
Ahmet Mithat, “Sayyâdâne Bir Cevalân”da 1892 yılındaki Marmara kıyılarını, avcılığı anlatıyor. Gelin de kıskanmayın 100 yıl öncesini… Daha dün gibi ama ne çok şey değişmiş…
Gelişen teknolojiyle birlikte yaşamsal hemen her şeyi evden, bilgisayarımızın başından hiç kalkmadan yapabiliyoruz. Buna sağlığımız da dâhil. Sadece gezip görme, görerek bilme hariç. Gezi de yaşamsal bir gereksinim aslında, sadece görmüyorsunuz, öğreniyorsunuz da beraberinde… Öğrendikleriniz sizi geleceğe taşıyacak önemli köşe taşları olacaktır.
Gel gör ki neler değişti…
Adnan Yücel’in, Soframdaki Kaval Sesi’nde yer alan
“Gör ki neler değişti yaşamda
Ben’i bizde
Biz’i bende yaşıyoruz şimdi
Ekmekse bir çıkında
Yemekse bir tavada
Eller aynı ellerimiz
Canlar aynı canlarımız
Harcı birlikte karar
Betonu birlikte sular kanımız”
dizeleri bırakmadı beni Ahmet Mithat’ın “İstanbul Çevresinde Bir Av Gezintisi”. Bir taraftan yüzyıl öncesinin İstanbul’unu okuyorum, bir taraftan da bu günün İstanbul’unu yaşıyorum. Biz -şairin dediği gibi- aynı mıyız, bilmem ama her şeyin çok, çoktan da çok değiştiğini kabul etmeliyiz. Bu değişimin iyiye doğru mu, yoksa geriye doğru mu olduğuna siz okuyunca karar verin.
Öykü gibi gezi anlatımı…
Kitabın hemen başında, dilini de sadeleştirerek (günümüze uyarlayarak diyebiliriz) yayına hazırlayan Suat Batur’un Ahmet Mithat’ı anlatan bir yazısı var. Müthiş çalışkan ve üretken bir yazarmış Ahmet Mithat (1844-1912); romanlar, öyküler, oyunlar, makaleler, çeviriler ile hayatın doğrudan kendisi içinden yazdıklarını ‘diğerleri’ başlığı altında toplayabileceğimiz 100’ü aşkın yapıtın sahibi. Anlatı geleneğinden romana gidişin izlerini görüyoruz ağırlıklı.
“Üstelik tek şeyin yalnız iyi, güzel ya da yalnız fena, zararlı yanlarını görmek, insanı gerçeğe ermiş bilge yapamaz. İyilikler, zararlar her şeyde doğal ve zorunlu olduğu için, bilgenin dikkatinin gerçeğin bu derinliklerine ulaşması, onun şanındandır” tanımlamasından da anlıyoruz ki titiz bir yazar, ayrıntıları kaçırmıyor, dahası üzerine gidiyor…
Esası eğlenceye dair…
İster denizde olsun ister karada geziye, yarışa, avlanmaya, yani “esası vücutça idman, zihince istirahati sağlayacak eğlencelere dair” yazıların Avrupa’nın büyük gazetelerinde de okunduğunu söylediği ve bir örneğini yazdığı bu gezi anılarında, Beykoz’dan Gebze’ye kadar süren bir hafta sonu kaçamağını anlatıyor. İzzet Paşa’nın “Keyfim” adlı kotrasıyla, Müfit Paşa, Nahit ve Eşref beylerle çıktıkları üç günlük gezi; bir yanıyla rüzgarla savaşım, bir yanıyla kırsalda yürüyüş ve becerilemeyen avcılık, bir yanıyla da hafif ama lezzetli yemek öyküsü…
Yazarın, “Şu kotra ile bir tarih incelemesine çıkmış değiliz. Şu satırları da bir tarih olmak üzere yazmıyoruz. Onun en tatlısı bu tarihin hoş olayları insanın hafızasında yerleşmiş bulunmalı da şuralardan geçerken bu hatıralar kendi kendisine canlanarak şunun şurasının burasının gözlere getirdiği letafetle o hatıraların zihne verdiği letafetle o hatıraların zihne verdiği letafet birleşerek insana sevinçten ‘Aman neler oluyorum neler!’ dedirtmeli.” (s. 47) sözleriyle tanımladığı Kız Kulesi açıklarından başlayıp Gebze’ye uzanan tekne gezisinde, aradan geçen 100 yılda nelerin değiştiğini düşünmeden edemiyorsunuz. Bugün çok daha kısa sürede kat edebileceğiniz o yolda yaşananlar, gemicilikle ilgili bilgiler, rüzgar tanımları, harita okuma gibi kazancınız oluyorsa da, bomboş tepeleri görme hayaliniz kursağınızda kalıyor. Kırları, dereleri hatta salçaya katılan toprağı da öğreniyorsunuz da beton yığınlarının arasında “tabiat”ı görememenin haklı hüznünü yaşıyorsunuz. Aaa, bir de Türk edebiyatındaki ilk çeviri roman özelliği taşıyan kitabı ve yazarını da öğreniyorsunuz (yok, söylemeyeyim, okuyun bunun yanında daha çok ilginç bilgi de süzeceksiniz… gerçekten).
Nûrun alâ nûr
Daha iyi, daha güzel anlamına gelen bu tanımı Ahmet Mithat, avcılığını beğendiği İzzet Paşa için kullanıyor, ama bana kalırsa doğanın uyanışı, açık hava ve iyi insan ilişkilerini içeriyor aynı zamanda. Avcılıkla ilgili “Aczini, kusurunu, kabahatini gizlememek, itiraf edebilmek temizliği insanlar arasında nimetlerden midir?” sorusu, aslında bugün tam da taciz, tecavüzü gizlemeye çalışan; hatta basın özgürlüğü ile barış çağrısı yaptıkları için tutuklanan akademisyenlerin sesini kısmaya çalışan siyasi erki hatırlatıyor. Bilmem siz ne dersiniz?
- Sayyâdâne Bir Cevalân
- İstanbul Çevresinde Bir Av Gezintisi
- Yazar: Ahmet Mithat
- Sadeleştiren: Suat Batur
- Tekin Yayınevi
- 133 Sayfa
- Şubat 2016
- Hayata bir de bu “pencere”den bak!… - 9 Nisan 2020
- BİTMEYEN AŞK: İSTANBUL - 7 Aralık 2019
- Türkiye’nin Çilingir Sofrası: Rakı Gastronomisi - 3 Aralık 2019