Avucumda Çimen İzi

Kitapta toplanan öyküler hayatımızın içinden karakterleri, annemizi, babamızı, teyzemizi, kısacası bizleri konu alması ve gündelik yaşantımızda gördüğümüz birçok ayrıntının aslında ne kadar derin anlamlara sahip olduğunu gösteriyor.

Eski semt pazarları, kalabalık aileler, ikindi sessizlikleri, akşam serinlikleri, sarmaşıklı duvarlar, terden kenarları ıslanmış bebek şapkaları, anneannelerin yumuşak ve büyük elleri, sokak gezmeleri, vitrin bakmaları ve başka bütün güzellikleriyle çocukken çıkılan uzun yaz tatilleri.
İçeriden gelen tanıdık sesler bana bunları hatırlattı.

Dilek Türker’in ilk öykü kitabı Avucumda Çimen İzi, geçtiğimiz günlerde Hep Kitap etiketiyle yayınlandı. Böylece yazar, edebiyat ortamına da “tanıdık” bir selam vermiş oldu. “Tanıdık” dememin nedeni, kitapta toplanan öykülerin hayatımızın içinden karakterleri, annemizi, babamızı, teyzemizi, kısacası bizleri konu alması ve gündelik yaşantımızda gördüğümüz birçok ayrıntının aslında ne kadar derin anlamlara sahip olduğunu göstermesi. Biz de okurları olarak bu güzel, samimi öyküleri, genç yazarın kendisinden dinleyelim, dedik ve kendisiyle keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

  • Öncelikle kitaplarla, edebiyatla ve daha somut olarak öykü ile ilişkiniz nasıl başladı? Sizi yazmaya yönlendiren şey ne oldu?

Yazarak kendimi ve derdimi daha iyi ifade edebiliyorum. Yazmanın hem hayatla bağımı güçlendiren, ona anlam katan bir yanı var, hem de hatırlamanın hazzını yaşatan ve yeni dünyaların hayalini kurmama olanak sağlayan yanı. Önce tuttuğum günlükler vardı, sonra mektuplar, kısa anlatılar, senaryo denemeleri derken, en sonunda içimde yer eden, anlatmaya hevesli olduğum hikayeleri en iyi dile getirebildiğim öykülerin güzel dünyasını keşfettim. Böylece öyküler yazmaya başladım.

  • Vatan Kitap’a verdiğiniz bir röportajda Yekta Kopan’ın yazarlık atölyesine katıldığınızı ve bunun öykü yazarı olmanızda önemli bir yere sahip olduğunu söylüyorsunuz. Neden bu atölyeyi tercih ettiniz? Genel olarak yaratıcı yazarlık kursları ve atölyeleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir senaryo üzerinde çalışıyordum ama hikayeyi kafamda canlandırdığım şekilde anlatma konusunda sıkıntı yaşıyordum. Hem teknik bilgim yeterli değildi hem de yazdıklarıma yabancılaşmıştım. Bu süreçte senaryoyu bir kenara bırakarak, o dünyadan uzaklaştım ve bir arkadaşımın önerisiyle Yekta Kopan’ın yazma atölyesine katıldım. Yekta Bey’in atölyesi özgürlükçü ve ilham vericiydi. Kendi içimdeki potansiyeli görmemi ve bunun üzerine cesaretle gitmemi sağladı. Ayrıca edebiyat hakkında fikri, bilgisi, hevesi ve yeteneği olan katılımcılar vardı. Sonuçta edebiyatın hayatlarında önemli yer kapladığı, öyle olduğu için çeşitli yerlerden çıkıp bir araya gelen insanlarla bir üretkenlik ortamı oluşmuştu atölyede. Atölyelere bu yandan bakıyor ve önemsiyorum. Anlatmak istediği meseleleri olan, hevesle bir araya gelen insanların, yazarlık çabasından önce edebiyat ve üretim uğraşının sevincini paylaştıkları yerler olarak görüyorum bu atölyeleri.

