Ahmet Ümit, Elveda Güzel Vatanım ile sadece tarih romanı yazmamış; inkılapçıları, devrimcileri ve onların tarihlerini anlatmış: sevinç, acı ve umutlarından…
Merhaba Sevgili Ahmet Ümit,
İnsan olduğumuzu anlattığın için teşekkür ederek başlamak isterim mektubuma, evet biz de insanız! Acılarımız, tereddütlerimiz, pişmanlıklarımız var tüm diğer insanlar gibi… Kararlıyız, dönmeyiz yolumuzdan ama geride bıraktıklarımız da var! Geride bırakamadıklarımız da bizim… Olmaya çalıştığımız kadar geride bıraktıklarımızız, kim nasıl inkâr edebilir? Ama görmezden geldiler yüzyıllardır, taştan olduğumuz, tunçtan olduğumuz söylendi, doğru değil!
Hep onların acılarını anlattılar, bizimkini değil. Sağ ol! Sen bize ses oldun.
Vatan uğruna, halk uğruna, inkılap uğruna, devrim uğruna vaz geçtik biz hayatlarımızdan! Ama bizi uzaktaki yavuklumuzla, gözleri yaşlı kapıyı gözleyen anamızla ve yokluğumuzdan –çoğunlukla davamıza düşman olan kızımızla-oğlumuzla anlattılar, onların acılarıyla anlattılar, daha doğrusu gömdüler bizi derinlere… Ama sen, bizim ne çektiğimizi anlattın. Sami değilim ama anlattığın benim hikâyemdir, Ester’imin değil! Benim acıma saygı gösterdin ve en büyüğünü ortaya serdin! Teşekkür ederim, bizi bizim görümüzden anlattığın için…
Bizim hayıflanmamız kaçırdıklarımıza dair, yaptıklarımıza dair değil! Biz mücadele ettik, etmese miydik? Onurumuzla, aklımızla ve insanlık adına bazen kardeşlik için de ama hep adalet için ve asıl eşitlik ve özgürlük için savaştık!
Tabii ki yendiğimiz kadar yenildik de! Ve aslında biliyorduk yendiğimizde de yenildiğimizi; tarih bu…
Elveda güzel vatanım, dedirttin bize, en büyük korkumuzu, yaşayabileceğimiz en büyük acıyla yüzleştirdin! Biz o vatan için yaptık ne yaptıysak… Kendimizden, gençliğimizden, sevdamızdan vazgeçtik; ister ideallerimiz uğruna de, ister heveslerimiz, biz bu ülkeyi, bu halkı, bu insanları biz çok sevdik…
O kırmızı kapak, bugünlerde kentin her yerinde batıyor gözümüzden yüreğimize, içimizi acıtıyor! Devam et, canımızın nasıl yandığını göster herkese, okusunlar, anlat onlara, anlat!
Ve hatırlat, bir kez daha gelirsek bu dünyaya yine, yine yaparız aynısını, yalan mı? Çünkü gerisi teferruattır! Ama devlet adına değil, halk adına! Kul için değil birey için. Egemen namına değil ezilen namına…
Kabul, Cemiyet’ten bu yana tüm devrimciler halk adına yeri geldiğinde halka rağmen vuruştular egemenlerle; halklarının yanında olmanın yegâne koşuluydu bu, hâlâ da öyle… İster meşrutiyet, ister hürriyet, ister sosyalizm peşinde koşalım, Ester içindi de diyemeyeceğim çarpıtmış olurum ama çok iyi biliyorsun ki senin içindi üstadım! Çünkü yensek de yenilsek de –yenilmenin bin türlü yüzü var, yazmışsın, çürümek mesela- attığımız kurşunla vurulsak da, hep senin içindi… Hayır, tarihi biz yazdık demiyorum ama bizsiz tarih yazılamazdı, yazılamadı, yazmazdın! Tarihi bizim de içinde olduğumuz mücadele yazdı; şimdi de sen yazdın… Bugüne kadar hep arka plandaydı tarih, şimdi tarih oldu anlattığın.
Ama unutma, unutturma; Deniz, Şehsuvar Sami’nin torunu değilse kimdir ve Berkin’i korumak için değil miydi yaptıklarının hepsi? Daha da çok şey yapılacak var belli ki… Hele hele kitabı atfettiğin barış savunucularının Elveda güzel Vatanım, dediğini hissederken…
Anlattığın Cemiyet, modern zamanlarda, bu topraklardan çıkan ilk ilerici örgüt sayılabilir kendi tarihselliği içinde, ilk devrimci siyasal özne… İlk ve iktidarı ele geçirmeyi de başaran bu biricik “ilerici” güç, aynı zamanda ne kadar genç, Genç Osmanlı’dan daha olmuş değil, daha köklü değil, daha deneyimli değil… Derin değil, ufku evet, devletin derinliği ile sınırlı… Bir despottan devralınca iktidarı, bulunca kucağında ya da mücadeleyle kazanınca diyelim o kadar da haksızlık etmeyelim, nasıl dönüşmesin zıddına? Dinsizin hakkından imansız gelir değil, Osmanlı’nın iktidarı, Osmanlı’nın dünyası, yapısı, tarihi, ölçeği, her şeyi bu dünya imparatorluğunun nasıl da kolayca dönüştürüverir, idealistleri ve bir kıyım makinasına çevirir! Tıpkı yazdığın gibi…
Ama tarihin belli bir uğrağında, Balkanlar’dan İstanbul’a bir devrim hüküm sürmektedir… Bilmediğimiz bir devrim bu, okullarda öğretilmeyen, tarih kitaplarının utangaç sayfalarında kaybolmuş… Yaptığımız ama hep mesafeli durduğumuz bir devrim… İstanbul’da devrim ve iç savaşa, neden burjuva devrimimize bu kadar inkârcı yaklaştığımızı –gericisi ile resmi tarihçisi ile devrimcisi ile- Ahmet Ümit’in bu romanı vesilesi ile fark ediyoruz. Milli demokratik devrim (MDD), sosyalist devrim (SD) tartışmalarının anlamsızlaştığı için önemsizleştiği bir çağdan bakınca cehaletimize hayıflanıyoruz. Belli ki öğretmenliğe soyunmuşsun en azından bilmediğimize ekmişin kitabı, şimdi hızla serpiliyor…
Yani, kurguyu, romanı geri çekmişsin iyice ve hep kaçtığımız tarih dersini sevdiriyorsun okuruna, bizi bizim dışımıza anlatıyorsun bizim ağzımızdan… Sonunu merak etmeden bilmediğim tarihimin peşinden sürüklenerek okuyorum kitabı.
- Elveda Güzel Vatanım
- Yazar: Ahmet Ümit
- Yayınevi: Everest Yayınları
- Sayfa Sayısı: 560
- Baskı Yılı: 2015
- Aysel Sağır: “Toplumsal hafızanın kör kuyularına atıldılar” - 15 Nisan 2018
- Din ile Bilim arasında Dan Brown ve Başlangıç - 5 Aralık 2017
- Kaan Arslanoğlu’na Açık Mektup - 2 Mart 2017
FACEBOOK YORUMLARI