
İbrahim İlyaslı’nın kitabı, daha önce yayımlanmış şiirlerinden bir seçki. Bu açıdan da örnek bir toplam oluşturmakta. Kitabı Türkiye’de bulmak zor bir iş.
Bir ‘başka’ ülkeye gidiyorsunuz. Ülke dışına yolculuk olduğu için havaalanında dış hatları kullanmanız gerekiyor. Pasaport kontrolü için çıkışta “T.C. vatandaşları” yazan geçiş sıralarını kullanıyorsunuz. Uçak yolculuğu başlıyor. Uçaktaki duyurular, gidilen ülkenin diliyle ve sonrasında İngilizce olarak yapılıyor.
Uçaktan indikten sonra, varılan ülkenin giriş işlemlerine sıra geliyor. Elinizde pasaportunuz var. Vize sırası belki de dünyanın en kısa ve hızlı süresi birkaç dakika. Sizin yabancılar için ayrılan sırayı kullanmanız gerekiyor. Ancak, yabancı ülke vatandaşları sırasında bir tereddüt geçiriyorsunuz. Çünkü bir yabancı ülkeye gelmiş gibi değilsiniz. Gibisi fazla, sanki eski ülkenize, kardeşinizin evine gelmiş gibisiniz. Çünkü konuşulan dil kendi diliniz. Kendi dilinizden öte, kullanılan sözcükler yaşlı bir Yörük kadını olarak bu dünyadan göçen annenizin sözcükleri. O anne ki ne kitap bilir ne yazı. Peki, aynı sözcüklerde Hazar kıyısındaki insanların yanısıra, uzaktaki, Batı Akdeniz’de, Torosların ucunda yaşayan insanlar nasıl ortaklaşabilmiş ki? Aradakli dağlar, geçen yüzyıllar, sınır kapıları, pasaportlar dil ülkemizin sınırlarını belirleyememiş demek ki. Başka bir ülkeye yapılan yolculuk, aslında aynı ülkeye, ortak dil ülkesine yapılmış demek.
Azerbaycan’da işte böyle, annemin dili karşıladı beni. İnsanın bir yazıda kendi şiirlerinden söz etmesi biraz ayıp ama, şunu açıklamam gerek; Azerbaycanlı şair ve hekim Nazile Gültaç, yayımlanmış şiir kitaplarımdan bir seçki yaptı. Bu şiirleri Azerbaycan Türkçesine uygunlaştırdı. Çevirdi demiyorum. Zaten Nazile Gültaç da çeviri demiyor. Çünkü çeviri yabancı bir dilden yapılır. Kitabın imza günü için 11 Ekim-15 Ekim tarihleri arasında Azerbaycan’a gittim. İşte orada Hazar gibi bir deryadan daha büyük bir şiir deryasına tanık oldum. Aynı dili konuştuğumuz, aynı kadim şairlerin dilinden, şiirinden yararlandığımız bir ülkeye pasaportla girmek ayrı bir konu. Ancak bu denli dil, kültür ve tarih yakınlığı olan bir ülkeye, bu ülkenin somutluğunun ayrımına varmak, oraya gidip, yaşayıp görmeden olanaksız. Öngörüden öte bir durum var burada. Klasik olanla çağdaş olanın at başı gittiği bir şiir evreni Azerbaycan toprağı.
İlk bakışta elde edilen gözlemlerle toptancı yargılarda bulunmak elbette doğru değil. Ancak, Azerbaycan çağdaş şiirin, kendini besleyen kadim söz ve şiir geleneğiyle yaratıcı bir bağlantı içinde. Sadece şiirin kendisi için değil, eski zamanlarda var olan şiir meclisleri zamanımıza uygun olarak dönüşmüş ve etkin bir biçimde varlığını sürdürüyor. Bir yandan da, Sovyet döneminin olumlu katkısı olan yazar birlikleri de şimdiki zamana göre yeniden biçimlenmiş ve yoğun bir çalışma yalanmakta. Pek çok şehirde yer alan “Poeziya evleri” eski ile şimdi arasında kurulan köprünün, Sovyet döneminde de yıkılmamasının kanıtları.
Sovyet dönemi ve reel sosyalizmin Azerbaycan’a elbette olumsuz etkileri olmuştur. Ancak, Azerbaycan toprağında biraz daha geriye gittiğimizde, karşımıza kan, kavga, savaş ve acı yoğun bir biçimde çıkacaktır. Çünkü burası kavimler kapısı olduğu kadar bir kavga, çatışma, sürekli iktidar değişimin yaşandığı kanla yoğrulmuş bir topraktır. Cengiz Han döneminden bu tarafa şöyle bir baktığımızda, savaşın yaşanmadığı çok az bir dönem bulabiliriz.
Böylesi bir acılar toprağı aynı zamanda büyük bir kültür toprağı olmayı da başarabilmiştir. Öyle ki bu topraklarda şiir neredeyse bir din denli inanılan, saygı duyulan bir öge olagelmişitr. Bu zorlu topaklarda dil ve şiir bayrağını, Hakani Şirvani, Genceli Nizami gibi büyük üstatlar zirveye yükseltmiştir. Onlardan sonra da, Nevai, Kadı Burhaneddin, Şah İsmail Hatai, Nesimi, Fuzuli, gibi büyük şairler zinciri kopmadan varlığını sürdürmüştür. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçilirken, büyük şairler kuşağı devam etmiş, Şehriyar, Samed Vurgun, Resul Rıza, Bahtiyar Vahapzade, Hüseyin Cavid… geleneği dönüştürerek sürdürmüştür. Bu saydığımız isimler, aklımıza ilk gelenlerdir. Geride daha nicesi vardır.
İşte geçmişten günümüze uzanan bu köklü şiir geleneğinin, şiir dilinin, anamızın dili olan Türkçe’de yaşıyor olması ayrı bir güzelliktir. İnsanlık derdimizi dilimizi kullanarak; şiirle, öyküyle romanla anlatmanın yolunun açık olduğuna bir kere daha emin oluyoruz böylece. Dağlarca’nın “Türkçe, benim ses bayrağım” dizesi burada tam yerini buluyor. Dil kardeşliğini genişletip, bu kardeşlik üzerinden bir hümanizmaya ulaşmak da mümkündür. Bu coğrafyada, İran sınırları içindeki Güney Azerbaycan’daki Azeri Türkleriyle canlı bir kültürel iletişim ve etkileşim içinde olmaları da ayrı bir ilginç nokta. Bu ilişki ve iletişim biz Türkiye’de yaşayanların tahmin edemeyeceği bir yakınlık içinde olduğunu da belirtmeli. Zira, Makedonya’da bulunan Yörük köyleri ile ilgili bir belgesel çalışmamızla ilgili olarak pek çok “ilgili” kişinin “Onlar Türkçe mi konuşuyor” sorusunu duymuş olduğumuzdan, “birbirimizle” olan ilgi ve bilgi sorunsalı bağlamında bu noktayı da ayrıca belirtmek istedik.
Azerbaycan’da bulunduğum sürede çok fazla şairle tanıştım, konuştum. Onlarla kardeşlik köprüleri kurduk. Hepsini burada anmak zor. Bu şairlerden birkaçı, Ezize Agahüseyingızı, Aybeniz Aliyar, Gazanfer Masimoğlu, Nazile Gültaç, İbrahim İlyaslı… Bu şairlerden her biri, şiirlerini klasik-kadim gelenekle yeni ve çağdaş olana ulaştırmış, şiirlerini başarı ile kurmuş şairler. Her birinden şiire dair yeni ve önemli şeyler öğrendik. Bizi Azerbaycan’ın Rusya sınırına yakın bir şehri olan Kaçmaz’a götüren, saygın emektar gazeteci Azer Hasret ile, yıllardır kurguladığımız, Türkçe temelinde bir kültür, kardeşlik ve barış atmosferi yaratma düşüncesi olan “Türkçe Dil Yolu” tasarısını ayrıntılarıyla konuşma fırsatımız oldu. Farklılıkların zenginlik olduğu bilinciyle, farklılıklara karşın; bir, benzer ve aynı olan dilin, tadına, keyfine ve hatta gücüne, zenginliğine el atmak, dile el atmak gerek.
