Bir Diktatörün ve Dikta Coğrafyasının Kuşbakışı Görünümü: Başkan Babamızın Sonbaharı

Başkan Babamızın Sonbaharı, bir diktatörün hayatının ve dikta coğrafyasının kuşbakışı görünümüdür.

Gabriel Garcia Marquez, nam-ı diğer Gabo, Latin Amerika edebiyatının en büyük yazarlarından ve büyülü gerçekçilik akımının öncülerinden kabul edilmektedir. Onun romanlarında günlük hayatın büyülü anlatımı vardır. Her ne kadar düşsel öğeler içerse de bir masal değildir bu kurgusal yapı; gerçek bir coğrafyanın, Latin Amerika topraklarının sosyokültürel ve politik anlatısıdır. Romanları hem etnik hem de evrensel gerçekleri temel alır. Yerel olanın biricikliğini ama aynı zamanda da tüm dünya ile benzer olduğunu, bu ikili karşıtlığı, en yoğun vurguladığı eserlerin başında ise Başkan Babamızın Sonbaharı gelir. Sonuçta anlatılan bir diktatördür ki, insanın psikolojik özellikleri nedeniyle tüm dünyadaki diktatörlerden çok da farklı değildir; bu nedenle evrenseldir. Ancak konu Latin Amerika’daki sosyokültürel yaşam üzerinedir ki bu nedenle yereldir, etniktir.

Romanda 182 yıl yaşayan bir diktatörün hayatı adı altında tüm bir yaşam, generalin elinin altında, onun sözüne uygun olarak yaşayan her şey anlatılmaktadır: Yönetenlerin, emirleri uygulayanların, dilsiz bir kabullenişle susan halkın, ineklerin, kuşların, korkunun, sevgisizliğin, ihanetin, şiddetin, unutuşun, sömürünün çağları aşan yaşamı…

Altı bölümden oluşan kitabın her bölümü Başkan’ın ölümünü tarif ederek başlar. Daha önce iki kez öldü sanıldığı halde 182 yıl yaşadığı, yüzü ve bedeni akbabalar tarafından tanınmaz hale getirildiği için bir türlü ölenin o olduğundan emin olunamaz. Anlatı bu müphemlikle başlar, zaman atlamaları ile devam eder; diktatörün hayatı ve kurgunun geçtiği zaman ve mekân ile tanışır okur. O zaman ve mekânda her şey Başkan’ın emri altındadır. O, âdeta Tanrı’dır; güneşin ne zaman doğacağına, saatin kaç olduğuna karar veren de odur. “…deprem, güneş tutulması, artık-yıllar gibi Tanrı yanlışlarını onun düzelteceğini ilan eden okur-yazar politikacılarla gözü kara dalkavuklar; karda yürüyen fil adımlarıyla odaları arşınlar, devlet işlerini de ev işleri gibi aynı kolaylıkla, yalınlıkla yürütürdü, şu kapıyı burdan sök şuraya götür; götürürlerdi, yine getir lütfen; getirirlerdi, kulenin saati on ikide on iki kere vurmamalıydı, iki kere vurmalıydı ki hayat daha uzun görünsün; buyruk yerine getirilirdi bir an duraksamadan, bir an beklemeden…”

Anlatıda toplumsal yapı olarak tarif edilen üç grup olduğunu düşünebiliriz: Yöneten ki burada diktatör sıfatıyla sadece Başkan’dır; emirleri uygulayanlar ki onlarsız verilen emrin hiçbir anlamı yoktur; bu emirlere göre hayatlarını düzenleyenler ki onlar da halktır. Bu toplumsal vurgu tüm kitap boyunca yer alır. Tüm dikta rejimlerinde gözlemleyebileceğimiz tek adam erki ve onun çevresinde yer alan göstermelik kukla hükümet varlığı anlatı boyunca vurgulanır. Tek amaç vardır: Mutlak güç. Her şiddet eylemiyle düşman kazanır, düşmanlardan korunmak adına şiddeti devam ettirir. İçinden çıkılmaz bir kısır döngüdür artık yaşam. “…o zamandan bu yana koltuktan kalkmamışsan, hiç de kalkmamak derdindeysen, canın çekmediğinden değil, kalkacak cesareti göstermeyişindendir, biliyorsun ki, seni sokakta sıradan bir ölümlü kılığında gördükleri an, köpekler gibi üşüşecekler tepene…”

Marquez bu zalim adamı yansıtırken ona ayna tutar; yargılamaz. Zulmü, acı çekenlerin gözünden anlatmaz. Uzun cümlelerinde hep Başkan’ın sesi, bakışı, düşünceleri vardır. En korkunç kararları alırken bile ne kadar sıradan bahanelere başvurduğunu görürüz. Kötülük yapmak için yapmaz bunları;  kötü olduğu için başka türlüsünü düşünemez bile. Kötülük onun için doğal, sıradan bir davranış tarzıdır, kendini koruma şeklidir, yaşamın bir yüzüdür sadece. Vicdan hesaplaşmasına girmez; vicdan denilen duyguya sahip bile değildir. Peki ya bedeli? İşte o da yalnızlık ve korku… Evet, yalnızdır daima, korku sinmiştir iliklerine. İhanete uğrama korkusu. O nedenle her gece önce tüm evi kontrol eder ve sonra kilitler kendisini odasına hep aynı seremoniyle “…yatak odasındaki üç kilidi kilitledi, üç sürgüyü sürdü, üç kol demirini indirip yüzükoyun yere uzandı.”