  • Öykülerinizde kadınlar oldukça önemli bir yer kaplıyor. Bu kadınların çoğu ise eşini kaybetmiş, tek başına hayata tutunmaya çalışan ya da “hiç gitmedikleri yerleri özleyen” farklı yaş gruplarından kadınlar. Böyle karakterler üzerine eğilmenizin bilinçli bir sebebi var mı? Ülkemizde çoğu kadının birilerine veya bir yerlere bağımlı halde yaşadığını söyleyebilir miyiz?

Kitaptaki karakterler kadın oldukları için o durumda değiller; bir başka deyişle eşini kaybetmiş, aldatılmış ya da herhangi bir şekilde bir yere tutunmaya çalışan hallerini kadın olmaları ile ilişkili görmüyorum. Yalnızca anlattığım hikayelerin bir kısmı öyle ve kahramanları da kadınlar. Aynı şeylere göğüs germek zorunda kalan erkek karakterlerin de hikayesi olabilirdi, bu durumları kadınlara özgüymüş gibi yansıtmak haksızlık olur. Bunun dışında eğer hayata karşı aldığımız hizadan bahsedeceksek, tanıdığım ve yakınımda olan kadınların duruşlarını seviyorum. Bahsettiğinizin aksine birilerine ya da bir yerlere bağımlı halde yaşadıkları yönünde bir genelleme yapmam, hatta tam tersine, kadınların yaşadıkları zorluklarla mücadelede ve hayatı dönüştürme konusunda daha yaratıcı, cesur ve ilham verici olduklarını söyleyebilirim.

  • Öykülerinizde kadınlar kadar çocuk karakterler ve onların gözünden aile ortamı ve aile büyükleri de yer alıyor. Bu karakterler ve çocukluğa ait anılar, öykülerinize samimi ve biraz da hüzünlü bir hava katıyor. Bu konuları işlemenizin nedeni yaşadığımız büyüme sancısı ya da “İyi Niyetli Hayatlarımız”ı kaybediyor oluşumuz mu?

Aileyi çocuklar gözünden anlatmak, okurun hikayeye gözlemci konumunda katılmasını sağlamak için iyi bir yöntem bence. Çocuklar saflar ve büyüklerin dünyasında söylenen sözler ve hareketlerin ikinci anlamlarını kavrayamıyorlar. Oysa okur kavrıyor. Bir çocuk ağzından anlatılan hikayede biraz da bu yüzden, yani çocuğun saflığına karşılık ikircikli bir büyükler dünyasının ağır havası tepede hep asılı kaldığından içimize bir hüzün duygusu oturuyor. Bu etkiyi seviyorum. Aynı türden bir duygu, büyüyen çocuğun yine o büyükler dünyası ile karşılaşması ve kabullenmek zorunda kaldığı bazı gerçekleri sindirme çabası anlatıldığında da okura yansıyor. Tüm bunları yaşayanlar ve sonunda iyi yürekli hayatlarını terk ederek yetişkinler dünyasına doğru adım atmak zorunda kalanlar öykülerimdeki çocuk kahramanlar ama ben de onlar aracılığıyla, kişisel olarak artık kaybettiğimizi düşündüğüm bir masumiyetin ardından hüzünleniyorum.

  • “Nar Çiçeği Al Kaşkol” öykünüzde Leylâ Erbil ve Tezer Özlü’nün mektuplarına atıf yapıyorsunuz. Hatta öyküdeki bir karakterin ismi de Leylâ. Buradan yola çıkarak Leylâ Erbil ya da Tezer Özlü gibi yazarların üzerinizde etkisi olduğunu söyleyebilir miyiz? Etkilendiğiniz başka “klasik” yazar var mı?

