Gündelik bayağılıkların, uluorta suçlamaların, kıyıcı kıyaslamaların, köklü ayrımcılığın, her gün kendine kurban seçen ilahi arayışın kalın sesini inceltmeye uğraşan bir roman: Barbarın Kahkahası
Barbarın Kahkahası’nı 2015 yılında yazmış Sema Kaygusuz. Daha çok öykü ağırlıklı kitapları var ama senaryo, reklam ve belgesel yazarlığı da yapmış. Hatta üniversite yıllarında oyunculuk yapıp gençlik festivallerinde en iyi kadın oyuncu seçilmişliği var. Böyle renkli ve çok yönlü kişiliğe sahip yazarların eserleri daha bir lezzetli geliyor bana.
Yazar, editor ve eleştirmen Feridun Andaç söyle tanımlıyor Sema Kaygusuz’un kalemini: “Yarattığı öykü kişilerinin karakteristik özelliklerini, onların duygu diliyle betimler. İmgelem dünyasının zenginliği, ona yeni bir dil yaratmada yeni olanaklar sağlar. İnsanın ve hayatın en sırlı yanlarına bir anlatıcı bilinciyle yaklaşarak, yoğun bir imgelemle bunları yansıtması, Kaygusuz’un öyküsünün en çok üzerinde durulması gereken yanıdır.”
Yazarımız da yazma tutkusunu şöyle anlatıyor: “Yumurta büyüklüğünde olduğuna inandığım bir tutku yaşıyorum göğsümde, pelür bir zarla kavrayabiliyorum onu, şükürler olsun, koçbaşlarıyla saldıran soruların yıkıcı etkisine onca narinliğine karşın dayanabiliyor. Yine de tutkumu haznesinde dengeli bir biçimde taşıyabilmek için sürekli dik ve temkinli yürüyorum. Kaygımsa en az onun kadar büyük. Onu koruyan bir duam da var üstelik: Ey benim güzel Allah’ım! Yetkinlikten, okuruna güvenmeyen bir parmağım gözüne metinler yazmaktan beni koru. Bırak bir gözüm hep kapalı kalsın. Bundan sonra yazarken hiçbir şeyi aktarmak, kurmak, hesaplamak istemiyorum.”
Bu ahval geçmeyecek,
Lütfen ısrar etmeyin.
Hiç olmazsa tüylerimin
yönünde okşayın beni.
diye başlıyor kitap. “Ama öyle bir okşama yok, gayet iyi biliyorum.” diyor kalemi özgür, ruhu özgür Sema Kaygusuz. Bir okur olarak düşündüm de, zaman zaman öyle bir okşama olur gibi oluyor da çabucak geçiyor sanki.
Bir yaz mevsiminde, Mavi Kumru Moteli’nde geçiyor roman. Fonda bir sidik hikayesi var, kimliği belirsiz kişi ya da kişiler motelin yeni yıkanmış havlularına, çarşaflarına yaz minderlerine, hatta bar tezgâhına idrar kokulu izler bırakıp herkesi huzursuz ediyor ve dipsiz tartışmalara sürüklüyor. İşte bu tartışmalarda nevrotik Serpil’i, “öküz” kocasını, çocukluğun sınırlarını deneyen oğul Ozan’ı, erotik Eda’yı, tıp doktoru olmayan ama içinden dışından herkese reçeteler yazan Simin’i, otelin telaşlı müdürü Ferhan’ı, Kuran’dan vazgeçtiği için sancılar yaşayan Alikâr’ı, kadınlardan ödü kopan Selçuk’u, sevgili olmalarından şüphelenilen İsmail’le Melih’i, karısının büyük sırrının ağırlığı altında yirmi yıldır ezilen Turgay’ı tanıyoruz.
Altını çize çize okuduğum bir kitap oldu Barbarın Kahkahası.
“Sanıyor musunuz ki herkes kendisinin kendisidir?” ya da
“İnsanın kendi bilgeliğini elinden kaçırması büyük talihsizik” ya da
“Ne de olsa her felaket, evvela bir cümleydi!”
tümceleri sizce de altı çizilerek ve sindirmek için şöyle bir durarak okunacak tümceler
değil mi?
“Kısacık boynuzlarının muntazam parantezinde, antik çağdan kalan bir tanrının bütün dünyevi arzularını geviş getiren muzip bir yüzü vardı.” tümcesinde bir keçiyi nasıl şahane anlatıyor.
“Apaçık görünenle apaçık söylenenden doğan muamma” yı hangimiz yaşamadık ki?
Ya da aramızda “söyleyemedikleri yüzünden sırtı kaskatı kesilmeyen “ var mı ?
Sema Kaygusuz, önceki kitaplarından daha öfkeli ve alaycı olarak tanımlıyor romanını. Kişilerin arasındaki o küçücük farkların tahammül edilemez fazlalığıyla ilgilendiğini, kabalığı yansıtmaya uğraşan bir roman olduğunu anlatıyor. Gündelik bayağılıkların, uluorta suçlamaların, kıyıcı kıyaslamaların, köklü ayrımcılığın, her gün kendine kurban seçen ilahi arayışın kalın sesini inceltmeye uğraşan bir roman.
Mavi Kumru Moteli’nin bir ülkeye benzetilebileceğini söylüyor. Ama hangi ülke? Korkuyla bilenmişlerin ötekine dehşet saçtığı saldırganların ülkesi. Maneviyat ve akıl arasındaki gergin ipte yürüyen, kendini agnostik sanan dindarların, dindar sanan sömürgecilerin, itikadından emin putperestlerin çoğunlukta olduğu ülke. Kendi maço dilini işitmeyip kendini feminist sanan heteroseksistlerin, solculuğundan hiç şüphe duymayan ulusalcıların, homofobiklerin, işbirlikçi kadınların doğduğu bir ülke de olabilir.
Tanıdık geldi mi size de?
Hangimizin çevresinde, belki de içinde, bu dindarlardan, sömürgecilerden, putperestlerden, heteroseksistlerden, homofobiklerden, solculardan, ulusalcılardan, hatta işbirlikçi kadınlardan yok ki!
Bu romandaki konuşmalardan, sohbetlerden kan sızıyor, diyor Kaygusuz.
Hazır mısınız, içinizle, dışınızla, sizin de zaman zaman parçası olduğunuz kan sızan sohbetlerle yüzleşmeye?
Kaygusuz’un romandan anladığı, kalbin avaz avaz kendisiyle konuşmasına vesile olmasıymış. İşte bu roman, bir okur olarak kalbinizin kendisiyle konuşmasına vesile olacaktır, bazılarınızda avaz avaz, bazılarınızda belki usul usul ama mutlaka…
Eda’nın sevgilisiyle yaşadığı orgazmı, yine sevgilisine anlattığı bölüm, “ Yadırgamak, bir bakıma miras aldığın değerleri muhafaza etmektir “ tümcesinin üzerine çıkaracaktır sizi.
Yadırgamayacağımız, okuyacağımız günlere!
|
- Flaubert’ten Üç Öykü - 26 Nisan 2020
- KIRLANGIÇ ÇIĞLIĞI - 25 Ekim 2019
- BARBARIN KAHKAHASI - 25 Ekim 2019
FACEBOOK YORUMLARI