
Aşkın Celladı isimli çok eskiden beri bilinen bu değerli kitap, bilinç ve bilinçdışı dengesi bozulmuş on kişinin öykülerini anlatıyor.
Güneşin son ışıkları yüzümün yarısında oynaşırken yanı başımdaki genç bir kadın sırtı güneşe dönük gizlice bebeğini emziriyor. Etrafta sesler alçalan yükselen… Tam arka masada oturan bir çift “beni anlamıyorsun” ile başlayan kavgalarını ediyorlar. Ne dediklerini duyamadığım iki kadın birbirlerine iyice yaklaşıp hararetli hararetli konuşuyorlar güneşin batışını fark etmeksizin. Ben de son okuduğum Aşkın Cellâdı’nı düşünüyorum.
Aşkın Cellâdı’nı okumak haliyle insan ilişkilerini düşünmek demektir. Şu an etrafımda gördüğüm birçok insan ve ilişkilerini. Aslında hepsi, bütün bu gördüğüm insanlar, hepsi aynı şeyi söylüyor: “Ben varım.” Dünyadan habersiz annesinin kucağında beslenirken yarı uyanık bebek dâhil. Bütün gündelik sorunlarımız, şu an benim etrafımda gördüklerim, çatışmalar, kavgalar, sevgi sözcükleri ve şu iki kadının yaptığı hararetli dert yanmalar veya dedikodu… Hepsi varoluş savaşları. Bu konuda aklımızla düzenlediklerimiz var ve bilinçdışında kaynayan karmakarışık çok derinlerdeki ilkel halimiz. Bu ikisi varoluşun dengesi. Ancak bilinç dışının karmaşası, çeşitli nedenlerle bilince çıktığında (bilinci esir aldığında diyelim) işte o zaman bir psikiyatriste gereksinim var. Bu detaylı ve özenli bilinç ve bilinç dışı bakımına da psikoterapi deniyor.
Aşkın Celladı isimli çok eskiden beri bilinen bu değerli kitap, bilinç ve bilinçdışı dengesi bozulmuş on kişinin öykülerini anlatıyor. 10 farklı öykü. Hepimizin kendine ait bir şeyler bulabileceği veya herkesin başına gelebilecek ruhsal rahatsızlıklar. Tabii ki bu ruhsal problemlere (yalnızlık, şişmanlık, korkaklık, genç kalmak, yitirdiğimiz insanlara takılı kalmak, ölümsüzlüğe kavuşmak saplantısı, anlam ve önem kazanmak vb.) bir psikoterapistin bakış açısı da ekleniyor. Psikoterapistin de hepimiz gibi bir insan olduğunu, onun da çeşitli zaaflarının ve eksiklerinin olduğunu ve kendisinin de hastasıyla birlikte geliştiğini öğreniyoruz anlatılanlardan.
Kitabın ana temalarından birisi varoluşsal yalnızlığımız. Yani varsak yalnızız. Bu dünyaya yalnız geldik yalnız gideceğiz. Gerçek bu. Ama bu gerçek insan ruhunu daraltmakta ve bazen kitaptaki öyküler gibi çıkmaza sürüklemekte. Psikoterapistin yaptığı hem kendini hem danışanını bu kabul edilemez katı gerçeğe nasıl katlanabilir ve üstesinden nasıl gelinir olması üzerine. Bir başka tanımlama ile ”varoluşsal psikoterapi” hayatımıza anlam vermemiz ve anlam vermeye çabaladığımız hayatımızla mutlu olmamıza yardım ediyor.
Kitabına Aşkın Celladı ismini vermiş yazar. Orijinal ismi de böyle. Aşka cellât olmak. Eğer aşk seni öldürüyorsa sen aşkı öldüreceksin. Yapamıyorsan psikiyatrisinden yardım almalısın. Yazarın anlattığı öyküde olduğu gibi. Şunu hemen ilave etmeliyim: anlatılan on öykü kurgu değil sadece hastaların isimleri değiştirilmiş gerçek hayatlardan alıntı. Bu kitabı daha da çekici hale getiriyor kanımca.
Irvin D. Yalom‘un bu kitabını yıllar önce okumuştum. Ama bazı kitaplar sanki hiç okunmamış gibi yeniden okunabiliyor. Çünkü siz değişmişsiniz, bu değişmişliğinizle tekrar okuyorsunuz. Yani yeni baştan. Bu nedenle yıllar önce okumuş olanlara tekrar okumalarını öneriyorum. Ön sözünü de bir defa değil iki defa okuyunuz lütfen. Çünkü muhteşem bir ön söz.
Not: Bir dahaki yazımda, bu kitap ve benzeri psikoterapi öyküleri ve psikoloji kitapları için uzman bir psikiyatrisin görüşleri ve okuma önerileri olacak.
![]()
|
- YOKSULLUĞUN DERİN HALİ: AÇLIK - 18 Mart 2021
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020