İkisini de çok seviyorum. Tezer Özlü’yü çok okudum, Leylâ Erbil’i biraz geç keşfettim ama çok etkilendim kaleminden. Güçlü ve sarsıcı iki kadın, bir ömür okuyacağım yazarlar. Dostluklarına, birbirlerine yazdıkları mektupların konu edildiği kitapta rastladım ve öyküyü yazarken oradaki bir mektuptan yola çıktım.

Etkilendiğin çok yazar, bir sürü de kitap var. Başucumdaysa Sait Faik, Cemal Süreya, Didem Madak. Dönüp dönüp okuyorum hepsini, her defasında da ilk kez okuyormuşum gibi hissediyorum. Bu şaşırtıcı, önceden rastlamadığım bir öykü ya da şiirmiş gibi geliyor ama aslında öyle olmadığını biliyorum. Sanırım onların eserleri sonsuz varlıklarını, gölgesizliğini ve biricikliğini hep sürdürmeye devam ediyor.

Bunun dışında Tomris Uyar, Marquez, Ursula Le Guin ve Truman Capote’yi de çok seviyorum.

  • Peki, güncel yazarlardan takip ettiğiniz, beğendiğiniz kimleri sayabilirsiniz? Bugünün edebiyat ortamı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Barış Bıçakçı, Yekta Kopan, Karin Karakaşlı, Melisa Kesmez, Başar Öztürk, Hasan Ali Toptaş, Faruk Duman, Mahir Ünsal Eriş, Senem Tepe, Aylin Balboa, Zeynep Kaçar… Son yıllarda düzenli takip ettiğim ve sevdiğim yazarların başında geliyorlar. Saydığım isimlerin de dahil olduğu pek çok yazar, kitaplarının yanı sıra dergilerde, bloglarda yazılar yayımlayarak edebiyat ortamını canlı kılıyorlar. Eski yazar profiline göre daha görünür durumdalar ve bu sebeple etki alanları daha geniş. Bu sayede edebiyat daha çok konuşulan bir şey oldu bence. Bu da bir çekim gücü oluşturup, daha fazla kişinin heves etmesini sağlayarak, edebiyata katkı sağlıyor.

Ayrıca edebiyatın, tüm bu anlık ve günlük koşuşturmacanın, itiş kakışın, telaşların, korkuların, bizi değersiz ve aciz hissettiren şimdiki zamanın ötesinde; umut eden, acı çeken, hayal kuran, öfke duyan içimizdeki insanı çekip çıkaran, varlığımızı gelip geçen zamanın dışında, bir varoluşun içinde anlamlı kılan bir tarafı da var bence. En son Garda Kitap Günleri’ne gittim ve oradaki güzel kalabalığın içinde bunları hissettim.

  • Kitabınızı yayınlatmak için hep kitap’ı tercih ettiniz. Hep kitap’ı diğer yayınevlerinden ayıran şey ve onu tercih etmenizin nedeni nedir?

Hep kitap’tan ilk, “Asi Kızlara Uykudan Önce Hikayeler” adlı kitabın yayımcısı olarak haberdar oldum. Bu kitapla birlikte algıda seçicilik oldu ve basmayı tercih ettikleri diğer kitaplara da dikkat etmeye başladım. Yayın yönetmeninin Deniz Yüce Başarır olması da hep kitap’ın iddialı ve iyi bir yayınevi olduğu hakkında fikir verdi. Kitap projesini ilk gönderdiğim andan itibaren ve kitap üzerinde editoryal çalışma, sonrasında basım, dağıtım, tanıtım sürecinde de, hep kitap ekibiyle çalışmanın ne büyük şans olduğunu hissettim. Yeni bir yazarım, bu ilk kitabım ve iyi ki bu yayıneviyle yolum kesişmiş diyorum.

  • Avucumda Çimen İzi
  • Yazar: Dilek Türker
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: Haziran 2017
  • Sayfa Sayısı: 88 Sayfa
  • Yayınevi: Hep Kitap
Çağla Üren
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey

Read Next

İki Ters Bir Düz

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *