Cem Akaş bir distopya olan romanı Y’de erkeksiz bir toplum yaratıyor. Y kromozomunun bir virüs ile yok olduğu romanda yüz elli yıldır kadınların hüküm sürdüğü bir toplum hakim.
Cem Akaş bir distopya olan romanı Y’de erkeksiz bir toplum yaratıyor. Y kromozomunun bir virüs ile yok olduğu romanda yüz elli yıldır kadınların hüküm sürdüğü bir toplum hakim. Erkeklerin yaşadığı dönem ‘karanlık çağ’ olarak adlandırılıyor. Ve erkeklikle ilgili her şeye karşı derin bir nefret var. Sanat ta bu nefretten nasibini alıyor. Erkeklerin ürettiği sanat eserleri yok sayılıyor. Hatta edebi eserlerdeki erkek karakterler kadına dönüştürülerek yeniden yazılıyor. Böylesi bir dünya, biyolojik annesi bilinmeyen Constantine’nin ortaya çıkması ile bir anlamda bir tehditle karşı karşıya kalıyor. Bir erkek çocuk olan Constantine’nin varlığı, büyük bir karmaşaya neden oluyor. Nefret söylemleri ile az da olsa dünya ikiye bölünüyor.
Constantine’nin anneleri on yaşına kadar onu kadın dünyasından saklamayı başarıyorlar. Bu sırada okur, kurulan dünyayı daha yakından tanıma fırsatı buluyor. Kadın dünyası yüz elli yıldır, erkek egemen toplumun kanlı tarihine karşı barış içinde bir toplum yaratmayı başarıyor mu sorusu aklımıza geliyor sayfalar arasında. Kadın iktidarının da şiddetten yana olması, Constantine’nin annelerinin hapiste gördüğü işkenceler, erkek çocuğa karşı alınan sert tavır aslında çok da bir şeyin değişmediğini, iktidarın olduğu her yerde korku imparatorluklarının yeniden yeniden kurulduğunu gösteriyor. Roman eril düzeni eleştirirken kadınların kurduğu düzenin de pek farklı olmayacağını göstererek aşırı feminist söylemlere bir cevap veriyor.
Constantine, kadın dünyasına gelen bir erkek. Onun nereden geldiği hakkında çeşitli teoriler var ama roman boyunca bu sorunun cevabı bulunamıyor. Bana göre bir yerlerde gizli yaşayan erkekler hala var. Constantine de onlardan birinin çocuğu olabilir. Ama burada önemli olan kadın dünyasına gelen bir erkeğin, erkek dünyasındaki kadınlar gibi tepki görmesi. Yine yapıcılıktan uzak yıkıcı yaptırımların söz konusu olması. Nitekim Constantine de sonunda kadın olmayı seçerek bir bakıma kurulu düzene boyun eğiyor. Erkek olarak var olması imkânsız hale gelmiş çünkü.
Roman üç bölümden oluşmuş. Prolog, Analog ve Epilog. Prolog bölümünden olayların başlangıcı, kişilerin tanıtılması, Constantine’nin ilk yaşları ele alınırken 3. kişi anlatıcı ile anlatılıyor. Constantine’nin anneleri bu bölümde ülke içinde dolaşarak çocuklarını korumaya, sistemden kaçırmaya çalışıyorlar. Analog bölümünde Constantine’nin yalnız kaldığı zaman başından geçen olaylar 2.kişi sen dili ile anlatılıyor. Yazar, böyle bir anlatım tarzını seçerek ön görülerini ortaya koymuş olmalı. Bir de bölümde Constantine’ye akıl veren bir sincap var. Aklın sesi olarak romana girmiş. Son bölüm ise Constantine ile yapılan bir röportajdan oluşuyor. Aret ile birlikte yaşayan Constantine, bir roman yazıyor. Adı İstanbul Beyefendisi. Burada romanda anlatılan düzenin tamamen tersine, erkeklerin hâkim olduğu düzenin yeniden oluşturulmaya çalışılması anlatılıyor. Kadın örgütlerine karşıt olarak erkek örgütleri kuruluyor. Ben bu bölümü okurken her iki düzenin de kendi içinde çıkmazları olduğunu, asıl olanın barış içinde yaşamak için mücadele etmek gerektiğini düşündüm.
İktidar kaçınılmaz olarak yöneten ve yönetileni dayatıyor. Bu sonucunda insan egosu, altta kalan ezilir düşüncesinden uzaklaşamıyor. Ya da güçlü olan zayıfı ezer düşüncesi topluma hâkim oluyor. Karanlık bir distopya olsa da roman, umut her zaman varlığını koruyor diyeceğim ama Constantine’nin kadın olmayı seçmesi iktidarın oluşturduğu toplumsal baskının ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
|
- Şimdiki zaman trajedisi: İyilik - 21 Kasım 2019
- ŞEKER PORTAKALI - 24 Ekim 2019
- DEĞİŞEN DÜNYADA ROMAN: ROMAN KURAMINA GİRİŞ - 24 Ekim 2019
FACEBOOK YORUMLARI