
Suzan Defter 12 Eylül’ün gölgesinde boğulan bir aşk hikâyesi… Yaşamın kıyısında seyirci olmaktan öteye gidememiş bir erkek… Birbirinin ışığıyla kamaşan iki ayna arasında parçalanan bir kadın…*
Bu ayki yazım Suzan Defter üzerine. Ayfer Tunç… 2000li yılların başında “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” isimli kitabını okumuştum sadece. 70li yılları anlatan, her okuyanda güzel bir tat bırakmış bir kitap. O kadar. Sonra başka bir kitabını okumak Suzan Defter’i okuyuncaya kadar bir türlü denk gelmedi. Kitaplar da hayatta karşımıza çıkan insanlar gibi. Bazen teğet geçiyoruz bazen erken bazen geç. Geç de olsa iyi ki Suzan Defter çıkmış karşıma. Ruhuma karışan güzel bir kitap oldu diğer harika kitaplar gibi.
Suzan Defter.127 sayfa. Sabahtan akşama okunabilir. Ama işte öyle olmuyor. İlk önce kitaba başlangıç oldukça maceralı. İlk beş-on sayfa okuduktan sonra nasıl bir kitap bu böyle, diye bir can sıkıntısı. Kitabı elinizden bırakma hali. Sonra hemen neden böyle olduğunu keşfetme ve kitaba yeniden başlama. Yani sürprizli bir başlangıç. Spoiler içerir diye bu sürprizin ne olduğunu söylemeyeceğim. Her okuyan kendi yolunu bulacak nasıl olsa. Bu maceralı başlangıçtan sonra bu kısacık kitapta derinliklere dalıyorsunuz. Ayfer Tunç elinize bir kürek veriyor ve kitabın satırları ile birlikte başlıyorsunuz kendinizi kazmaya. Yani öyle kolayca sayfaları çevirmek yok. Zaten siz kitabı bitirmek istemiyorsunuz veya bitiremiyorsunuz da denebilir. Hep bir duraklama, düşünme, ara verme ihtiyacı.
Kitap, bir kadının ve bir erkeğin kendilerine, taa içlerine bakmaları. Hani bizlerin günlük yaşantılarımız içinde koşuştururken yapamadığımız ama çoğumuzun içinde anlamlandıramadığımız ince bir sızı gibi duran şeye bakmaları. İlişiklerimizdeki o karanlık noktalar. Karmaşık duygularımız. Hayal kırıklıklarımız. Mutluluklarımız.
“Beraberlik canlı ise ayrılmanın bir gerilimi geriliminde bir tarihi vardır. Sizin kast ettiğiniz an o halatın koptuğu andır. Ama beraberlik ölü ise ayrılmak çürüyen iki parçanın birbirinden zahmetsizce kopması demektir. Çürümek acı vermez, ölü olan çürür.” sf 78
“Eve dönüp yatağa girdiğimde akşam karanlığı çökmemişti daha. İçimde garip bir duygu. Birazı hüzün de kalanı ne anlayamadım.” Sf 61
“Karşı kutbunu bulamamış bir aşk dolaşırdı babamın evinde: öfke ihanet acı ve kin olarak. Eşyaya da sirayet ederdi bütün duygula. Abajurlar çarpar, bardaklar çatlar, duvardaki çiviler yerinden oynardı. Babamın bir yolculuğa çıkması ile yatışırdı evdeki her şey.” Sf 60
Öyle cümleler öyle tanımlamalar var ki, birisi kitabın kahramanları üzerinden çevremize ait hayatların akışına ince bir ayar veriyor gibi. Hayata ait karmaşayı daha çok hissediyorsunuz böylece. Yüzeydeki o sahte ışıkların, konuşmaların ve kalıp davranışların aslında nasıl da altlarında kocaman gerçek enkazlar taşıdıklarını. Kendinin, arkadaşının ve hatta şu hiç tanımadığın sokakta rastladığın dünyadan habersiz yüksek sesle konuşan genç adamın nasıl bir enkaz üzerinde oturduğunu düşünüyor insan ister istemez. Bu inanılmaz güzel okunası kitaptan esinlenerek bir diyalog yazdım. Sanki kitabı özetler gibi oldu:
— Bu kadar derine inmek iyi midir ya? Hiç korunmasız.
— Ama aşağısı da çok kalabalık değil mi? Kahkahalar, acılar, yıpranmışlıklar yenilmişlikler, aşklar, nefretler. Hepsi öbek öbek aşağılarda derinlerde duruyor. Magma. Zaten onlar hep var ve hep oradalar.
— Evet. Haklısın. Hepsi aşağıda ve gittikçe de birikerek. Tamam da bir de içlerine girip tek tek yüzlerine bakmak filan. Yani hayatın tadını mı kaçırıyor ne? Hiç düşünmeden devam etmek varken. Neden yer altına ineyim?
— Evet, haklısın. Ama işte bazı insanlar mağaracı.
Evet, siz de mağaracı iseniz Ayfer Tunç’un Suzan Defter’ini okuyun. Hatta benim gibi hemen gidip diğerlerini de alın.
![]()
|
Okuma önerisi!![]() Güzella Bayındır’ın incelemesi; “Modern bir destan; Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura”
|
* Tanıtım bülteninden
- YOKSULLUĞUN DERİN HALİ: AÇLIK - 18 Mart 2021
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020