Tanışıp konuştuğumuz her bir şair çok önemli ve değerli. İşte bu şairlerden biri olan İbrahim İlyaslı Sumgayıt şehrinde yaşıyor. Şehrin “Poeziye Evi” yöneticisi. Sumgayıt, Bakü’den sonra, Azerbaycan’ın en büyük şehri. İbrahim İlyaslı’nın bir poeziya evinin yöneticisi olması şaşırtmasın. O bir bürokrat değil, tepeden tırnağa bir şair. Bazen kendi ülkemizde, kültür konulu kimi yönetim yerlerinin yöneticilerini düşününce bu uyarıyı yazmayı zorunlu gördük! İbrahim İlyaslı çağdaş bir derviş ve Azerbaycan şiirinin önemli bir temsilcisi. Daha Azerbaycan’a gitmeden, kitabının sosyal medyada yer alan tanıtımları dikkatimi çekmişti. Özellikle kitabın adı; “Şair olmak zulümdü”… İşte bu zulmü gönüllü çeken, zoru alıp bağrına basan bir şair İbrahim İlyaslı. “Benim yüküm ağırdı, dost,/ Benlen yola varamazsın./ Benim göğüm sağırdı, dost,/ Sen altında duramazsın…” diyen şair, Azebaycan toprağında yaşamış onca kadim şairin yanında, Anadolu’dan da Yunus Emre’nin sesini şimdiki zaman taşıyor. Bu haliyle çağdaş bir Yunus tadında, dervişan bir havaya sahip şiirler yazıyor. Kısacası çağdaş Azebaycan şiirinin çağdaş dervişidir İbrahim İlyaslı. Genellikle hece ölçüsünün yoğun rağbet gördüğü Azerbaycan şiirinde ve İbrahim İlyaslı’nın şiirinde, bu şiir tekniği –bizde olduğunun tersine- hiç de köhne bir tada sahip değil.
İbrahim İlyaslı’nın kitabı, daha önce yayımlanmış şiirlerinden bir seçki. Bu açıdan da örnek bir toplam oluşturmakta. Kitabı Türkiye’de bulmak zor bir iş. Ancak, bu kitaptan öte, çok yakınımızda kendi dilimizle yazılan farklı bir şiiri tanımak bizler için bir ödev olmalı. Bu uzaklığı anlamak zor. Uzağı yakın etmenin yolu da şiirden ve İbrahim İlyaslı’nın – diğer şairler de buna dahil elbet- şiirinden geçiyor.
Azerbaycan şairlerini ve İbrahim İlyaslı’yı okurken, Azebaycan’ın yakın ve uzak geçmişini de okuyoruz. Bir başka deyişle, bu toprakların şairlerini değerlendirirken, yakın ve uzak geçmişi gözardı etmemek gerekir. Örneğin, her şairin bilincinde derin acı ve hala kanayan bir yara olan Karabağ faciasını da bilmek gerekiyor: Ülkemiz açısından Balkan Savaşı travmasına benzer büyük bir travma. Gündelik hayatta bizler bu Balkan travmasını unutmuş gibi görünsek de, toplumsal bellekte hala tazedir. Çünkü, ülkemizin tarihi de bu travmaya göre biçimlenmiştir. Öyle ki Birinci Dünya Savaşı’na “apara topar” girişte de andığımız travma etkendir. Azerbaycan için Karabağ, hala gündemde/yaşayan bir travmadır. Bu açıdan her şairin şiirine yoğun bir biçimde girmesi de kaçınılmaz olmuştur. Bugünlerde Suriye’de süren savaş için “vekaletler” savaşı tanımlaması yapılmaktadır. Karabağ’da böyle bir savaş 1990’ların başında yaşanmıştır. Savaş sonrasının fiili sınırlarına bakıldığında bu savaşın nedenleri, tarafları daha iyi anlaşılmaktadır. Dileğimiz, Azerbaycan’ın, tüm bölgenin ve hatta tüm dünyanın, ve özellikle şairlerin bu travmalardan kurtulduğu koşulların yaşanmasıdır.
![]()
|
- Azerbaycan Şiiri ve Çağdaş Bir Derviş, İbrahim İlyaslı - 1 Kasım 2018
- Paslı Bir Kelime; Umut - 15 Eylül 2018
- Zor Olanı Yazmak; Kırgın Çocuklar Mevsimi - 1 Eylül 2018