Her hafta yapılan piyango çekilişinde Başkan’ın kazanması için hile yapılır. Piyango topunu çeken çocuklar da bu düzenbazlık ortaya çıkmasın diye tutuklanır. İşler o kadar çığırından çıkar ki Başkan tüm çocukların bir gemiye bindirilmesini ve geminin batırılmasını emreder. Sonra da emri uygulayanları kurşuna dizdirtir, “kimi buyruklar vardır, verilir ama yerine getirilmez. Allah kahretsin, zavallı yavrucaklar!” diyerek. İşte bu alt metinle bize emri uygulayanların da suçlu olduğunu aynı büyülü dille, usulca, sezdirerek, göstererek anlatmaktadır. Freud, Kitle Psikolojisi adlı eserinde bu kişileri şu şekilde tanımlamaktadır: “Kitle bireyinin ana özellikleri şunlardır: Bilinçli kişiliğin kaybolarak bilinçsiz kişiliğin egemenliği ele geçirişi, duygu ve düşüncelerin aynı yöne yönelişi, telkinle alınan direktifleri vakit geçirmeden gerçekleştirme eğilimi, yani bireyin artık kendisi olmaktan çıkıp iradeden yoksun bir otomata dönüşü.” Tarihte yer alan birçok katliam ve kitlesel şiddetin tam orta yerinde işte bu “kitle içinde insanca yanını kaybeden emir uygulayıcılar” yer alır.

Romanda üçüncü grubu ise Başkan’a her koşul altında itaat eden, onu alkışlayan, destekleyen halk oluşturmaktadır. Bu itaat güçlüye karşı duyulan korkudan çok daha öte bir şeydir. Bir tür zorbalık sevgisi, erke bağlılık, güce tapınmadır. Halkın gözünde Başkan Baba’ları ölümsüzdür, kutsaldır, milletin koruyucusudur. İşte bu halkın akıl ve sağduyudan yoksun bağlılığıdır diktatöre asıl gücü veren. Halk, kurtulmak istediği diktatörden kurtulamamasının öz nedenidir. Sessiz yığınlar, kötülüğün sesinin tek ses olmasına olanak sağlar. Usta kalem Gabo bildik bir konuya farklı bir bakış açısı getirir tüm bu yaklaşımlarıyla ve dikta rejiminde sadece diktatörlerin suçlu olmadığını sezdirir.

Ve kitabın son bölümünde mutlak yöneticinin, diktatörün de aslında yönetildiğini, başka güçlerin elinde kukla olduğunu göstererek sert bir düşünce duvarına çarpar okurunu. O iktidara gelmeden önceki Başkan ve ailesi öldürülünce kendisine yönetimi veren yabancı kumandan Kitchener’in sözleriyle…”İşte o zaman Kumandan Kitchener bana döndü, cesedi göstererek, bakın general, dedi, babalarına el kaldıran çocukların hali ne olurmuş görün, kendi hükümdarlığınızı kurunca, bu gerçeği gözden kaçırmayın.”

Başkan Babamızın Sonbaharı’nın çoklu anlam katmanları ile yazarın ustalığını ve anlatı dehasını yansıtan bir roman olduğunu söylemek mümkün. Her ne kadar anlatım özelliklerinin okumayı zorlaştırdığı düşünülse de bunun nedeni dil değil biçim: anlatı dili -Marquez’in tarzı olduğu üzere- sade ve akıcı. Ancak bu romana özgü biçim, okurun özellikle konsantrasyonunu talep etmekte: Uzun, hatta Başkan’ın hayatı kadar uzun, sonu gelmez cümleler, sık kullanılan virgül ve noktalı virgüller, aynı cümlede yer alan birden çok anlatıcı. Aynı cümledeki birden çok anlatıcıyı noktalı virgülle ayırması ve her cümlede Başkan’ın sesine yer vermesiyle dikta rejimlerindeki tek sesi işaret etmektedir âdeta. Onun için eserde karakterlerin çok sesliliği yoktur: Diyaloglar, diyalektik tartışmalar, görüş ayrılıkları ve sonuçlar yer almaz, her söz başkana aittir. Bu nedenle yapılan işkenceler, katliamlar, ölümler, zulümler onun gözünden, günlük hayatın sıradan bir olayı gibi anlatılır. Avludaki tavukları sayar gibi saydığı ölüm emirleri, evindeki kapıları kontrol edercesine kontrol altına aldığı insan özgürlüğü bir diktatörün bakışıyla sakin, telaşsız, sıradan bir şekilde betimlenir. Burada bu uzun ve çoklu cümleleri akışı hiç bozmadan ve dilin lezzetini köreltmeden çeviren Tomris Uyar’ın ustalığına da değinmeden geçmek istemem.

Başkan Babamızın Sonbaharı, bir diktatörün hayatının ve dikta coğrafyasının kuşbakışı görünümüdür. Zaman ve mekân değişse de insanların ne kadar benzer olduğunu… Yerelin evrenselle aynılığını… Mutlak güç ve bunun getirdiği ölümcül, korku dolu yalnızlığı… İşte, Başkan Babamızın Sonbaharı bize bunu anlatır.

  • Başkan Babamızın Sonbaharı
  • Yazar: Gabriel García Márquez
  • Çeviren: Tomris Uyar
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2016, 12. Baskı
  • Sayfa Sayısı: 232 Sayfa
  • Yayınevi: Can Yayınları
Pınar K. Üretmen
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Biz Büyüdük ve Kirlendi Dünya

Read Next

Konuşmak için cesarete ihtiyacı vardı…

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *