Arapları Anlama Kılavuzu; Arap Milliyetçiliği

Bu kitabı okuduktan sonra, öğreneceğimiz onca şey olacaktır. Bu doğrultuda, güncel “Suriyeliler” konusunda da oldukça aydınlanmış olacağız.

Acaba başlıkta, “Arapları” yerine “Arap halklarını” anlama kılavuzu olarak mı bir seçim yapmalıydık? Bu sorunun yanıtı ne yazık ki bu kitapta tam olarak yer almıyor! Bu kitapta bu sorunun dışında, güncel olsun genel olsun ve hatta akademik ya da politik olsun, pek çok sorunun yanıtı yer alıyor. En çok yanıta, sıklıkla kullandığımız “İslam âlemi” konusunda ulaşıyoruz. Yanıtların yanında, sorunun kimi yönlerini yeni öğrenip, kim soruları da sormayı akla getirebiliyoruz. Ayrıca, öğrendiğimiz yanıtlardan ve son yüz yıllık tarihsel süreçten sonra, “İslam âlemi” konusunda ne yazık ki derin bir karamsarlığa düşüyoruz. Karamsarlık kötüdür, ama bu karamsarlığın iyi tarafı, aydınlatıcı ve yaratıcı bir karamsarlık olmasında. Çünkü, “Araplarla” ve ayrıca tüm insanlıkla kardeşlik kurmanın ne denli zorunlu ve gerekli olduğu, kitapta görünmez bir alt metin olarak ayrıca okunuyor.

Kitabın özgün adı, “Arab Nationalizm In The Twentieth Century” iken, Türkçe dilindeki yayımında Literatür Yayıncılık “Arap Milliyetçiliği- Zaferden Umutsuzluğa” başlığını uygun görmüş. Kitabın Türkçe dilindeki metinde yer alan “Zaferden Umutsuzluğa” alt başlığı, kitabın sonunda katilin uşak olduğunu açık eden bir içeriğe sahip. Bu sonucu günümüzde her gün ve her gün yaşadığımız için, metinde sonundaki sırrın açık edilmesi pek sorun yaratmıyor. Yani, Orta Doğunun ezici çoğunluğu arasında çok tartışmalı olan aidiyet/aidiyetler sorunun ve bu sorunun merkezinde yaşanan her günkü acılar…Sonuçta, özgün metinde olmamakla birlikte, kullanılan alt başlık  kitabın sistematiğine uygun bir nitelemeyi gösteriyor.

Her gün yaşadığımız derken, hemen günümüzdeki “Suriyeliler” sorunu da akla gelebilir. Gelmediyse bile, artık bu sorun akla gelmeli. Bu konuda en aklı başında olanların bile ağır bir ötekileştirme içine düşebildiğine tanık oluyoruz. Ülkemizdeki milyonlarca Arab’ın niçin ülkemize geldiğini, niçin kendi ülkelerini/vatanlarını kurtarmak için savaşmadıklarını sorup duruyoruz. Suriye’de kime karşı ve kiminle birlik olarak savaşmalarını istiyoruz? IŞİD, ÖSO, Rejim, ABD, Rusya, İran…?

Dip dibe, yan yana olduğumuz, hani nerdeyse etle tırnak gibi sayılabileceğimiz kesimlerle, bu toprakların tarihini, son yüzyılda yaşananları çok bilmediğimiz için bol keseden konuşmak doğru gibi geliyor.

Arap topraklarında yaşanan ve her biri ait olduğu zamanda binlerce hatta yüz binlerce cana ve acıya neden olduğu asimetrik çatışma dönemleri hakkında hemen hemen hiç bilgimiz yok denebilir. Bölgenin ülkesel sınırlarını emperyalizmin cetvelle çizdiğini, tarihsel, kültürel özelliklere göre değil, emperyal çıkarların gözetilerek devletler ve devletçikler oluşturulduğunu ilk çırpıda söyleriz. O halde, ülkesi için savaşmadığını iddia ettiğimiz Suriyeli, hangi ülke veya hangi sınırlar için silaha sarılacak? Ve kime karşı? Arapların milliyetçilik geçmişinde ortaya çıkan “Vataniye- Kavmiye- İslamiye“ ana (s.112) akımları/yaklaşımları bu kitaptan okuduğumuzda, kolay soruların yanıtlarının çok kolay olmadığı anlaşılıyor. 

Tarihi çatlaklar

Yakıcı sorunların yaşandığı her coğrafya için farklı nitelemeler yapılabilir. Orta Doğu için yapılacak anlaşılır ve açıklayıcı niteliklerden biri, bölgenin sürekli bir yapay ya da gerçek çatlaklar süreci yaşamış olmasıdır. Bu süreç tarihsel bir hal aldığı için, artık bölge tarihi çatlaklardan oluşmuş/oluşturulmuş, çok çatışmalı bir istikrarsızlık laboratuarına dönmüş durumda. Bu laboratuarda deney fareleri yok. Bunun yerine, halklar, kavimler, aşiretler ve dinler üzerinden sayısız çatışma ve bunların sonucunda ortaya çıkan çatlaklara tanık olunuyor. Bu denli tarihi çatlaklarla dolu coğrafi ve tarihsel zeminde Arap halkı/halkları ilerleme olanağı bulamıyor. Orta Doğu patinajı bu anlamda dünya hegemonyasının elinde sürekli bir oyun alanı halinde.

Bu karmaşık ve sanki anlaşılmaz gibi duran sosyo-ekonomik topografyayı kolayca anlamanın yolu elimizde; Adid Davişa’nın “Arap Milliyetçiliği kitabı…Yazar, Iraklı bir Arap ve Arap milliyetçiliği konusunda son derece yetkin. Bir yanıyla alandan gelen bilgi ve birikimi ve bir yanıyla da akademik bir nesnelliğe sahip. On bir bölüm, sekiz yüzden fazla dipnot, üç yüz dolayında kaynakça, ve incelikli bir dizin ile,  şüphesiz çok değerli bir kitap olduğu anlaşılıyor.

Çatlaklar ve tarihi süreklilik içinde, milliyetçilik ve Arap milliyetçiliği üzerine kapsamlı bir yaklaşımdan başlayarak, “1916 Büyük isyanı” (Ki, bu  “Büyük isyan” Osmanlıya karşı yapılan bir isyandır) ve sonrasındaki devletleşme, devletleştirilme süreçleri, sayısız çatışma, sayısız yaşamsal kırılma ve dönüm noktası, İsrail devletini kurulma süreci ve hemen sonrasındaki biz dizi hezimet sonuçlu –Araplar açısından- savaşlar… Her kriz ve savaş çıktığında, her çatışma döneminde , “ortak düşman” belirsizliği ve Arapların kendi aralarındaki iç hesapların belirleyici etkenlerden biri olması… Bu kapsamdaki  hesaplar, çatışmalar… Bu konudaki dilden düşürülmeyen “Araplarar arası birlik” sorununun nasıl da zor olduğu, bir yanıyla bu sorunun bilinçli olarak yaratıldığı, bu yaratıma da Arap egemenlerinin balıklama daldığı…

Yine bir Cumhuriyet değinisi

1923’te Cumhuriyet ile birlikte, Arap ülkelerine yabancılaşıldığı, yüz verilmediği, bilinçli bir biçimde Arap-İslam olandan uzaklaşıldığı… gibi “tevatürler” kesin ve mutlak doğrular gibi, politik arenaya çokça boca ediliyor son zamanlarda. Bu bir yönüyle Müslüman Kardeşler kaynaklı gibi görünen ama batı imalatı bir görüştür. “Arap Milliyetçiliği” kitabı, bu anlamda, Arap dünyasının kendi içinde bile kendine “dönemediğini” öğretmesi açısında da çok önemli. Dolayısıyla dile getirilen “Araplardan bilinçli uzaklaştırma politikası” söylemlerinin tarihsel, sosyolojik ve kültürel temelinin olmadığını da anlıyoruz. Dil olarak Arapça ve din olarak İslam’ın, ortak aidiyet oluşturmasındaki yetersizliği, bu coğrafyada her gün patlayan canlı bombalardan yola çıkarak bile rahatlıkla söyleyebilriz. Arapçanın Kuran dili olarak bağlayıcılığı (s.16) saptamasına karşın, bu bağlayıcılığın Atlantik’ten Körfez’e uzanan Arap coğrafyasında son yüz yıldaki sorunları hiç azaltmaması karşımızda bir soru ve sorun olarak durmaktadır.  Bu açıdan, Türkiye’nin 1923’den sonra yaptığı bir Arap düşmanlığı-ötekileştirmesi değil, kendi içine kendi sorunlarına dönme (s.119) olarak okunmalı anlaşılmalıdır. Bu konuda 1950’lerin sonunda yaşanan ve ömrü kısa süren, Mısır ile Suriye’yi birleştiren “Birleşik Arap Cumhuriyet deneyimi bile tek başına öğretici bir kanıttır.

Zor bir kitap!

Pek çok açıdan çok ama çok zor bir kitap! Zorluk, metinde içerikten kaynaklanan bir zorluk değil. Arap Yarımadası, Araplar arası hiyerarşi ve iktidar çatışmaları, Baas, Nasırcılık, Haşimi-Suudi çatışması, Irak-Suriye-Ürdün-Filistin sorunu… Bilmenin verdiği ağır bir burukluk, ağır bir acıdan ileri gelen zorluk. Dahası,  daha önce bir yazımızda belirttiğimiz gibi, daha doğmamış çocukların cinayetlerini ve cenazelerini görmekten dolayı bir acı zorluk.

Bu kitabı okuduktan sonra, öğreneceğimiz onca şey olacaktır. Bu doğrultuda, güncel “Suriyeliler” konusunda da oldukça aydınlanmış olacağız. Ki bu da çok gerekli bir şey. Çünkü, anlaşılmıştır ki bu sorunla uzun süre zorunlu beraberliğimiz sürecek gibi gözüküyor. Kitabı bitirince Türkiye’de Suriye’de veya başka nerede yaşıyor olursa olsunlar diyebiliriz ki; a) Suriyelileri çok iyi anlayacağız, b) Onlara çık kızacağız, c) Onlara hak vereceğiz, c) Hepsi!

 

  • Arap Milliyetçiliği
  • Zaferden Umutsuzluğa
  • Yazar: Adid Davişa
  • Çeviri: Lütfi Yalçın
  • Türü: İnceleme
  • Baskı Yılı: İkinci Baskı, Aralık 2016
  • Sayfa Sayısı: 374 Sayfa
  • Yayınevi: Literatür Yayınları
Sabri Kuşkonmaz
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Nâzım’ın Leipzig’li dostu veda etti

Read Next

Bu Kitabın Tüm Geliri ALİKEV’e Bağışlanacak

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *