramanından farklı olarak kendini aklama çabası olarak aşkın güçlerin arkasına sığınmaz. Yaptıklarının farkındadır ama kendini bilmemeyi tercih ederek yaşadıklarına tanık olma sorumluluğundan kaçmak ister. Buna karşın Lady Macbeth, tüm oyun boyunca bu yaşananları tüm açıklığıyla kabul eden bir karakterdir. Ta ki sırlar ve kötülükler taşıyamayacağı kadar büyük olana kadar.

“Konuşulanın” Korkutuculuğu

Beyaz Kalp’in kahramanları da aynı Macbeth gibi, yapılan şey dillendirilmediği sürece kendi yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Ne var ki artık trajedi kahramanı olamayacakları bir dönemde yaşamaktadırlar. Modern dünyanın kötülükleri ne yazgıyla ne de uhrevi güçlerle açıklanabilir. Kötülüğü besleyen şey, bireyin hırslarıdır. Marias, geçmişte yaşananlar ile Juan’ın şimdisi arasındaki kopukluklar üzerinden insanın yaşamını nasıl devam ettirdiğini tartıştırır. Yaşananların ya da yapılanların hızla unutulması bir tedavi biçimidir. Görmezden gelme, hatırlamama, hayatın akışı içerisinde önemsememe insanı bir fanusun içine yerleştirir. Geçmişte yaşanan olaylar yaşamımızı biçimlendirir Juan’a göre ama “en silinmez şeylerin bile bir ömrü vardır.” Hatta Juan ‘a göre kimi zaman gerçeklik duygusu yitirilir ve belleksizlik hegemonyasını ilan eder: “Bazen olanların hiçbirinin olmadığı duygusuna kapılıyorum, çünkü hiçbir şey kesintisiz olmuyor, hiçbir şey sürekli değil, sürüp gitmiyor, hiç durmadan hatırlanamıyor ve var olanların en rutinine en sıradanına kadar her şey görünüşteki tekrarında kendisini reddediyor, “hiç kimse önceden olduğu şey ya da kişi değildir” dedirtene kadar kendisinden vazgeçiyor ve dünya söylenmeyeni, olmayanı, bilinmeyeni ve kanıtlanamayanı bilen, gören, duyan belleksizlerin itmesiyle belli belirsiz dönmeye devam ediyor.” Dünyanın belleksizlerin itmesiyle dönmesini engelleyen şey ise sırların açığa çıkmasıdır. Sırlar, dillendirilerek unutulmuş ya da konuşulmayanı açığa çıkaracak ve modern insanın kendi için yarattığı fanusu parçalayacaktır.

Marias, bu noktada dilin, daha doğrusu konuşulanın gücü üstünde durur. Üstü örtülen, hatırlanması istenmeyen şeyleri ortalığa saçan şey dildir: “Kulağımıza bir şeyler fısıldayan dil de öpülmek istemiyor görünen birini ikna eden ilk öpücük gibidir; bazen direnişi kıran ne gözlerdir, ne parmaklar, ne de dudaklar; sadece dildir, boşluk kollayıp savunmasız bırakan, fısıldayıp öpen, neredeyse zorlayan. En tehlikelisi dinlemektir, bilmek, öğrenmek, haberdar olmak; kulakların da tıpkı gözler gibi istendiğinde telaffuz edilen şeye hemen kapatılabilen kapakları olmalıydı; söylenmekte olanı dinlemekten kaçınılamaz, hep fazlasıyla geç kalınmış olur. Burada gerçek bir çelişki ile karşı karşıya kalır okuyucu: yalanın içinde, sırlarla sarmalanarak mı; gerçeklerin ağırlığını taşıyarak mı yaşanmalıdır? Marias dolaylı yoldan Schopenhauer’la da polemiğe girerek, okuyucuya bir soru daha sorar: “Sessizlik ağacında huzur meyveleri yetişir mi?” Beyaz Kalp, bu soruların ucunu açık bırakıp, okurla  diyaloğunu canlı tutan bir metine dönüşür böylece.

“Orantılardaki Tuhaflık”

Romanın devamında, Juan’ın bellek, unutma, kendini koruma hakkında düşünceleri üzerinden Macbeth ile diyaloğunu sürdürerek romanının sınırlarını genişletmesini takip ediyoruz. Beyaz Kalp’in edebi gücü de bu sınırlar genişlerken hissediliyor. Çünkü Marias, konuyu tartıştırırken yan yollara saptığını düşündürtmeyi seven bir yazar. Teyzenin ölümünden sonra günümüze, balayı için gidilen Küba’ya dair bir hikâyeye atlıyor Marias’ın ben-anlatıcısı. Roman da kimi zaman geçmişe kimi zaman şimdiye atlayarak ilerlemeye devam ediyor. Kitap ilerledikçe anlatılar hikâyelerin çerçeve öykü tekniğiyle yazıldığı hissi oluşmaya başlıyor okurda. Ama çerçeve öykü tekniğindeki ucu açıklık Marias’ın anlatısında karşımıza çıkmıyor. Tüm yan hikâyeler aslında ana hikâyeyi besleyen birer pınar. Hiçbir öykü kendi bağımsızlığını ilan edemiyor.

Marias’ın Shakespeare tutkusuna eşlik eden biçimsel tercihi kimi eleştirmenlerin “Proustyan” bulduğu, benim “19. yüzyılın mirasını takip” şeklinde tanımladığım bir anlatım biçimi olmuştur. Uzun cümle ve paragraflar, cümlelere eşlik eden dozunda bir ironi ve mizah, en sonu merkezi temayı ıskalamayan çerçeve öykülerle sarılı bir yapı… Beyaz Kalp’te de Marias’ın bu tercihinin etkilerini görüyoruz. Bu tercih ister istemez okuyucusunu sürekli konsantre olmaya çağıran, sürekli düşünüp, kurulan bağlantıları atlamamasını isteyen bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu hatırlatıyor. Uzun cümle ve paragrafların okuru yoracağı ve metinden uzaklaştıracağı ön yargısını kıran bir anlatımı var Marias’ın. Hem bu kadar çok şey talep edip hem de bu kadar sürükleyici olmayı başarması Marias’ın tuhaflığının anahtarı. Edgar Allan Poe, Ligeia öyküsünde Bacon’dan bir alıntı yapar: “Bacon, güzelliğin biçim ve cinslerinden söz ederken, pek yerinde olarak, ‘Orantılarında bir tuhaflık bulunmayan mükemmel güzellik yoktur’ der”. Poe’yu ilgilendiren tuhaflık aslında büyük edebi eserlerin de sırrıdır. Beyaz Kalp de hikâye derinleştikçe dağıldığını hissettirmesi, fazladan anlatıldığını düşündüğümüz bölümlerin ustaca birbirine bağlanmasıyla orantılarında tuhaflık barındırmayı başarıyor. Okura ise çağdaş bir klasik okumanın keyfi kalıyor.

  • Beyaz Kalp
  • Yazar: Javier Marias
  • Çeviri: Bülent Kale
  • Türü: Roman
  • Basım Tarihi: 2016
  • Sayfa Sayısı: 249 Sayfa
  • Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları

 

Doğuş Sarpkaya
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Günümüzü Okuyabilmek İçin, Kitle Psikolojisi – Sigmund Freud

Read Next

Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *